Rojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar

Mesut Yeğen

8 Aralık 2024’te Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştiğinde Türkiye’nin Rojava’da beklentisi kabaca şuydu: (PKK’yle beraber) SDG ve özerk yönetim de feshedilip merkezi idareyle bütünleşir, Kürtler Türkiye’de DEM Parti, Suriye’de de PYD’yle temsil edilir, Kürt meselesi her iki ülkede merkezi devletin tayin ettiği sınırlar içinde evrilir vs.

Geride kalan aylarda yaşanan gelişmeler Türkiye’nin beklentilerini boşa çıkarmadı ama karşılamadı da. Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı fesih ve silahsızlanma çağrısında YPG/SDG adlı adınca anılmadığı gibi 10 Mart’ta rejimle imzalanan mutabakatta SDG’nin devletle askeri ve idari bütünleşmesi meselesi farklı yorumlamalara izin veren bir çerçeveye yerleştirildi. 

Türkiye’nin beklentilerinin bugünden yarına gerçekleşmesinin zor olacağını gösteren bu gelişmelere son birkaç haftada yenileri eklendi. Alevilere yönelik katliamları, Dürzilerle rejime bağlı gruplar arasında yaşanan çatışmalar, SDG’nin rejimle bütünleşmesinde neredeyse hiçbir adımın atılmaması, SDG’yle rejim arasında Paris’te yapılması planlanan görüşmelerin iptal edilmesi ve önce Dürzilerin ardında da Alevilerin otonomi talep etmesi takip etti. Bunlar olurken İsrail ordusu da Şara rejimini hırpalayıp durdu.

Türkiye’nin, SDG’nin feshedilerek Kürtlerin rejimle bütünleşmesi beklentisinin gerçekleşmesinin güçlüğüne işaret eden bu gelişmeler ABD’nin Suriye siyasetinde de bir revizyonun gerçekleşmesine yol açmış görünüyor. SDG’nin Suriye’deki akıbeti ve Suriye’de rejimin geleceği konularında birkaç hafta öncesine kadar Türkiye’nin pozisyonuna yakın duran ABD’nin Ankara büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Barack ilk kez Suriye için ‘federasyona yakın bir çözümden’ söz etmeye başladı. Henüz kesinleşmemiş olmakla beraber ABD’nin bu pozisyonda kalması durumunda Türkiye’nin Suriye’deki beklentilerinin gerçekleşmesi iyice zorlaşabilir.

Suriye Gerçekleri

Geçen hafta da yazdım: İşlerin bu biçimde ilerlemesinin ardında Suriye ve Rojava ‘gerçekleri’ var. İlk gerçek şu: Suriye’de, merkezinde HTŞ’nin olduğu bir siyasi birlik kurmak imkansız değilse de zor. 15 senelik iç savaştan sonra Kürtlerin, Dürzilerin ve Alevilerin, merkezinde HTŞ’nin olduğu bir siyasi birliğe ‘eşit vatandaşlık’ temelinde katılmaları zor. Çünkü bunlarla HTŞ arasındaki zihniyet farkı büyük. Kürtler, Dürziler ve Aleviler seküler, çoğulcu ve ademi merkeziyetçi bir Suriye isterken, Şara rejimi “tek devlet, tek ordu, tek hükümet” formülüne yaslanan bir Suriye’nin peşinde. 

İkinci gerçek de şu: Şara rejimi “tek devlet, tek ordu, tek hükümet” vizyonunu bu üç gruba kabul ettirebilecek askeri kapasiteden mahrum. Rejim, Türkiye’nin desteğiyle kısa zamanda bu kapasiteye ulaşabilir ulaşmasına ancak Türkiye Suriye’de yalnız değil. Türkiye’nin bu adımı atması halinde İsrail, ABD ve Fransa, Dürziler ve Alevilerle beraber Kürtleri rejime karşı kollama ve destekleme pozisyonuna geçebilir. 

Üçüncü gerçek de bölgesel sahneyle ilgili. Suriye’ye hakim olan uluslararası ilişkiler dengesi Türkiye’nin beklentilerine uygun bir Suriye’yi garanti etmiyor. Türkiye’nin ve Şara rejiminin Suriye vizyonu İsrail’in Suriye vizyonuyla örtüşmüyor ve bu ayrışmada İsrail Türkiye karşısında Batının desteğini alabileceğine güveniyor. Üstelik, Türkiye’ye daha yakın olabilecek Körfez ülkelerinin de Türkiye’nin yanında olacağının garantisi yok. Belki Katar hariç.

Özetle, Türkiye’nin beklentilerinin gerçekleşmesini güçleştiren Suriye’nin gerçekleri. Suriye’deki iç ve dış aktörlerin arzuları arasındaki farklar ve bu aktörler arasındaki güç ilişkileri Türkiye’nin beklentilerinin gerçekleşmesini güçleştirip, geciktiriyor. Türkiye bir yolunu bulup ABD’nin ve İsrail’in Suriye’deki pozisyonunu değiştirmedikçe ya da bizzat kendi beklentilerini yenilemedikçe bu gecikme hali devam edeceğe benziyor.

Olasılıklar

‘Süreci’ de etkilemesi kuvvetle muhtemel bu gecikme vaziyetinin neye yol açabileceğine gelince… 

Alevilere hamilik etmek ve İsrail’i kısmen de olsa dengelemek için Rusya’yı yeniden sahaya davet etmek gibi ‘yan seçenekler’ bir tarafa bırakılacak olursa, Türkiye’nin önünde birkaç ana seçenek var: Rejime desteğini artırarak istediklerini almak, doğrudan müdahaleyle istediklerini yapmak, Misakı Milli 2.0 vizyonuna sıçramak, beklentilerini revize edip Suriye vizyonunu Suriye’deki diğer aktörlerle uyumlulaştırmak. 

İlk seçeneğin işlemesi zor çünkü rejimi Kürtler, Dürziler ve Aleviler karşısında egemen kılmak için verilmesi gereken askeri destek büyük olduğu gibi bu seçeneğin tercih edilmesi durumunda İsrail (ve muhtemelen başka ülkeler de) bu üç grubu destekleyebilir. Bu da Suriye’de yeniden bir vekiller savaşının başlaması demek olur ki, bu durumda rejimin ülkede egemen olması iyice imkansız hale gelebilir.

İkinci seçeneğin çalışması daha da zor. Türkiye’nin Suriye’de istediği nizamı doğrudan kendi askeri ve idari kapasitesiyle kurmaya çalışması hem İsrail’le karşı karşıya gelme riskine yol açabilir hem de Kürtlerle yürüyen çözüm sürecinin hepten çökmesine. Bugünkü bölgesel tiyatro da ikisi de alınabilecek risklere benzemiyor.

Çalışması daha da zoru üçüncü seçenek olabilir. Türkiye’nin rejimle kurduğuna benzer bir ilişkiyi SDG’yle kurmasıyla ortaya çıkabilecek “Misakı Milli 2.0” seçeneğinin çalışması birkaç açıdan birden zor. Öncelikle, Suriye’de “tek devlet, tek ordu, tek hükümet” ilkesinden vazgeçmeyi ve Kürtlerle bütün bir bölgede yeni bir ilişki kurmayı gerektiren bu seçeneğe devlet aklı pek yakın görünmüyor. Bahçeli’nin “Türkler ve Kürtlerin kardeşliği” vizyonuyla Erdoğan’ın “Türkler, Araplar ve Kürtlerin kardeşliği” vizyonu arasındaki fark ve Türkiye kamuoyunun bu seçeneği satın alma ihtimalinin zayıflığı da bu seçeneği işleyebilir olmaktan alıkoyuyor. Türkiye’nin bölgede ‘fazlasıyla’ etkili olmasına yol açabilecek bu durumun başka ülkelerle gerilim yaratabilecek olması zorluğu daha da artırıyor.

Mevcut şartlar aynı kaldıkça çalışması daha muhtemel görünen seçenek sonuncusu. Türkiye, beklentilerini bir kısmıyla revize ederek Suriye vizyonunu Suriye gerçekleriyle barışacak minvalde yenileyebilir. Suriye’de bir tür ademi merkeziyetçi yönetimin oluşmasına razı olunursa, hem Kürtlerle, hem rejimle, hem de Suriye’de an itibariyle etkili diğer aktörlerle bir modus vivendi oluşturulabilir görünüyor. Kürtlerin beklenenden ve arzu edilenden biraz daha güçlü olduğu bir Suriye seçeneği çalışabilir bir seçenek olabilir. 

Galiba şunu kabul etmek gerekiyor: Aynı anda hem ‘süreci’ sürdürüp hem de Suriye’de işleyebilir bir seçenek oluşturmanın yolu Suriye gerçeklerini tanımaktan geçiyor.