
Akılsız İyimserlikler
Kâbe imamlarının, Suudi Arabistan’ı, Amerikan kültür ve siyasetleri doğrultusunda dönüştürmeye çalışan katil prensgillerin başarısı için milyonlarca hacı adayıyla birlikte dua etmeleri, milyonların nasıl bir bilinç felci içerisinde yaşadıklarını gösterir.
Atasoy Müftüoğlu - İktibasdergisi
İçerisinde yaşadığımız vahşi tiranlıklar, vahşi modernlikler çağında, tarihin travmatik/depresif gidişatı; sadece güçlülerin dokunulmazlık kazandığı/kazanabildiği, azgın iktidar-tahakküm hırslarının belirleyici olabildiği, otoriter/ideolojik/ırkçı ihtirasların, hakikatin yerine geçtiği, insanlık kültürünün çöküşe geçtiği, modern sömürgeci/ırkçı ideolojik mutlak vahşetin, özellikle, İslami direniş ve bağımsızlık hareketleri karşısında meşrulaştırılabildiği, Batı mit-ideolojisinin bu mutlak vahşeti kabûl edilebilir bulduğu, insanlığın karanlık bir geleceğe doğru sürüklendiğini gösteriyor. Modern tarih boyunca, sömürgeci yayılmaya/barbarlığa/adaletsizliklere hizmet eden demokrasiler, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, İslami direniş mücadelelerine, bu mücadeleleri destekleyen İran’a karşı mutlak vahşetin ifadesi olan Haçlı/Siyonist emperyalizme hizmet ediyor. Modern-seküler dünyada, sömürgeci/ırkçı bağlamı savunabilen bir entelektüel ortam/iklim olageldiği için, sömürgeci/ırkçı demokrasiler gereği gibi sorgulanamıyor.
Günümüz dünyasında, İslam’ı, İslami direniş mücadelelerini engellemek üzere harekete geçen bütün faşizmler ve soykırım uygulamaları bir şekilde kayıtsızlıkla karşılanabiliyor. Günümüz toplumlarında, İslam toplumu olarak anılan toplumlarda da, ne yazık ki, hissizleşme her geçen gün daha çok derinleşiyor. Müslümanlar olarak, ahlaki açıdan nefes alınması mümkün olmayan bir toplumda yaşıyoruz. Narsistik politik cesaret gösterileriyle ve maddi/teknik/sayısal başarılarla, hamaset kültürünü tahkim eden siyaset, kültürel/entelektüel/felsefi anlamda yerli-milli sınırları aşabilecek hiç bir anlamlı etki/eser/akım vb. üretemiyor. Türkiye yüzyılı maarif modeli olarak tanımlanan temelsiz bir modelin sözcüleri, Türkiye’nin, Kamerunlu eleştirel filozof Achille Mbembe çapında bir filozofa sahip olmadıklarını her nasılsa hatırlamıyor. Kavramların, sözcüklerin, anlamların bütünüyle yetersiz-geçersiz olduğu benzeri daha önce yaşanmayan/görülmeyen bir dünyada yaşıyoruz.
İslam’a, direniş mücadelesini sürdüren Müslümanlara karşı savaşmakla, onlara soykırım uygulamakla Siyonist canavarlık, Haçlı canavarlık, modern dünyada ayrıcalıklı bir konum elde edebiliyor, İslami direniş mücadeleleri karşısında, bu mücadelelere karşı mutlak vahşet uygulayan Amerikan emperyalizminin yanında hizalanan İslam dünyasının, yerli-milli ulus devletleri, bu devletlerin bünyesinde faaliyet halinde olan, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı tarafından acımasız bir şekilde, radikal bir şekilde sorgulanmaları gerekirken, ahlaki ve entelektüel bağımsızlığa/onura sahip olmadıkları için, bütün bu durumları, kimi önyargılı tevillerle geçiştirmeye çalışıyor. Modern-seküler özgürlük düşüncesinin, Batı dışı dünyanın köleleştirilmesi, sömürgeleştirilmesi, teslimiyetçiliğe zorlanması pahasına kurumsallaştırılmış bir özgürlük yaklaşımı olduğunu bilmek gerekiyor. Burada, öncelikle tartışılması gereken konu, Haçlı-Siyonist emperyalizmin neden İslami direniş mücadelelerine karşı kudurmuş saldırılar sürdürmesi değil, kendilerini İslam’a nisbet ettikleri halde, İslam’a ihanet pahasına emperyalizmin himayesini/dostluğunu seçen İslam dünyası ulus-devletlerinin tercihleridir. Günümüzde, İran örneğinde de takip edilebileceği üzere, bir toplumun, bir halkın, bir ülkenin, kendi iradesiyle, İslam’ı, bağımsız bir dünya görüşü, hayat/siyaset/ekonomi tarzı olarak seçme, tecrübe etme hak ve özgürlüğü söz konusu olamıyor. Özgürlük, Batı dünya görüşünün ve siyaset tarzının özgürlüğüdür. Müslüman halklar/toplumlar/ülkeler, Batılı özgürlük anlayışına göre, Batılı dünya ve siyaset tarzının sınırları içerisinde kalarak İslam’ı temsil ve tecrübe edebilirler. İslami dünya görüşünün, hayat ve siyaset tarzının özgür olmadığı bir dünyada, ırkçı-sömürgeci özgürlük düşüncesi, siyasal Yahudi köktendinciliği adına sürdürülen soykırımları bile anlayışla karşılayabiliyor. Totaliter/ırkçı/ideolojik saplantılar/önyargılar/patolojiler, günümüzde yeni haçlı seferlerine meşruiyet kazandırabiliyor. Burada, modern tarih boyunca sömürgeciliğin ve misyonerliğin birlikte sürdürüldüğünü hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Aynı şekilde kapitalist büyüme de, sömürgecilik ve köle ticareti yoluyla gerçekleştirildi.
Günümüzde, kurumsallaşmış süper-jandarma rolü üstlenen Amerikan emperyalizminin gayrı resmi sömürgesi olan, Amerikan üslerine öteden beri ev sahipliği yapan, İslam dünyası ulus-devletleri, hem emperyalizmin Büyük Ortadoğu projesine katkıda bulunuyor, hem de, Siyonist büyük İsrail projesine katkıda bulunuyor. Amerikan üslerine ev sahipliği yapan ülkelerin, bağımsızlık iddiasında bulunmaları hiç bir şekilde inandırıcı olamaz, İslam dünyası ulus-devletlerinin, İslam’a ihanet pahasına sahiplendikleri emperyalist projeler, Müslüman halkların, aydınların, din adamlarının nasıl akılsız bir iyimserlik içerisinde bulunduklarını gösterir. İslam toplumlarının İslami temelde, yapısal bir değişim ihtiyacı içerisinde bulunduğu bir dönemde, Müslümanlar, İslami ilkeler doğrultusunda, insanlığa farklı/yeni/özgün ahlaki/siyasi önerilerde bulunabilirler. Ancak, bugün, bu önerilerde bulunabilecek, evrensel zihinlere sahip kadrolara, entelektüel kadrolara ne yazık ki sahip bulunmuyoruz. Kâbe imamlarının, Suudi Arabistan’ı, Amerikan kültür ve siyasetleri doğrultusunda dönüştürmeye çalışan katil prensgillerin başarısı için milyonlarca hacı adayıyla birlikte dua etmeleri, milyonların nasıl bir bilinç felci içerisinde yaşadıklarını gösterir.
Emperyalist vesayeti içselleştiren politik rejimlerin, İslami anlamda bağımsızlaşma/özgürleşme gibi bir meselelerinin olmadığını görmek gerekir. Bu ülkelerin böyle bir meseleleri olsaydı eğer, bu ülkeler, öncelikle Amerikan üslerini kapatarak bu konudaki niyetlerini ortaya koyabilirlerdi. İslam dünyası ulus-devletlerinin emperyalizme pragmatik ödünler vererek, mevcudiyetlerini sürdürmeye çalıştıkları, umut tüketici zamanlarda yaşıyoruz. İslam dünyası olarak bilinen dünyada, yerli-milli tiranlar, bugün, iktidarlarını ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek için, insanlıklarından feragat edebiliyor. İslam dünyası toplumları, yüzlerce yıldan beri entelektüel bir sessizlik/etkisizlik/tıkanma/tükenme ve hiçlik içerisinde yaşıyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, yenilik ve değişimi imkânsız kılıyor. Konformist kültür, akılsız iyimserlikleri tahkim ediyor. Mistik düşünce akla dayalı merak duygusunu değersizleştiriyor. Akılsız iyimserlikler sebebiyle kültür üretmeyen/üretemeyen, kültür üretebilecek kadrolara sahip olmayan, ancak, önyargı üretebilecek aparatçiklere sahip olan toplumlarımız, kültürel soykırıma maruz kaldıklarını hissetmiyor. Akılsız iyimserlikler, yeni düşüncelere/önerilere/inşa’lara bütünüyle yabancı bir gelenek oluşturuyor. Hangi toplumda olursa olsun, yeni kuşakların kendi zamanlarına hitap edebilecek, yeni fikirler/tarzlar/dil-söylem/yorum üretmeleri gerekirken, toplumlarımızda genç kuşaklar, akılsız iyimserliklere tutundukları için, bunları yapmıyor, sağcı popülizmlerle/konformizmlerle bütünleşiyor. Sağcı popülizmlerle/konformizmlerle bütünleşmek, gelecek için hiç bir ciddi çaba harcamayı gerektirmiyor. Bu nedenledir ki, bugün, toplumlarımız yirmibirinci yüzyıl dinamiklerini anlamak, yirmibirinci yüzyılın tehditleriyle yüzleşmek gibi, bir entelektüel sorumluluğu üstlenemiyor. Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, toplumlarımız, evrensel entelektüel mücadeleye katkıda bulunabilecek çapta, radikal dönüşüm öneren/savunan/temsil eden, radikal eleştirel fikirler üreten düşünürler yetiştiremiyor. Günümüz Türkiye’sinde, toplumumuzun düşünsel/kültürel/entelektüel/ felsefi bir gündemi olmadığı, popülist bir hamaset gündemine maruz kaldığı için, büyük bir medeniyet/felsefe/estetik/edebiyat/sanat/şiir/irfan/tefekkür ülkesi olan İran’a yönelik olarak çok kaba/çok sığ/çok önyargılı, çok seviyesiz/tutarsız/temelsiz bir dil kullanabiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, radikal bir değişim için, radikal adanmışlıklar, radikal içerik üretimi gerekiyor.
Yerli-milli-taşralı-resmi dil-söylem, evrensel İslami dilin-söylemin-bilincin hayati gücünü ve etkisini kavrayamıyor. Yerli-milli-resmi putlar ve putperestlikler, İslami bütünlüğün ifadesi olan ümmet’i imkânsız kılıyor. Konformist kültür-gelenek, eleştirel düşünce, muhakeme, muhasebe yetisini bütünüyle yok ediyor. Konformist kültürün, din algısının uyuşturucu etkisi sebebiyle, toplumlarımızda, özgürleştirici paradigmalarla ilgilenen düşünürler, evrensel İslami sorumluluğun yükünü taşıyabilecek eleştirel filozoflar yetişmiyor. Entelektüel anlamda yapısal/köklü değişim ancak, konformist din algısıyla nihai anlamda hesaplaşmaya cesaret ettiğimizde, bu hesaplaşmayı gerçekleştirebilecek, düşüncelerini eyleme dönüştürebilecek kadrolar yetiştirmeye başladığımızda mümkün olabilir. Toplumlarımızda bugün, hakikatin yerini duygusallıklar, bencillikler, narsisizmler, iktidar hırsları, megalomaniler almış bulunuyor.
Etnik-mezhepçi kökenlerin-asabiyetin iki ötesine geçmeyi şiar edinen İslam medeniyeti mirasına bütünüyle yabancılaşan patolojiler ve fanatizmler, bugün, Türkiye’de yaşandığı üzere, ne yazık ki, mezhepçi-sünni İsrailciliklere yardım ve yataklık yapabiliyor. Aziz İslam’ın, birleştirici, bütünleştirici, kapsayıcı, kuşatıcı ruhu, kabileci/hizipçi dışlayıcılıklara kurban ediliyor. Müslümanlar olarak, evrensel zihinler, evrensel dayanışma, evrensel muhalefet, evrensel direniş, evrensel özneler/ adanmışlıklar, entelektüel üretim gerçekleştiremediğimiz takdirde, dönüştürücü bir süreç başlatamaz, dünyayı İslami anlamda algılama/yorumlama ve yaşama sistemi oluşturamayız. Gününüzde, tarihsel/toplumsal/siyasal gerçeklik, daha çok ideolojik/ırkçı bir zeminde yorumlanıyor. Modern-seküler-ırkçı uygarlığın, İslam dünyasına yönelik, kültürel/siyasal emperyalizmi, siyasal/kültürel/askeri istilası, İslam’ı özel alana, kişisel alana hapsederek, Müslüman halkları siyasal alandan uzaklaştırmayı, Müslüman halkları siyasal/tarihsel farkındalıklara yabancılaştırarak, mistik tercihlerle oyalanmalarını, mistik tercihleri din haline getirmelerini istiyor. İslam toplumlarına yönelik kültürel/siyasal emperyalizm, İslam’ı ontolojik ve epistemolojik bağlamda bir hiçliğe mahkûm etmek istiyor. Yerli-milli sınırlara/gündeme kapatılan üniversiteler, toplumsal eleştiriler yapamadıkları gibi, ontolojik ve epistemolojik özgürlük için de hiç bir ciddi/kalıcı/etkileyici çalışma yapmıyor, yapamıyor. Bu nedenledir ki, modern/seküler/ırkçı/sömürgeci uygarlığın emperyalizmi, İslami anlamda, siyasal ve tarihsel farkındalığın iradesi olan İslam Devrimini gerçekleştirdiği için, İran’ı en güçlü şekilde cezalandırmaya çalışıyor.
İslam’ın, Müslümanların, evrensel/tarihsel farkındalıklardan soyutlanarak, yerli-milli-mistik bir folklore dönüştürülmesi, İslam’ın varoluşsal-ilkesel-ideal temellerinin, aidiyet bilincinin ve sorumluluğunun yıkılması anlamı taşır. İslam dünyası toplumları, halkları, ülkeleri günümüzde, çok yönlü, çok boyutlu, çok derinlikli büyük bir tükenmişlikle sınanıyor. Oportünist/sağcı muhafazakârlıklar, dindarlıklar, dini ya da politik liderlere akılsız-düşüncesiz bir sadakatle bağlı bulundukları, bu tür bir sadakatten kaynaklanan ahlaki ve entelektüel bağımsızlığa sahip olmadıkları için, Filistin-Gazze-Kudüs sorununu politik istismar konusu yapan politik liderlerin, Filistin-Gazze soykırıma/emperyalizme maruz kaldığında, onları kaderlerine terkederek, büyük yalnızlığa mahkûm ederek sergiledikleri büyük ihanetleri asla sorgulayamıyor.
Entelektüel yeteneksizlik/niteliksizlik ve entelektüel kriz içerisinde bulunan İslam toplumları, aktivist-eleştirel aydınlara/düşünürlere sahip olmadıkları için, oportünist muhafazakârlıklarla, dindarlıklarla, popülist siyaset biçimleriyle cepheden mücadele edilemiyor. Yeni bir İslami hareket değişim, bütünlüklü düşünce-bilinç temelinde, statükoyu, konformizmi aşmakla, statükonun/konformizmin çıkarcı mantığını reddetmekle başlatılabilir. Oportünist muhafazakârlıklar, dindarlıklar, İslam toplumlarında yapısal/radikal bir değişim/dönüşüm istemiyor, bu nedenle de, yeni bir düşünce sistemine ihtiyaç duymuyor. Evrenselci İslami bilinci, farkındalığı, büyük bir kararlılıkla savunmak, temsil edebilmek için, konformist-statükocu-sağcı-faşist düşünceyi sonsuza kadar yokluğa mahkûm etmek gerekir. Kendilerini bir şekilde İslam’a nisbet etmeye devam eden toplumlar/halklar/ siyasetler, karşı karşıya bulundukları ölümcül sorular-sorunlarla ilgili ahlaki-entelektüel sorgulamalar yapmadıkları için, Filistin’in, İran’ın, Siyonist-haçlı emperyalizminin kudurmuş saldırıları karşısında yaşadıkları ürpertici, dehşet verici yalnızlığın, İslam’ın yalnızlığı ile ilgili olduğunu, sözünü ettiğiniz bu kudurmuşluklar-canavarlıklar karşısında, İslam dünyası ulus-devletlerinin emperyalist vesayeti seçerek, aziz İslam’a ihanet ettiklerini görmüyor. Modern dünya, bütün barbarlık/gaddarlık ve vahşet yeteneklerini, İslami direniş mücadeleleri karşısında, eksiksiz bir şekilde hayata geçiriyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Türkiye’de, İsrail-İran savaşı sırasında, kendilerini muhafazakâr/dindar olarak tanımlayan kesimler, İsrail karşıtlığı yerine, patolojik önyargılar, mezhepçi önyargılarla, İran karşıtlığını seçiyor. Toplumlarımız, mistik hokkabazlıklarla ilgilendikleri için, insanlık tarihinin gidişatını, etkin güçlerini, dinamiklerini farkedemiyor, bunlarla ilgilenmiyor. Muhafazakâr dindar siyaset, araçsalcı-faydacı-maddeci, rasyonalist Batı kültürünü eleştirirken, bugün, bütün varoluşsal ilkesellikleri terkederek, araçsalcı-faydacı tercihlerle mevcudiyetini sürdürmeye çalışıyor. Çok derin önyargıları olan, ancak derin fikirleri/tefekkürü olmayan bir toplumda yaşıyoruz. Yakın geçmişte, bir dönem, Türkiye’de, İslami kesimlere yönelik olarak, seküler kötülükler reva görülürken, bu kötülükler normalleştirilebilirken, içerisinde bulunduğunuz dönemde de, bu defa, seküler kesimlere/muhalefete yönelik olarak uygulanan, rövanşist, muhafazakâr-sağcı-dindar kötülükler, siyasal düşmanlıklar/delilikler normalleştiriliyor. Patolojik önyargılar temelinde şekillenen düşmanca karşıtlıklar ortak toplumsal varoluşu imkânsız kılıyor. Her kesime, her konuda iyilik ve adaleti dağıtması gerekenlerin, iyilik ve adaleti yalnızca kendi çevrelerine dağıtmaları, muhalif/eleştirel kesimleri iyilik ve adaletten yoksun bırakmaları, anlayış yetisine sahip olanların kabûl edebilecekleri bir şey değildir. Adalet ya herkes içindir ya da hiç kimse için. Adaleti, yalnızca kendi taraftarlarına dağıtan bir zihniyet, Allah korkusunu askıya almış demektir.
Oportünist siyaset, yandaş olmaları koşuluyla, her tür cehalet/önyargı gösterilerini, algı kirliliklerini sahiplenebiliyor. Güç ve çıkar hesapları ahlak ve adaleti yok sayabiliyor. Dünyayı, toplumu kendi patolojik önyargı kalıplarına göre algılayan, azgın iktidar hırslarıyla malûl, yerli-milli tiranlar için ömür boyu iktidarlar bile yeterli, tatmin edici olmayabiliyor, daha fazlasını istiyorlar. Siyasal gerilik ve ilkelliklerle bütünleştiğimiz için, bir dönem Türkiye’de seküler kesimler ülkenin/vatanın kendilerine ait olduğunu düşünürlerdi, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, bu tür tekelci sahiplenmeler, iddialar muhafazakâr/dindar kesimler tarafından ele geçirilmiş bulunuyor. İktidar hırsları adına bir toplumun renksiz-ufuksuz-taşralı tekdüzeliklere kapatılması, çok hazin bir hikâyenin konusu olabilir.
Günümüz, Siyonist-Haçlı emperyalizmi kötülük/gaddarlık/barbarlık/canavarlık gösterileriyle, İslami direniş mücadelelerini, hareketlerini etkisiz hale getirmeye çalışıyor. İslam dünyası ulus-devletleri, sözünü ettiğimiz kötülük/vahşet/gaddarlık gösterileri karşısında, bunlara maruz kalan direniş hareketlerini değil, haysiyete/özgürlük ve bağımsızlığa ihtiyaç duymadıkları için, rahatlıkla emperyalist iradenin yanında hizalanabiliyor. Bugün, modern/seküler/uygar dünya olarak bilinen dünya, emsalsiz kötülükler yapabilme yeteneğine sahip bir dünya olarak öne çıkıyor. Modernliklerin insanlık dışı bir dünya oluşturduklarını görmek gerekiyor. Müslümanlar olarak, çıldırmış bir dünyada mutlak kötülüğün keskin gerçekliği ile karşı karşıya bulunuyoruz. Modern teknolojik uygarlık, tahayyül edilmesi mümkün olmayan kötülükler/canilikler icat edebiliyor, üretebiliyor. Gazze’li masum bebeklerin, çocukların, kadınların, yaşlıların maruz bırakıldıkları çok derin, eşsiz acılar, sessizlikle karşılanabiliyor. Bütün bu kötülükler emperyalist ihtiraslar adına haklı çıkarılabiliyor.
Teknoloji geliştikçe insani olan her ne varsa, bütün anlamlar/değerler/bilgelikler buharlaşıyor.
Günümüz insanlığı/toplumları, hem küresel anlamda, hem de yerel anlamda, akıldışı, ahlakdışı süreçlerle, baskı altında tutuluyor. Sağcılıklar/milliyetçilikler/mezhepçilikler ve faşizm, Müslüman halkların bilincini derinden köreltiyor. Değişim istemeyen muhafazakâr toplumlar-kültürler, etkin tiranları/tiranlıkları çok seviyor. Oportünist muhafazakârlık, oportünist dindarlık ve oportünist siyaset, insanlığın yeni bir sisteme olan acil ihtiyacını görebilecek, anlayabilecek, karşılayabilecek, bunun için de insanlığa İslam’ı önerebilecek, etkin Müslüman kadrolara sahip değiller. Yeni bir gelecek tasavvuru, ancak, umut verici, ikna edici, tutarlı, bütünlüklü, nitelikli, kapsamlı fikirlerle somutlaştırılabilir. Yeni bir gelecek tasavvuru için, İslami muhalefet ve direniş hareketlerinin toplumsallaşması ve kitleselleşmesi zorunludur.
İnsanlığı derin bir krize sürükleyen modern tarih ve modern uygarlık, çok onursuz bir tablo sergiliyor. İdeolojik ve ırkçı körlük, savaşların iklim krizini derinleştirdiğini görmek istemiyor. Bütün toplumların her şeyden önce ahlaki bir devrime ihtiyacı olduğunu görmek gerekir. Çıldırmış bir dünyanın, çıldırmış yerel ve küresel tiranların ahlaki bir devrimle ilgilenmeleri beklenemez. Psikotik politik kişilikler, kendi hayal alemlerinde yaşarlar. Yapısal bir edilgenliğe mahkûm edilen İslam dünyası ulus-devletleri, siyasal açıdan, onurlu tercihler yapabilecek bağımsızlığa sahip olmadıkları için, bu edilgenliklerin tarihsel nedenleriyle yüzleşmek yerine, Amerika-İran savaşı sırasında olduğu gibi, emperyalist himayeyi seçiyor, ahlaki-düşünsel bir bütünlüğe sahip olmayan Müslüman ya da muhafazakâr aydınlar/akademisyenler vb. yerli-milli-resmi-mezhepçi-mistik yorumların sınırlarını aşma iradesi gösteremiyor. Bu durum Müslüman bilinçlerin evrensel buluşmasını engelliyor. Toplumsal sağcılaşma, çok sefil hamaset hikayeleriyle, dijital şöhret çağının bayağılıklarıyla, bağnazlıklarıyla ilerliyor. Yerli-milli-resmi-mezhepçi sınırlara hapsedilen evrensel İslami bilinç, yerli-milli-resmi-mezhepçi rekabetler karşıtlıklar/önyargılar sebebiyle İslam, onulmaz/derin yaralar alıyor. Yerli-milli siyasal çıkarlar için, araç olarak kullanılan İslam sebebiyle kapsayıcı bir politik bilinç oluşturulamıyor, dışlayıcı politik bağnazlıklar belirleyici hale geliyor.
İktibas Dergisi, Ağustos 2025
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.