Siyonist işgalin sadece Filistin için değil tüm İslam âlemi için bir tehdit olduğunu yıllardan beri anlatmaya çalışıyoruz. Orada işgale karşı kararlılıkla sürdürülen mücadelenin de sadece Filistin topraklarını ve halkını değil bütün İslam alemini ve Müslüman halkları savunduğunu da vurgulamaya çalışıyoruz.
Üzerinde durduğumuz iki önemli gerçek daha var. Biri, Filistin topraklarındaki siyonist işgalin Batı emperyalizminin ortak bir cephesi olduğu ve buradaki işgal rejimiyle birlikte Batı emperyalizminin ortak bir savaş yürüttüğü. Diğeri de işgal rejiminin, her ne kadar askeri teknolojide çok ilerlemiş olan ABD’yi ve muhtelif Avrupa ülkelerini arkasına almış olsa da gücünü aslında kendi imkanlarından değil İslâm âleminin zaafından aldığı. Fakat İslam âlemindeki zaafın en önemli sebebi acziyet değil ihanettir.
Ne yazık ki, İslâm âleminin birliğini temsil eden ve gücünü birleştiren kurumların ortadan kaldırılmasından sonra Müslüman halkların üzerine onların değerleriyle savaş halindeki akımları temsil eden işbirlikçi ihanet unsurlarının musallat olması böyle bir ihanete zemin hazırlamıştır.
Bugün İran’a saldırılar düzenleyen işgalci siyonist katillerin yarın kendileri için tehdit oluşturmayacağını düşünenler büyük bir yanılgı içindedir. İşgalci katiller Gazze’de katliam yaparken, vicdan sahiplerinin Gazze ahalisine yönelik “aç bırakma” siyasetini etkisizleştirmek için bir şeyler yapabilmek amacıyla başlattıkları küresel yürüyüşe katılmak isteyenleri engelleme çabası içinde olan Mısır yönetiminin siyonist varlığın kendi ülkesi için de ciddi bir tehdit olduğunu görmemesi mümkün değildir. Yakın tarihleri bunu zaten kendilerine çok açık bir şekilde gösteriyor. Ama kendi halkına ve tüm İslam âlemine ihanet eden cunta, emperyalizmin kendisi için belirlediği görevi yerine getirmek zorunda olduğunu, aksi takdirde halkı tarafından istenmeyen bir dikta rejimi sıfatıyla saltanatını sürdüremeyeceğini düşünüyor. Aynı şey 1967 Haziran Savaşı’nda Mısır’la birlikte işgalci katillerden ağır darbe yiyen Ürdün Haşimi Krallığı için de söz konusudur.
Siyonist işgal rejiminin İran’a yönelik saldırısının tamamen kendi kararı olduğu ve ABD’nin işin içinde olmadığı iddiası realiteye tamamen aykırıdır. Her şeyden önce siyonist işgal rejiminin bölgede yürüttüğü savaşların birçoğu ABD emperyalizmiyle işbirliği içinde ve ortak gayeye yöneliktir. ABD’nin desteği ve yardımı olmadan bu tür savaşlara teşebbüs etmesi imkanı da bulunmamaktadır. ABD’nin desteğine ihtiyaç duyduğu bir savaşı onun onayı olmadan başlatabileceğini düşünmek de tutarsızdır. Ama ABD, tabii saldırıya cevap verilmesi durumunda hedefi daraltmak amacıyla kendisinin fiili olarak savaşa iştirak etmediği iddiasını kullanıyor. Bunun yanı sıra, karşılık verilmesi durumunda kendisinin hadisenin dışında kalmayacağı yönünde tehditlerde bulunmaktan çekinmeyerek, siyonist katilleri sağlama almaya çalışıyor.
Aslında siyonist işgal rejiminin Lübnan’a yönelik saldırıları karşısında, onunla Lübnan’ı gerçek anlamda güvenceye kavuşturmayan ama işgalcilerin kuzey cephesini rahatlatan, böylece Gazze’ye daha fazla yüklenmesine, üstelik Batı Yaka (Batı Şeria) bölgesindeki mülteci kamplarında önemli yıkımlar ve katliamlar gerçekleştirdiği yeni cepheler açmasına ve kuşatmalar gerçekleştirmesine fırsat veren bir ateşkes anlaşmasının kabul edilmesi ciddi bir hataydı. Bunda İran’ın doğrudan bir etkisinin olmadığı söylenebilir; ama İran tarafından desteklenen Hizbullah’ın siyonist işgal rejimini sıkıştırmaya devam etmesi işgalci katillerin daha çok yıpranmasına sebep olabilirdi. Bugün siyonist tehdit karşısında verilmesi gereken mücadele tarzı da onu daha fazla yıpratma ve yıldırma hedefine yönelik istikrarlı ve kararlı mücadele olacaktır.
Bugün işgalci siyonistlerin İran’a yönelik saldırılarına verilecek en iyi cevap da belki Lübnan tarafından yeniden askeri cephe açılması ve işgalcileri sıkıştıracak askeri operasyonların tekrar başlatılması olacaktır.