Ulusal sınırları belli bir ülkenin veya bir bölgenin sorunları dünyanın yaşadığı sorunlardan ayrı değildir, küresel düzeyde yaşananların bir parçasıdır. Bölgemizde yaşanan sorunlar ne bu bölgeye özgüdür ne de dünyanın genel gidişinden bağımsızdır. Ortada ciddi bir kriz söz konusudur. Küresel büyük güçler kaba (askeri) veya yumuşak güç (bilimsel çalışmalar, medya, eğitim, stk’lar) kullanarak bu krizi örtbas etmeye çalışıyorlar. Küresel düzeyde dünyanın içinden geçmekte olduğu derin krizi anlamak için, olup bitenlere önümüze konulmuş bulunan dar açılı perspektifleri bir kenara bıratıp farklı ve elbette daha geniş ve kuşatıcı perspektiflerden bakma zarureti var. Modern dünyanın sosyal bilimler, örgün eğitim ve medya aracılığıyla bize empaze ettiği bakış açıları, dünyaya ve vuku bulmakta olan olaylara at gözlüğüyle bakmamızı sağlamaktadır.
İlk yapmamız gereken tespit şudur: Yerküresinin genelinde derinden derine sürmekte olan bir hareketlilik var. Tarih boyunca yüryüzünde beşeri hareket olagelmiştir, her hareketliliğin kendine özgü sorunları olmuştur, yeni durumda ise “sorun”dan çok, krizdir. Kriz, hareketliliğin kontrol edilememesinden ve yöneldiği hedefin doğru dürüst kestirilmemesinden kaynaklanıyor. Kesin olan şu ki, her geçen gün çatışma potansiyelleri daha çok artıyor; insanın kan dökücü özelliği daha belirgin olarak öne çıkıyor. Bütün iyi niyetli akademik çalışmalara rağmen, içine girdiğimiz yeni postmodern politik kültür bunu anlamakta yetersiz kalıyor.
Basit bir durum tespiti yapmamız gerekir: Tarihte hiç olmadığı kadar insanoğlu mekan üzerinde, hızla ve kitlesel olarak yer değiştirmektedir. Tam olarak ifade etmese de İbn Haldun’un “bedevi-haderi” kavramsallaştırması, süren hareketliliği anlamamıza bir parça yardım edebilir. İbn Haldun’a göre, bedeviler badiyeden yani sahradan, kırsal kesim veya küçük yerleşim birimlerinden şehirlere (haderilerin yaşadığı yerleşim yerlerine) doğru akarlar. Bu elbette mutlak bir zorunluluk veya “kader” değilse de bir tür kaçınılmazdır. Mutlak olmayan zorunluluk ve bir tür kaçınılmazlık paradox gibi görünse de, mevcut durum budur. Şehir bedevileri veya kırsal kesimlerde yaşayanları çeken bir cazibe merkezidir. Şehrin niçin hep cazibe merkezi olduğunu İslam bilginlerinin, özellikle sarahetle İmam Şatıbi’nin kavramsallaştırmasına (Haciyat-tekmiliyat-tahsiniyat) baş vurmamızda yarar var. İlk insan toplumlarından başlamak üzere genel beşeri hareket badiyeden şehre doğrudur. Bu böyledir.
Modern zamanlarda hareketin seyrini bu yöne çeken şey (yani belirleyici faktör), sadece şehrin refah, konfor, tüketim, gösteri, eğlence, statü, özgürlük vb. kışkırtıcı unsurlarla cazibe merkezi haline gelmiş olması değil –tabii ki bunların önemli etkisi söz konusudur-, fakat belki bunlardan daha çok, kırsal hayatın giderek daha çok yoksullaştırıcı, yaşama şartlarını zorlaştırıcı olması ve taşıyıcı araçlar –medya, eğitim, eğlence kültürü, turizm, spor, ulaşım teknolojisi vs.- yardımıyla kırsal kesimdeki insanın bedeniyle köyünde zihni ve ruhuyla kente taşınmış olmasıdır. 1750 sanayi devriminden bu yana süren modernizasyon ve şimdi gezegen ölçeğinde empoze edilen kalkınmacı politikalar (iktisadi büyüme fetişizmi) sonucu kırsal kesim, köy-küçük ölçekli yerleşim birimleri itici olmaktadır, kentin çekici olması bunu takip eden bir olgu hükmünde rol oynamaktadır.
Sanayi devrimi 1950’de tamamlandı, göç ve demografik hareketlilik sona ermedi, sadece nitel bir değişime uğradı, iltica ve mülteciler sorunlarını bu çerçevede ele almalı. Üç aşamada gerçekleşen bedevi göçün üçüncü dalgasının sürdüğü aşamadayız. Her iki göç dalgasında önemli sorunlar yaşandı, hiç kuşkusuz üçüncü dalganın ortaya çıkardığı sorunlar diğerlerinden farklı olacaktır. İlk dalga kırsal kesimlerden-köylerden kentlere; ikinci dalga küçük kentlerden büyük kentlere doğru göç şeklinde vuku buldu. Üçüncü dalga göçün karakterinde temel bir değişiklik var, bu sefer kentlerin varoşlarından-kenarlarından merkeze doğru yönelen hareketlilik olarak söz konusudur.
BM’nin açıkladığı Nüfus Raporu’na göre, beşeriyetin tarihte ilk defa 2008 yılında nüfusunun yüzde 50’si kentlerde yaşar hale gelmiş bulunmaktadır. Önümüzdeki 20 sene içinde Çin Halk Cumhuriyeti ve ABD nüfusu kadar insan, yani 1 milyar 700 milyon kişi daha kentlere doğru göç edecektir. Bu durumda bedevi hareketliliğinin artık sahradan, kırsal kesimlerden veya köylerden değil, kentlerin kenarlarından merkeze doğru bir seyir takip etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Periferiden merkeze doğru hareket bir süre sonra, eski veya yeni elitlerin yeni ve fakat sosyo ekonomik refah seviyesinin hayli yüksek yeni perifelere doğru yeni hareketlilik başlattıkları gözlenmektedir.
Bir yandan güneyden ve doğudan, batının ve kuzeyin refah havzalarına kararlı bir hareket olurkan, diğer yandan periferiden merkeze-merkezden perfiferiye doğru hareket sürmektedir. Söz konusu yeni hareketliliğin ne gibi politik, sosyal, fiziki ve kültürel derin sorunlara yol açacağı konusu üzerinde oturup düşünmek lazım.