Aynı zamanda inandırıcı olmak da gerekmiyor mu?
Bundan daha birkaç ay önce saygın araştırma kuruluşlarından “panoramatr” tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasında katılımcılara adalet/yargı sisteminin en önemli sorununun ne olduğu sorulmuştu. Her 5 kişiden 1’i “siyasetin yargıya müdahalesi” cevabını verdi bu soruya.
Aynı araştırmaya göre her beş kişiden ancak biri yargıya güvendiğini söylüyordu. Katılımcıların yüzde 58’i yargının bağımsız olmadığı, yüzde 59’u yargının tarafsız olmadığı kanaatindeydi. Üstelik AK parti ve MHP seçmeninin de yaklaşık dörtte biri aynı görüşteydi. Katılımcıların üçte ikisi “mahkemelik olduğu takdirde haksızlığa uğramaktan” korktuğunu ifade ediyordu.
Bunlar herhalde çoğu kişiyi şaşırtmayacak veriler. Ortaya çıkan bu verilerin kendisi mi yoksa bunlara artık şaşırmıyor oluşumuz mu daha vahim diye de düşünmek gerekiyor elbette.
Bu arada, yargı ve adalet alanının geçmişte de fazlasıyla problemli olduğu, yargı gücünün bağımsızlığı ve tarafsızlığı hususunda çok kötü örneklere tanıklık ettiğimizi unutmuş değiliz. Ancak yine de bugünkü boyutta değildi problemler. Dahası, o problemler çözülmek istenirken daha büyük problemler ortaya çıktı. İdeolojik yargı unsurlarıyla mücadele edeceği iddiasıyla önü açılan FETÖ yargı kurumunu tam manasıyla ifsat etti. Bu karanlık örgütün tasfiyesinin ardından da halka güven veren bir adalet mekanizması maalesef oluşturulamadı.
Toplumda yargıya güvenin böylesi derecelere kadar gerilemesinin en büyük sebebi ise son zamanlardaki siyasi yargılamalar gibi görünüyor. Belediye başkanlarının, parti liderlerinin şafak baskınlarıyla göz altına alınıp “kaçma şüphesi var” denilerek tutuksuz yargılandığı bir süreçten geçiyor ülke bir müddetten beri.
Son olarak casusluk suçlamasıyla bir kere daha tutuklanan İBB Başkanı İmamoğlu bu sürecin en sembolik isimlerinden biri.
İmamoğlu ilk önce bir valiye hakaret ettiği iddiasıyla yargılandı; bu davada öncelikle hakkında “siyasi yasak” talep edilmesi tabii ki dikkat çekti. Sonra üniversite diplomasının usulsüz olduğu öne sürüldü. (Cumhurbaşkanı seçilebilmek için üniversite mezunu olma şartı var.) 30 yıl önce aldığı diploma usulüne uygun olmayan bir şekilde ve kamuoyu ikna edilemeden iptal edildi.
Derken, yolsuzluk ve terör örgütüne yardım suçlamalarıyla göz altına alındı, Türkiye’nin en büyük şehrinin seçilmiş belediye başkanı ve ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı olan bu kişi kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle yaklaşık sekiz aydır hapishanede tutuluyor ve tutuklu olarak yargılanıyor.
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Yöneylem’in yaptığı araştırmada tutuklama kararını doğru bulanların oranı yüzde 28 çıktı. Aynı dönemde Konda’nın yaptığı araştırmada ise İBB Başkanı’nın tutuklanmasına karşı başlatılan protesto eylemlerini doğru bulmayanların oranı yüzde 27 olarak belirlendi.
Toplum Araştırmaları Enstitüsünün Ankara’daki gösterilere katılan gençler arasında gerçekleştirdiği ankette ise katılımcıların yalnızca yüzde 11,1’i motivasyonunun doğrudan İmamoğlu’nun şahsına yönelik olduğunu belirtmişti. Protestocu gençleri asıl harekete geçiren, hukuk dışı ve antidemokratik uygulamalardı. Üstelik Ankara’da “CHP’nin protesto mitinglerine” katılan gençlerin yüzde 52,9’u, yani ancak yarısı, önümüzdeki seçimlerde CHP’ye oy vereceğini söylüyordu.
Ortada böylesine hassas bir tablo varken, İmamoğlu’na şimdi de casusluk suçlaması yöneltilerek yargılamanın iyice tuhaf bir boyuta taşınması kolayca anlaşılabilecek bir tutumun göstergesi olmasa gerek.
Bir düşünsenize, “Türkiye’nin en büyük şehrinin seçilmiş belediye başkanı ve ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı” olan bir kişi aynı zamanda İngiliz devleti adına casusluk yapıyormuş!
Bu casusluk suçlaması kimin aklına gelmişse İmamoğlu yargılamalarının inandırıcılığına en büyük darbeyi indirmiş oldu. CHP’liler kendisine teşekkür etmeli.
Özgür Özel’in dilinde tüy bitti bunca zamandır, açılan davaların içinin boş olduğunu anlatmak için.
Ama neredeyse CHP liderinin bütün çabalarına denk bir etkisi oldu bu casusluk işinin.
Her şeye rağmen Cumhur İttifakı seçmeni içinde bahse konu suçlamaların altının boş olmayabileceğini düşünenler vardı. Muhtemelen onlar da şimdi “Acaba” demeye başlamışlardır.
Başka bir bağlamda biz de acaba diyelim, klavyedeki bütün tuşlara basmak suretiyle yapılan bir yargılamanın kamuoyu nezdinde güvenilirliğinin sürekli azalıyor oluşu kimi şaşırtıyor olabilir?


