Sekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek?

Mücahit Bilici

Baskı ve aşağılamaya maruz kalan dindarlar tepki olarak onyıllarca ‘İslamî devlet’ten, ‘İslamî ekonomi’den, ‘İslamî siyaset’ten vesaire bahsettiler. Herşeye bir İslamî alternatif getirme gereği hissedildi. Kibirle, gösterişle başa kakılan bazı Avrupa menşeli nesnelerin tahakkümüne karşı tepki olarak “bunların bize ait versiyonu da var” denildi. Bazan da “sizdeki şu şey var ya, aslında o size bizden geçti” denildi. Aksi durumda İslamda bir eksiklik olduğu vehmine kapılmaktan korktu insanlar. Devredışı kaldıkları her alanda “huzur İslamda” dediler.

Bu herşeye İslamî veya yeşil bir alternatif tahayyül etme refleksi son tahlilde zamanın testine tabi oldu. Dindarlar güçlendi, laf yerine icraat konuşmaya başladı. Bazı şeylerin İslamîsinin olduğu bazı şeylerin de İslamîsinin olmadığı anlaşıldı. Yani bizzat İslamın kendisi bazı şeylerin İslamî yapılmasını lüzumsuz, anlamsız kıldı (kılmaya devam edecek). İslamı bir ideoloji olarak algılayıp herşey üzerinde total(iter) bir kontrole mecbur saymanın bizzat kendisi gayriİslamî bir tutum bile olabilirdi. Bu eziklik reaksiyonunun yerine sükunetli bir okuma konması gerekiyordu. Dindarlar henüz mevcut tecrübenin çıktılarını almış sayılmazlar. Ancak bugün dindarların dünyasında yaşanan ve her toplumda olan yozlaşma ve anomik krizleri İslama veya dindarların köylülüğüne, İslamın barbarlığına yorma çabaları da yine mütehakkim bir konumdan yapılan başkaca sığ okumalardan öteye gidemiyor. 

Önceki gün Türkiye’nin en kaliteli akademisyenlerinden biri olan Gökhan Bacık’ın Müslümanların modernleşme sorunları bağlamındaki bir söyleşisini dinledim. Orada verdiği bir örneği burada zikretmek isterim: Bir odada insanların elinde bir balon var, kırmızı bir balon. Onu şişiriyorlar, oynamak için. Şişiriyorlar, sonra biraz daha şişiriyorlar. O kadar ki balon artık oda kadar şişiyor. Yani balon odaya veya odada başka bir şeye izin vermeyecek kadar herşeyleşiyor. Bu çarpıcı örnek, İslamcılığın eleştirisi bağlamında beni yıllar önce Birikim’de çıkan eski bir yazıma götürdü: “İçselleştirilmiş ‘Öteki’lik ve Her Şey Olarak İslâm” (Birikim, Sayı: 113, Eylül 1998).

Herşeyin İslamî versiyonunu iddia etme ve üretme eğiliminin problemli olduğunu anlatan bir yazıydı. Şimdi “odadaki kırmızı balon” örneği bu meseleyi yeniden tartışmak için güzel bir illustrasyon olarak görülebilir: Odada bir balon var. Onu şişirirken ölçüyü kaçırıp onu oda kadar şişirmenin yolaçtığı krizi düşünün. Bu örnekte oda dünya veya hayat iken kırmızı balonu da din olarak düşünebilirsiniz. Yani odada hem balona yer var hem de odada balonun bir yeri var. Ama balon oda kadar buyurse (yani din hayatın her alanına yayılan, empoze edilen, herşeyi kapsayan bir konuma getirilirse) bir sorun var denmek isteniyor. Gerçekten de bu örnekte balonun faydalı kalabilmesi için oda kadar büyümemesi gerekiyor. İslam dünyasında görülen modern çağa uyum sorunları bağlamında anlatılan bu balon meselinin geçtiği söyleşide mealen su tespit yapılıyor: Din dışı alanların özerkliğini imkansızlaştıran bu aşırı kapsamacılık rasyonaliteye izin vermiyor.

Bana kalırsa odadaki balon örneğinde metafor doğru olmakla birlikte ilişkinin tarafları sanki ters tanımlanmış. Müslümanların mevcut halinin faturasını İslama çıkarmak ne kadar sıkıntılı ise başka bir tecrübenin Müslüman toplumun öznellik kapasitesini sınırlamasına itiraz etmemek de problemli geliyor bana. Çünkü aniden odada beliren balonun odayla intibakı sorununu iki şekilde çözebiliriz: Balonun oda kadar şişirilmesi balonun genişlemesi olarak anlaşılabileceği gibi odanın balonu benimsemesi, onu hazmı olarak da görülebilir. Bu konuyu ve bunun genel Müslüman modernleşmesi ile ilişkisini biraz açmam gerekecek.

Konuya doğrudan girmek açısından ileri sürmek istediğim birinci tez şudur: Herşeyin “İslamîleştirilmesi” eğilimi yani herşeyin İslamîsinin vurgulanması eğilimi sanıldığı gibi İslamîleşmenin değil aksine Müslüman kalarak sekülerleşmenin bir aracıydı. Yani sanıldığı gibi sekülerliğe karşı bir tepkinin sonucu değil bizzat sekülerliğin üretilmesinin bir sonucu idi. Balon, odaya dokunmanın bir eldiveni olarak o kadar şişirildi, oda kadar şişirildi. Odaya Müslüman olarak yerleşebilmek için bir tür temelluk operasyonu, bir malikiyet ritüeli idi.

İslamın herşey olduğu iddiası, ilk kez İslamın herşey olmadığının anlaşıldığı zamanda ortaya çıktı. O yüzden modern bir mesele. İslamın nesneleşmesi ve Müslümanların elinden çıkmamış (yerli olmayan) sekülerliklerle marjinalize olması böyle bir endişeyi ve sorunu doğurdu. Müslümanların elinden çıkan (yerli olan) binlerce yıllık sekülerliklerin hiçbiri İslamın herşey olduğu endişesini tetiklemedi. Sorun hiçbir zaman birşeyin özerkliği ve sekülerliği olmadı. Müslümanların devleti ekseriyetle zaten hep sekülerdi. Bilimleri de. İslam dünyadan kaçan ve dini dünyayla zıtlık üstüne kuran bir din olmadığı için zaten kendi içinde sekülerliğin ulaşmak istediği özerklikleri doğurabilen bir din olarak varoldu asırlarca. Avrupa’da Protestanlık dünyaya alan açarak dünyayla barışmaya çalıştığında İslamlaşmakla suçlandı.

İslamın sekülerlikle (dünyayla, fıtratla, insan müktesabatıyla) çatıştığı varsayımının bizzat kendisi Oryantalizmin Müslümanlarda açtığı bir yaradır. İşlenmeyen bir suçla itham edilen insanın suçtan kendini savunmaya (tebrie etmeye) çalışırken o suçu işler hale gelmesi sözkonusu. Savunma yapmak zorunda kalmak kaybetmenin yarısıdır. İslamı ezerek sekülerliğe alan açtığını düşünen Batı taklitçileri ile tepkisellikle herşeyin İslamîsini vurgulama zorunda hissedenlerin ikisi de aslında bu Oryantalist darbeden yaralanmış bilinçlerdir. İçselleştirilmiş bir “öteki”ligin mağdurlarıdır.

Peki neden böyle bir durum oldu? Yukarıda bahsi geçen balon aslında din değil sekülerlik. İslamîlik adıyla zikredilen herşey sekülerleşmenin İslam adına vaftiz edilmesi, dünyevi olana Müslümanlar eliyle tekrardan abdest aldırılmasıdır. O yüzden orada bir sorun değil, bir normalleştirme ve meşrulaştırma işlemi var. Evet, Müslümanlar modernleştikçe herşeyden veya herşeyin İslamîsinden bahsetmek durumunda kalıyorlar. Dokundukları şeylere İslamîlik atfetmek suretiyle (onları sekülerleştiriyorlar ve) kendilerine ait kılıyorlar. İslam devleti, Müslümanlara ait seküler devlettir. Burada sekülerlik önemli olan şey değildir. Müslümana ait olması asıl olandır: Müslümana ait sekülerlik de İslamî olmuş oluyor. Bu noktayı göremeyen analizler bugüne kadar hep yanıldı. Çünkü İslama içinden değil dışından bakan bir Batılı perspektifi, İslamın içinden bir tecrübeyi anlamak ve anlamlandırmak için kullandılar. Medeniyetsel ve politik bir farkın yolaçtığı zihinsel incinme, tarihsel bir tecrübenin yorumlanmasında metodolojik bir hataya sebep oldu. Bu hataya düşmeden Müslüman modernleşmesini nerede beklemeliyiz?

Müslümanlar nasıl modernleşecek?

Müslümanların geçmiş patoloji ve mazeretlerini konuştuk. Peki İslam dünyasında sekülerleşme ve modernleşme tam olarak nasıl olacak? Bence çoğu analizin dikkat etmediği husus şudur: Bizim Batıya benzeyeceğimiz varsayımıyla düşünmeye devam ediyorlar. Belki antropolojik anlamda sürekliliğimiz devam eder ancak kültürel olarak Müslümanların sekülerliği yahut daha doğru ifadesiyle Müslümanların modernliği daha farklı bir sonuç doğurabilir. Bu ne anlama geliyor? İki açıdan açıklamaya çalışayım. 

Birincisi, İslamın bazı intrinsic/zati özelliklerinden kaynaklanan bazı farklılıklardan dolayı Müslümanların modernliği Batı tecrübesinden ayrı biçimlerde tecelli edebilir. Evet, İslam dinlerden bir dindir ama öbür taraftan dinlerin en moderni, en seküleridir argümanı da ileri sürülebilir. (Zira İslam bir proto-modernlik olarak da okunabilir.)

İkincisi: Modernlik bir tür özneleşme olduğu için insanların öznelliğini hesaba katmayan hiçbir modernleşme çabasının başarılı olma şansı yoktur. Yani Müslüman modernleşmesinin başarılı olması için Müslümanın menfaatine ve onuruna hizmet etmesi lazım. Mesela Kemalizm, Müslümanların menfaatini düşündüğünü varsaydığımızda bile onların onurunu hesaba katmadığı için başarısız oldu. 

Bu yüzden çoğu insan için garip gelebilecek şu iddiada bulunuyorum: Bugün Türkiye’nin sağlıklı, gerçek, organik modernleşmesi savunma sanayi üzerinden gerçekleşiyor. Ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Ancak bu Türkiye’nin sadece bir sanayi inkılabı değildir. Öznelliğin kendine ait bir dayanak bulmasıdır. Daha önceki manzaraya bir bakalım: Fabrikaların var, demir-çeliğin var, mühendis bulabiliyorsun, Viyana’da Berlin’de öğrenci okutup geri getiriyorsun… Herşey var ama modernleşmen gerçekleşmez. Taklitte kalırsın çünkü öznelliği tepede tutan bir kendilik farkındalığından mahrumsun.

Öznellik kubbesinin altında vuku bulmadığı için o çabalar Kemalizm örneğinde olduğu gibi zorlama modernleşmeler şeklinde kalır. Ve organik bir mahiyet arzetmez. Fakat mesela Müslüman milletinin, İslam ümmetinin müdafaası için radar geliştirmemiz gerekiyor dendiğinde orada ortaya çıkan rasyonalite, işte o gerçek modernleşmenin anahtarıdır.

Bir siha bir üniversiteden bile daha ilerleticidir. Akıl ve bilim, ihtiyacın ve benliğin lokomotifine takılmıştır. Ve modernleşme sanıldığı gibi normatif değerlerin alımlanmasıyla, hukukun taklit edilmesiyle gerçekleşmeyecek. Benliğin merkezde olduğu savaş halinden neşet edecek. Organik bir Müslüman sekülerliğinin  doğabilmesi için Müslüman modernliğinin vuku bulması gerekir. Onun vuku bulması için de Müslüman öznelliğinin merkezde durması gerekir. Bu yüzden Türkiye gibi Müslüman bir memlekette organik olan modernleşme, sağlıklı ve başarı şansı olan bir modernleşme, İslamcıların modernleşme projesi olacak (Kemalistlerin değil, liberallerin değil, Avrupalıların değil). Yani Müslümanların dünyada farklı bir yer işgal ettiğini, farklı bir varoluşu ifade ettiğini teslim eden her tür fikri çerçeve (İslamcılık gibi) burada doğru yerde durmuş olacak. Burada İslamcılığa özgü bir durumdan bahsetmiyorum fakat İslamcılığın Müslüman özneyi farklı ve var kılma ısrarı organik bir modernleşme için olmazsa olmaz niteliktedir. Batının geçtiği yol Batı değil kendilikti. Müslümanların geçeceği yol da kendiliktir.