Hükümleri kesin ve temyize kapalı olan iki yüksek yargı kurumu var Türkiye’nin anayasal düzeninde. Biri Anayasa Mahkemesi, diğeri Yüksek Seçim Kurulu.
Gerçi her iki yüksek yargı organının da bazı hükümlerini uygulama konusunda siyasi iktidar önceki dönemde farklı bir yaklaşım gösterdi ama anayasa hâlâ yerli yerinde.
Bu bakımdan, 2023’te Özgür Özel’in genel başkan seçildiği CHP kurultayının iptali talebiyle açılan dava konusunda geçtiğimiz hafta AK Parti’nin YSK temsilcisinin yaptığı açıklama önemliydi.
İktidar partisinin YSK’daki temsilcisi hukukçu Recep Özel şunu söylüyordu: “YSK kararını asliye ceza mahkemesi veya ağır ceza mahkemesi bozamaz, bozmamalı, böyle bir şey olamaz. Eğer bozarsa bütün sistem allak bullak olur. Siyasi partilerin davalarında, kongrelerinde ‘yok hükmünde kabul edilmesi’ gibi bir karar görülmüş bir şey değil.”
Bilindiği gibi, siyasi partilerin kongre süreçleri ilçe seçim kurullarının gözetimi altında gerçekleştirilir. Nihai olarak YSK onay verir. Usul yönünden bir hata veya eksiklik yoksa kongre sonuçları resmileşir. CHP kurultayı da bu şekilde gerçekleştirildi. Bilahare sonuçlara itirazda bulunuldu, YSK toplanıp itirazları değerlendirdi ve kongrenin geçerli olduğuna hükmetti.
Şimdiyse ortaya atılan birtakım iddialar üzerinden biri asliye hukukta, diğeri ağır ceza mahkemesinde olmak üzere iki ayrı dava görülüyor. Bu davaların sonucunda bir mutlak butlan durumu tespit edilirse, CHP’nin kongre sonuçlarının iptal edileceği söyleniyor.
Bunun anlamı Yüksek Seçim Kurulu’nun bypass edilmesidir, hukukçulara göre. Ancak geçmişte Can Atalay davası başta olmak üzere birçok konuda hükümleri uygulanmayan bir yüksek mahkemeden söz ettiğimizi de biliyoruz. Buna rağmen iktidar partisi içinden gelen hukuk ve anayasa uyarısının önemi azalmıyor elbette.
Meselenin hukuki boyutu ve bununla ilgili sakıncaları yanında siyasi boyutu ve siyasi sakıncaları da önem taşıyor. Dolayısıyla gelişmeleri bu zaviyeden de değerlendirmek gerekiyor.
İktidar çevreleri “Biz bu işin içinde değiliz, bu yargının konusu” deseler de son yıllarda iktidar partisinin siyaset stratejileri içinde muhalefeti bölme fikrinin küskün seçmeni geri kazanma çabasının önüne geçtiği bir gerçek. Kazanmaya değil, karşı tarafa kaybettirmeye yönelik bir strateji bu. Geçmişte işe yaradığı da doğru. Ancak iktidar partisinin oy oranının yüzde otuz bandına oturmuş göründüğü bir süreçte böyle bir siyaset tarzının ne ölçüde işe yarayacağı ayrıca hesaplanmalı.
Belki de AK Parti içinden gelen itiraz da böyle bir hesaba dayanıyor.
Mahkemenin “mutlak butlan” kararı için ceza yargılamasının sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle karar duruşmasını Eylül ayına ertelemesini buna bağlayanlar da var ama biz böyle bir yorumda bulunabilecek durumda değiliz.
Diğer yandan, kongre iptali gibi bir kararın siyasi sonuçları itibarıyla CHP’de bölünmeye yol açacağı, şimdiki parti yönetiminin yuvalarından ayrılarak yeni bir partiyle siyasi mücadeleye devam etmek zorunda kalacağı bellidir. Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel ikilisinin CHP’nin tarihsel yükünden azade yeni bir partiyle daha geniş kitlelere ulaşıp daha büyük bir başarı kazanabileceği hesaplanmıştır belki de. Kim bilir!
CHP yönetiminin yargı eliyle değiştirilmesi muhalif kitleyi motive edecek ve toplumdaki muhalif enerjiyi büyütecek bir toplumsal atmosfer de doğurabilir.
Bütün bunların masaya yatırılarak bir değerlendirme yapıldığını söyleyenler haklıdır belki. Ancak, aklın yolu siyaseti yargının konusu olmaktan bütünüyle çıkarmaktan geçer. Aksi takdirde bu yanlış siyaset anlayışından herkes zarar görür.