Sonuçta neye yarıyor, bilen var mı?

Mustafa Karaalioğlu

Siyasi tablo, yakın tarihte hiç olmadığı kadar tatsız ve kuralsız... Muhalefet ağır baskı altında ve her gün biraz daha baskı görüyor. Baskıyı yapan da aslında iyi değil... Yapıp ettikleriyle ne kadar özgüvenli görürse de iktidar aynı zamanda kendi kendine bir baskı ve belirsizlik üretiyor. Siyaseti böyle yapmak hiç iyi bir görüntü vermiyor ve anketlere yansıyan da budur. Seçmenden gelen cevaplar iktidarı mutlu edecek türden değildir.

Ortada siyaset yok, siyasi mesaj yok, siyasi vizyon hiç yok; ağır, keskin ve her defasında bir öncekini aşan bir güç kullanımı var. İktidar hangi alanda lüzumlu görüyorsa o alanda muhalefete gücünü gösteriyor. Muhalefet de saldırı altında, doğal olarak iktidarın alternatifi olma ve proje üretme dersini boşlamış, gücü yettiğince direniyor. Proje vakit kaybı, çünkü sözün hükmü yok!

Toplum ise bu eşitsiz ve orantısız güç savaşını izlemeye mahkum edilmiş, çaresizce bekliyor. Söz söylemenin faydası yok. Çünkü seçip başlarına getirdikleri insanlar birer birer tutuklanıyor.

Hafta sonu bir aşama daha geçildi. Hamleler istenilen sonucu vermeyince Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye planı Anadolu’ya yayıldı. Adana, Antalya ve Adıyaman belediye başkanlarına ulaştı. Bunun işe yarayacağını düşünen varsa da söyleyen yok. İklim müsait değil… Siyasi rekabetin siyasi yollarla da yapılabileceğini ve zaten doğrusunun bu olduğunu söyleyebilen ise hiç yok.

Peki tam bu anda başka ne oluyor? Çözüm süreci sürüyor...

Demokrasinin en zor günlerin geçirdiği ortamda Türkiye, yüz yıllık büyük bir problemin çözümü için hiç olmadığı kadar mesafe almış durumdadır. Süreç ilerleye ilerleye silah bırakmaya kadar ulaştı. Kesinlikle tarihi bir fırsat ve tarihi bir noktaya doğru varmak üzereyiz. Gelin görün ki Kürt meselesini, terör problemini çözmek üzere olan ülke yerine bundan daha büyük meseleyi koyuyor. Hem de topyekûn muhalefetin ötekileştirildiği, seçilmiş belediye başkanlarının birer birer hapsi boyladığı bir boyutta.

“Çözüm süreci beraberinde demokratikleşme de getirecek” hipotezi baştan çöktü. Aksine “Bir sorun biterse yerine mutlaka yenisi konmalı” gibi bir pratik işlemeye başladı. O sorunun adı son seçime göre ülkenin birinci partisidir.

Yüz yıllık kanlı ve acılı bir problemi çözülmek üzere olan bir ülke böyle heyecansız olur mu? Bu kadar gergin olur mu? Önümüzde daha uzun ve sancılı süreç var. Atılması gereken kanuni adımlar var. Herkesin elinin taşın altında olmasına ihtiyaç var. Çözüm müzakerelerini sürdüren DEM de tablodan rahatsız ve parti sözcüleri artık kesin bir dille muhalefete yönelik operasyonların süreci olumsuz etkilediğini dile getiriyor.

Evet, bu atmosferin süreci olumsuz etkilediği aşikardır. Asıl aşikar olan ise, Türkiye’nin bütünüyle gergin bir atmosfere girdiğidir. Cumhurbaşkanlığı seçimi hesapları ve bu hesapların gösterdiği muhtemele tablolar siyaseti, siyaset dışı bir mücadelenin içine soktu. O kadar ki; çözüm sürecinin ihtiyaç duyduğu tolerans ve siyasi diyalog bile ıskalanıyor. En önemli mesele hak ettiği fikir zenginliğinden mahrum kalıyor. Öte yanda operasyonlar sadece seçilmiş başkanları değil gazeteciler de hapse gönderiliyor. Televizyon ekranları karartılıyor. Demokrasi geriledikçe Türkiye’nin bir başka hayati meselesi olan ekonomik kriz aşılamıyor. Fakirlik yayılıyor, pahalı hayat ucuzlatılamıyor ve koskoca ülkenin önünde enflasyonu yüzde 30’un altına indirmekten başka bir hedef bulunmuyor.

Muhalefeti baskılayan, çözüm sürecini riske atan, ekonomiyi krize mahkum eden, hukuku, demokrasiyi zayıflatan ve anketlere bakınca da iktidarı asla mutlu etmeyen bir yoldayız... Yanlışı görmek için başka hangi işaret gerekiyor?