ABD Başkanı Trump son haftalarda, Boko Haram isimli örgütün eylemlerini bahane ederek Nijerya’ya karşı askeri operasyon başlatabileceği yönünde tehditlerde bulunuyor. Hatta askeri yetkililerine buna hazırlıklı olmaları için talimatlar verdiğine dair haberler de yayınlandı.
İşin gerçeğinde Trump’ın Nijerya’ya yönelik askeri operasyon planı Afrika üzerinde son yıllarda kendini iyice belli eden güç ve hakimiyet savaşının bir parçasını oluşturmaktadır.
Doğrudan sömürgecilikten dolaylı sömürgeciliğe geçişte ABD, Afrika sahasını büyük ölçüde Avrupalı müttefiklerine terk ederek onların bu kıta üzerindeki çıkarlarının korunmasına imkân verecek politikaların önünü açık tutmayı tercih etmişti.
Ancak son yıllarda bu kıtadaki bazı ülkelerin yönetimleri Avrupa’nın sömürgeci politikalarından artık sıkıldıklarını belli eden birtakım tavırlarla onlarla ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen çıkışlarda bulundu. Ancak bunu yaparken kendilerini cesaretlendiren, bu kıta üzerindeki hakimiyet mücadelesinde etkili olmaya çalışan Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirmek oldu.
Dolayısıyla Afrika ülkelerinin onları arkalarına alarak eski efendilerle arayı açmaları kendilerine gerçek anlamda bir siyasi bağımsızlık getirmiyor sadece “efendi” değiştirme imkanı sunuyordu. Yine de yeni efendileriyle bazı karşılıklı çıkar hesaplarına dayalı ilişkiler kurabileceklerini düşünerek yeni süreçte hizmetçi düzeyinden küçük ortak düzeyine çıkma fırsatları olabileceği beklentisi içine girmişlerdi.
Bu durum Avrupa’daki çağdaş sömürgeci güçlerle birlikte ABD’yi de rahatsız etti. O yüzden ABD yönetimi Afrika sahasında kendisinin daha etkili bir şekilde yer alması; güç ve egemenlik savaşında daha aktif bir rolü olması gerektiğini düşündü. O yüzden önceden ağırlıklı olarak siyonist işgal rejiminin kurduğu kanallara ve inşa ettiği köprülere güvenen ABD yeni süreçte kendisi doğrudan sahada yer almayı tercih etti.
Ancak Afrika ülkeleri siyasi tavır ve strateji konusunda ABD’yi Avrupa ülkelerinden ayırmıyordu. Çünkü Avrupa ülkeleri dolaylı sömürgecilik döneminde Afrika’da bağımsızlıklarını ilan eden ülkeleri, resmiyette “bağımsız” olarak tanımış olsalar da siyasi ilişkilerinde onların yönetimlerini eski sömürge valiliklerden çok farklı görmüyor, dolayısıyla onlardan kendilerine gönderilecek talimatlara uymalarını bekliyorlardı. Nitekim ABD’nin kendine mahkum ettiği ülkelerle ilişkilerinde de tutumu bundan farklı olmamıştır.
Yaşanmış tecrübelerin sebep olduğu endişelerden kaynaklanan çekincelerin Afrika’da Rusya ve Çin’le ilişkileri güçlendirerek Batı kampına karşı nispeten sırtlarını sağlamlaştırabileceklerini düşünen yönetimlerin, talimatlara uymayı gerektiren bir yönetim anlayışına dayalı ilişkileri sürdürmekte pek gönüllü olmadıklarının görülmesi karşısında Batı kampı ve tabii bu arada ABD yine askeri tehdit gücünü devreye sokmanın işe yarayabileceğini düşünüyor olmalı.
Yüzyıllar boyu sürdürdüğü doğrudan sömürgecilik döneminde Afrika’nın ağaçlarını ve madenlerini Avrupa’ya ve Amerika’ya taşıyan Batı emperyalizmi bu kıtanın siyasi otoritelerini kendine mahkum etmek amacıyla bir yandan da toplumlarının arasına fitne tohumları ekti. Çünkü bu fitne tohumları, birbirleriyle karşı karşıya gelen toplulukların ve siyasi yapıların sürekli Batı’nın yardım ve desteğine ihtiyaç duymalarına sebep olacaktı. Fitne tohumlarının iyi tutması için de bütün farklılıkları değerlendirdi. Farklı kabilelere, dinlere, mezheplere veya oluşumlara mensup olmayı hep insanları birbirine düşman etmenin aracı olarak kullandı.
Herhangi bir Afrika ülkesinin Batı emperyalizminin “talimatçı” politikalarına karşı kendi bağımsız kimliğini öne çıkararak tavır koymaya kalkıştığı durumlarda ise söz konusu fitne tohumlarıyla oluşturduğu düşmanlıkları küçük kıvılcımlarla alevlendirerek büyük yangınlara sebep olabildi.
ABD’nin Nijerya’yla ilgili planı için kullanmaya çalıştığı Boko Haram da, Batı emperyalizminin IŞİD benzeri kirli bir projesidir.