Karşılıklı atışmalardan sonra İsrâil-İran savaşı ateşkesle durduruldu. Daha evvelki yazılarda, Trump’ın Siyonistlerle MAGA’cılar arasında sıkıştığını, vereceği karârın bu iki zıt blok arasındaki tercihini ortaya koyacağını yazmıştım. Anlaşılıyor ki Başkan bu sıkışmışlığı çok ustaca aştı. Muhtemelen İran’ı evvelden haberdâr ederek zenginleştirilmiş uranyumun daha emin bir yere taşınmasını sağladı. Daha sonra boşaltılmış tesisleri vurdu. Askerî otoritelere bakılacak olursa, ABD elindeki en gelişmiş sığınak delici bombaları kullandıysa da, bu bombaların delici tesirlerinin dağın derinliklerinde yer alan tesislere tâmiri gayrı kabil derecelerde zarar vermediğini düşündüren çok sayıda emâre mevcut. İranlılar herhâlde bu tesisleri yaparken,bu tarz bir muhtemel saldırının tesirlerini bertaraf edebilecek bir derinlik hesâbı yapmışlardır.
Bombalamanın tahripkârlığından daha mühim olan İran’ın incitilmiş millî gururuydu. Rejimin en mühim meselesi, tahrip edilen tesislerden evvel İranlıların zedelenmiş gururlarını tâmir etmekti. Herkes bu cevâbın , ABD’yi daha fazla savaşa çekeceği; bu sûretle savaşın bölgeselleşerek yayılacağından endişe etti. Çünkü İran, ABD saldırısına mukâbil ,civârındaki ABD üslerini hedef alacağını beyan etmişti. Ama burada, Trump’ın pragmatikliği ile İran diplomasisinin kıvraklığı örtüştü. Muhtemelen kapalı kapılar arkasında haberleştiler. Neticede İran, Katar ve Irak’daki ABD üslerini vuracaktı. Ama bunu, evvelden haber vererek ; yâni ABD’ye her nevi emniyet tedbirini aldırdıktan sonra; üstelik en hafifi dozda yapacaktı.(Muhtemelen füzelerin koordinatlarını bile verdiler). Nitekim öyle oldu. Füzelerin neredeyse tamâmı havada yok edildi. Hasar en alt seviyede kaldı. Trump, bir kaç gün evvel bombaladığı İran’a bu “inceliğinden” dolayı teşekkür etti. Arkasından da İsrâil ve İran arasında bir ateşkes ilân edildi.
Trump sıkışmışlığını zarif bir vücût çalımıyla atlatmış görünüyor. Artık ne MAGA’cıların ne de Siyonistlerin söyleyecek bir şeyleri kalmış olmalı. Siyonistleri için İran’ı vurmuş oldu. Kimse bu saldırının kâfi derecede başarılı olup olmadığını tartışacak durumda değil. Arkasından İran’ın zayıf saldırısı geldiyse de, bunu ciddiye almadığını vurgulayarak işi büyütmemiş oldu. Nihâyet MAGA’cıları da rahatlatan ateşkes geldi. Evet, tam bir çadır tiyatrosu seyrettik. Ama, en azından daha felâketli şeylerin hayâta geçmesinin ,şimdilik kaydıyla önüne geçilmiş oldu. Bu arada bâzı çevrelerin geliştirdiği , III.Umûmî Harp senaryoları şimdilik devre dışı kaldı diyebiliriz. ABD’nin hâricindeki diğer büyük güçler de , başta Çin ve Rusya olmak üzere bu bâdireyi atlatmış vaziyetteler. Hürmüz’deki ticâret bu atışmalar ve çatışmalardan zarar görmedi. Rusya ise arada artan petrol fiyatlarından kesesini doldurmayı bildi.
Bu ateşkesi nasıl değerlendireceğiz? 12 günlük savaş hem İran hem de İsrâil bir çok açıdan çok yormuş olmalı. Ateşkesi kalıcı bir barışa giden yolda atılmış ilk adım olarak değerlendirmek son derecede zor ve yanıltıcı neticeler verecektir. Kanaatimce bu ateşkes, tarafların ,daha sonraki fâsıla için, yaralarını sarmak ve nefeslenip enerji biriktirmeleri için ilân edildi. Savaş ve kapitalizmin mâhut krizleri arasındaki çelişkiyi hatırlamanın tam zamânı.
Kıymetli büyüğüm Bülent Korman Ağabey bana 1984 romanının yazarı George Orwell’ın bir ifâdesini hatırlattı. “Savaş kazanmak için değil, devâmlılığı içindir” diyor Orwell. (War is not meant to be won. It is meant to be continuous). Barış ise iki savaş arasındaki yalancı bahar olsa gerekir. Kapitalizm savaş târihini en az bir kaç defâ dönüştürdü. Kadim muharebeler çok defâ nizâmî ordular arasında en fazla bir kaç gün devâm ederdi. Elbette uzun soluklu savaşlar da yaşanırdı. Meselâ Grek-Pers, Roma-Sasanî, Osmanlı-İran savaşları buna misâldir. Ama uzayan savaşlar kazananın belli olmadığı ve neticede çok defâ iki tarafın da hiçbir şey elde etmeden berâberce kaybettiği için pek de istenmezdi. Modern savaşlar, bilhassa da günümüzdeki savaşlar ise bunun aksine cereyan ediyor. Tıpkı Orwell’in işâret etmiş olduğu üzere bitirilmek için değil, mümkün mertebe kimin kazandığının belli olmadığı,” t zamanda” lâstik gibi uzuyor. Bunun başta gelen sebebi hiç şüphesiz savaşın en kârlı sektörlerin başında gelmesi ve buna istinâden silâh sanayilerinin doymak bilmez iştahları. Bir savaş ne kadar yoğunlaşırsa veyâ uzarsa, o kadar çok kazanıyorlar çünkü. O hâlde her savaşın nihâyetinde, şöyle veyâ böyle bir barışın geleceğini varsaymak son derecede hatâlı görünüyor. Soğuk Savaş devrinde, merkez kapitalist bloku dengeleyen yarı merkez blok, yâni Sovyetler Birliği’nin çökmesinin bu durumu daha da ağırlaştırdığını söyleyebiliriz. Neocon meydan okumalar 1970’lerden başlayarak,üstelik o sonu gelmez Vietnam Savaşı’nın bitirilmesinden sonra gelişti; ama en azgın evresini, Sovyetler çöktükten sonra 1990’lardan sonra yaşadı.O günlerde yaşanan ultraliberal esrikliğinin görmediği de buydu.1970’lerde başlayan derin krizlerin dünyâyı nerelere sürükleyeceğini hiç hesap etmeyen bir yüzeysellikti bu.
İkinci mühim hatâ ise, Neocon/Siyonist saldırganlığın ,bunu mutlak bir dünyâ hâkimiyeti için yaptığını zannetmektir. Yâni, dirençler kırıldığı zaman bu cinnet ,istediğini elde etmiş ve rahatlamış olacak zannediliyor. Geçenlerde dostum gazeteci Mâhir Esen çok mühim bir tespit yaptı. Kendisine tamâmen katılıyorum. Bu savaşlar, bitirmek, bölmek, parçalamak için yapılmıyor. Mâhir Esen, bölme ve parçalamanın neticede şöyle böyle bir düzen doğuracağını ifâde ediyordu. Irak’ı, Sûriye’yi ne böldüler ne de parçaladılar. Bölmek ve parçalamak eski dünyâda müracaat edilen bir yoldu. Bugün tam aksine , Irak ve Sûriye’nin sözde birliği içinde hepsini her an birbiriyle çatışacak şekilde tutuyorlar. Ezcümle, bölüp parçalamanın yerini her an kısa devre doğurabilecek istikrarsızlık şebekeleri döşemek almış durumda Her savaş, Matruşka bebekler gibi yenisini türetmek için yapılıyor. Her savaş kendi marjinalini doğurmaya adanıyor... Bu, ismine sonsuz savaş diyebileceğimiz tam bir sarmal. Bakalım nasıl çıkılacak bu işin içinden?