ALİ BULAÇ - (The Turkish Post)
İslam dinine göre ruh, Allah’ın işlerinden olup insandaki bütün manevi, entelektüel ve duygusal motivasyonların kökenidir. Allah’ın insana üflediği ruh ise, bu durumda insani ruhun kendi özüne, ontolojik kökenine yabancılaşması insanı mutsuz kılar.
Nihayetinde bizim dünya hayatımız bir gurbettir; yeryüzü bizim asli yurdumuz değildir. Geçici olarak burada birkaç sene yaşıyor, sonra ölüp bu yurdu terk ediyoruz.
Eğer bu dünyayı “Allah bizden hoşnut ve biz de O’ndan hoşnut olarak” (Fecr, 28) terk etme başarısını gösterebilmişsek, ebedi hayatımızda mutlu olacağız demektir.
Peki bunun yolu, yöntemi, enstrümanları, araçları nelerdir?
Ruhun yatağı kalptir. Kalbe değişme, akletme, fıkhetme fonksiyonları atfeden Kur’an-ı Kerim’e göre (7/A’râf, 179) bütün insani arzu ve istekler, zihinsel yönelim ve olgular bu manevi teknede mayalanır.
Kalbin sağlıklı olması, insani üç boyutun da sağlıklı olmasının teminatıdır. Akıl kalbin nurudur, sevgi kalbin enerjisidir.
Eğer insan Allah’la, varlıkla, canlı tabiatla, öteki insanlarla ve kendisiyle barış içinde olursa, sağlık ve mutluluk temin edilmiş olur. “İslam” kelimesinin etimolojisinde ontolojik güvenlik, barış (silm), selamet (kurtuluş) ve ilahi iradeye teslimiyet bir arada bulunur. Bunu da başarmanın yolu; kalbin Allah’a bağlı olması, Allah’tan başka hiçbir şeyin (güç, iktidar, servet, şöhret, şehvet) sevgisini taşımamasıdır. Bu evsaftaki kalbe kalb-i selim denir.
Bizi kötü eylemlere yönelten istek ve arzularımızın ana yatağı da kalptir.
Kalpte ortaya çıkan bir istek veya arzu, beyne havale edilir. Beyin, zekânın imkânlarını kullanarak gelen istek ve arzuyu rasyonalize eder, komuta dönüştürüp duyulara gönderir. Beynin belli başlı fonksiyonları matematik ve geometrik çalışmalardır. Beş duyu organı, beyin tarafından rasyonalize edilen kalbin istek ve arzularını realize eder.
Kalbin Allah’la sıkı irtibat hâlinde olması, aklî ve duygusal sağlık için şarttır. Kur’an, söz konusu irtibatı “Allah’ın zikri” diye ifade eder.
Zikri üç şekilde düşünmek lazım:
a) Kalbin Allah’ı anması,
b) Dilin Allah’ı ve güzel isim ve sıfatlarını tekrarlaması,
c) Duyuların ilahi emir ve yasaklara göre kullanılması.
Bu, Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir: “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (13/Ra’d, 28)
Buna göre mutluluk, bedene haz ve lezzet veren şeylere erişmek veya acı-elem veren şeylerden uzaklaşmaktan ibaret değildir; varlığın ve hayatın kaynağı Allah’a teslimiyet içinde yaşamaktır. Büsbütün haz, hedeflenen mutluluğu eleme, ıstıraba çevirir; büsbütün elem de, her biri birer tadımlık olan cennet nimetlerinin tamamen kaybına sebep olur.
Denge, Münzel Şeriat’ın belli hudutları ve Peygamber Sünneti üzere yol haritasını takip etmektir. Rol model Hz. Peygamber (s.a.s.)’dir.
Ruhun saadeti, itidalinde; itidali, menşeine doğru sülûkundadır.
Bu amaçla Müslümanların rutine bindirip anlamlarını, hikmet ve maksatlarını unuttukları belli başlı enstrümanları şöyle sıralayabiliriz:
Namaz: Namaz, günde beş kere huşu ile ilahi huzura çıkmak, zihni hayatın anlamı ve amacı üzerinde teksif etmek, derin bir duyuşla abdestle bedeni arındırdığımız gibi ruhu da arındırmaktır. Buna nefsin tezkiyesi denir. “Namaz dinin direğidir.”
Oruç: Yılda bir ay oruç tutmak (Hicrî takvime göre Ramazan ayı), gün boyu yemeden içmeden ve cinsel ilişkiden uzak durmak, iştah ve şehvet peşinde koşan nefsi dizginlemektir. Yoksulların mahrumiyet dünyasını paylaşmaktır ki, ruh bedene üstün geldiğinde ruhsal sükûnet sağlanır.
Zekât: Yoksulları servetimize dâhil ettiğimiz önemli bir ibadettir. Servetimizin asgarî yüzde 2,5’unu yoksullara vermek zorunda olduğumuz zekât, hem ruhsal sağlığı hem toplumsal barışı bozan, sınırsız güç ve sermaye biriktirme hırsının; ölümcül rekabetin ve beşerî-tabii kaynakları tahribe yönelmiş açgözlülüğün önüne geçer.
Zekât veya sadaka olarak isimlendirilen, servetimizden yoksullara vermek zorunda olduğumuz bu miktar Allah’ın hakkıdır. Allah’ın hakkı, yoksulların hakkıdır. Amerikalıların bir araştırmasına göre yürüyüş, çikolata ve muhtaçlara yardım, insanın mutluluk hormonlarını faaliyete geçirir.
Hac: Dünyevî tüm meşgaleleri, unvanları, statüleri, elbisemizi üstümüzden çıkarıp bir kenara atarak ihram giydiğimiz, mahşer provasına iştirak ettiğimiz ibadettir. Beyaz ihramla bütün ayrımcılıklar ortadan kalkar; herkes, yapıp ettiklerinin hesabını vermek üzere günün birinde, yani öbür dünyada Tanrı’nın huzuruna çıkacağını düşünür.
İhramlı iken hiçbir bitkiye ve canlıya zarar verilmez; herkes Hac’da Tanrı’nın misafiri (Duyûfu’r-Rahman) olarak gerek kendine, gerek öteki insanlara ve gerekse Allah’a ait haklara harfiyen riayet eder. Hac’da öğrendiklerini ve tatbik ettiklerini hayatının geri kalan kısmında da sürdürecek olursa, kendi nefsiyle, öteki insanlarla, tabiatla ve Allah’la barış içinde yaşar.
İslam imanının temeli, Allah’ın birliğine, ahiret gününe ve Allah’ın insanlara elçi (Resul ve Nebi) gönderdiğine inanmaktır.
Kelime-i şehadet, imanın teyidi ve tasdiki; amel için giriş kapısıdır. Namaz, oruç, zekât ve hac imanın en temel enstrümanlarıdır. Vahiy meleği Cebrail, Hz. Muhammed’e bunları öğrettikten sonra, ruhsal duyuş ve pratiği “ihsan” kelimesiyle ifade etmiştir ki, bunun manası: “Sen Allah’ı görüyormuş gibi kulluk et; sen O’nu görmüyorsan da, O seni görür.” (Müslim, İman, 1)