Müslüman olarak herhangi bir meseleyi İslam perspektifinde değerlendirmek gibi bir yükümlülüğümüz var. Türkiye vatandaşı olarak içinde bulunduğumuz toplumsal bünyeye zarar vermemek, zarar vermesi muhtemel gelişmelere engel olmak gibi bir sorumluluk taşıyoruz. Ayrıca Kürt veya Türk olmaklığımız da bize birtakım sorumluluklar yüklüyor. Bu saydığımız nitelikler birbirlerine karşıt olmadıkları gibi birbirlerini tamamlamaktadırlar. O yüzden Kürt meselesini veya Türklerin herhangi bir sorununu ele aldığımız zaman, bu tutum, Türkiyeliliğimize veya Müslümanlığımıza hale getirmez. Tam tersine bu perspektifleri de pekiştirir. Diğer bir ifadeyle Kürtçeyi konuştuğumuz zaman bu Türkçeyi de büyütür. Ayrıca Kürt'ün sorununu, Türk'ün derdini çözdüğümüz zaman hem Türkiye büyür hem de son zamanlar da iyice hırpalanan, sağlı sollu saldırılara maruz kalan, ezeli düşmanları tarafından bölge denkleminin dışına çıkarılmak, mümkünse üzeri ebediyen örtülmek istenen ümmet kimliğimiz de eski ihtişamına kavuşur. O yüzden sayın Cumhurbaşkanının geçen haftaki konuşması büyük bir öneme haizdir. Kürt'ün ve Türk'ün ancak birlikte olunca büyüyeceklerine dair konuşmasından söz ediyorum.
"Kürt'ü Türk'ten ayırırsan, yalnız kalır ve yutarlar. Türk'ü Kürt'ten ve Arap'tan ayırırsan, yalnız kalır zayıflar." Söylediğim gibi sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen hafta içinde yaptığı bir konuşmada geçiyor bu cümle. Konuşmanın akışı içinde son derece önemli başka vurgular da yer alıyor, ama bu cümle, son süreç itibarıyla büyük bir öneme sahiptir. Bana göre müthiş, olağanüstü bir tespit ve yüksek bir vizyonun, perspektifin göstergesi. Bir kere bölge tarihinin özeti niteliğindedir. Yine Cumhurbaşkanı, konuşmasının akışı içinde Türklerin, Kürtlerin ve Arapların bir olup birlikte hareket ettikleri zamanlarda da birlikte büyüdüklerine işaret ediyor. Kuşkusuz, Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik'in de dediği gibi, bu konuşma, "Terörsüz Türkiye" sürecinin bir devlet politikası olduğunu gösteriyor, çünkü devletin başı Cumhurbaşkanı tarafından bir emir niteliğinde deklare edilmiştir.
Konuşmayı dinlediğimde "işi gücü bırakıp bu sürecin tamama ermesi için çalışmak gerekir" dedim. Kuşkusuz, devletin, iktidarı ve muhalefetiyle siyasi partilerin gündeminde böyle bir konu bulunmuyorken de şahsen ben bu meseleyi elimden geldiğince gündeme getirmeye çalışıyordum. Bir gün bu çabamızın makes bulacağını hep ümit ediyordum. Benim yazıp çizdiklerimin etkisiyle oldu, demiyorum, sadece bu meselenin devletin en tepesinden itibaren siyasetin gündemine gelmiş olmasından dolayı memnuniyetimi ve her zamankinden daha fazla ümitvar olmamız gerektiğini belirtmek istiyorum.
Terör ve şiddetin egemen olduğu dönemlerde insanımızın çektiği maddi ve manevi acıların birebir tanığıyım. Geçmişte yaşanmış Zilan gibi katliamlardan geriye kalan hikayelerle büyüdüm. O yüzden özellikle Kürtlerin nasıl bir tehlikenin içinde olduklarını, böyle giderse daha dehşet verici bir tehlike ile yüz yüze kalacaklarını hissetmiştim. Nitekim, bu meselenin kimsenin gündeminde olmadığı günlerde "Kürtleri Bekleyen Tehlike" adıyla bir kitap yayınlamıştım. O kitapta, Kürtlerin, uğradıkları maddi mağduriyetlerin ötesinde büyük bir manevi tehlike ile karşı karşıya olduklarını vurgulamaya çalışmıştım. Terör ve şiddetin gündemimize henüz girmediği günlerde "burnunu göstermekten utanan" Kürt kızlarının dağlarda komün hayatına alıştırıldıklarını, bunun Kürtler açısından büyük bir tehlike oluşturduğunu belirtmiştim.
Terör ve şiddetin sebep olduğu başka manevi çürümeler de var ki saymakla bitmez. Adı geçen kitabımızda ayrıntılı olarak anlatılır. Kısaca diyeceğim o ki, "Terörsüz Türkiye", Kürt'ü ve Türk'ü büyütecek bir vizyondur.