Diplomasi târihinin en garip, en tuhaf toplantılarından birisini idrâk ettik. Alaska’daki Trump-Putin Zirvesi biter bitmez, Avrupa’nın en önde gelen devletlerinin liderleri pür telâş ,neredeyse tam takım hâlinde, yanlarına Zelenski’yi de alarak Washington’ın yolunu tuttular. Kimler yoktu ki? Starmer, Merz, Macron, Meloni , Rutte, Von der Leyen Trump’ın karşısında tespih tâneleri gibi dizildiler. Trump fırsatı kaçırır mı? Kasım kasım kasılarak karşıladı onları. Diplomatik usûller konusunda zerre miskâl hassasiyeti olmadığını bildiğimiz Trump’ın ilâve bir şey yapmasına gerek yoktu. Her bir fotograf karesi veyâ görüntü Avrupa’nın ABD karşısında yaşadığı aşağılanmayı kendiliğinden tevsik ediyordu. Hattâ Trump’ın ,her zaman olduğundan daha nâzik bir performans ortaya koymuş olduğunu bile söyleyebiliriz. Arada bir ağzından çıkan ve gûya onları onurlandıran sözleri bile, karşısında süt dökmüş kediler gibi dizilen ziyâretçileri kurtarmaya kâfi gelmedi.
Hem Alaska hem de Washington toplantıları Avrupa’nın tükenmişliğini ispatlıyor. Trump-Putin Zirvesi için Alaska’nın seçilmesi Avrupa’nın by pass edilmesini ve NATO’nun boşa çıkarılmasını temsil ediyordu. Soğuk Savaş esnâsında ABD-SSCB ilişkileri hep Atlantik merkezli bir yapıya sâhipti. Ütülenmiş haritalar bunu perçinliyordu. Saf insanlar ABD ile Rusya’nın birbirlerine çok uzak iki diyâr olduğuna şartlandırılıyordu. Arada koca Atlantik Okyanusu ve Avrupa kıt’ası vardı. Hâlbuki dünyânın formu küreydi. Ve Rusya’ya âit olan Sibirya ile ABD’ye âit olan Alaska arasında sâdece Bering Boğazı vardı. Uzun mesâfe yüzücüsü Lyenne Cox, 1987’de bu mesâfeyi sâdece 2.5 saatte yüzerek geçmişti. Zirve için Alaska’nın seçilmesi ,bu iki devletin aralarındaki ilişkiyi artık Atlantik ağı ,yâni işin içine Avrupa’yı da katarak NATO üzerinden yürütmek istemediklerinin ilânından başka bir şey değildi. Avrupa devletlerinin ,nasırlarına basılmış gibi tepki vermesini ve palas pandıras Washington’ın yolunu tutmalarının esaslı sâiki bu terk edilmişlik şokuydu. ABD’nin şemsiyesi altında yaşamaya alışmış Avrupa’nın hâli sudan çıkmış çırpınan balığın hâlinden çok da farklı değildi.
Esâsen bu sahnelerin hayli gecikmiş olarak yaşandığını düşünüyorum. I. ve II.Umûmî Harp sonrasında Avrupa fiilen final yapmıştı. 7 Sene savaşlarından(1756-1763) başlayarak ,kendi içinde yaşadığı kitlesel büyük ölçekli savaşlar bu yaşlı kıt’ayı kendi içine doğru çökertmişti. 1945’de Avrupa tamâmen bitik bir Avrupa’ydı. Yaşaması için tâze ; tâze olduğu kadar da sun’i bir nefese , bir hayat öpücüğüne ihtiyâcı vardı. Bunu yeni dünyânın yıldızı ABD verdi ona. Soğuk bir hayât öpücüğüydü bu. Karmaşık , karşılıklı ve hayli oynak çıkar dengelerine dayanan bir ilişkiler ağı kuruldu. Yıkılmış Avrupa yeniden ayağa kaldırıldı. Başta Almanya olmak üzere Avrupa devletleri ,ABD tarafından üretim merkebine çevrildi. (Kıt’anın NATO şemsiyesi altına girerek askerî harcamalarda bulunmaması en büyük kolaylaştırıcıydı). ABD hem devâsa üretimi için Avrupa’yı pazar hâline getiriyor hem de ticâreti Dolar merkezli (Eurodolar) yaparak Avrupa’nın ürettiği artığı neredeyse bedâvaya getirerek çekiyordu. Bilhassâ 1971 Nixon Şok ve 1973 Petrol Krizi’nden sonra yürürlüğe giren Petrodolar rejimi üzerinden Avrupa tam mânâsıyla ABD kontrolüne girdi. Avrupa bu baskıları, Détente sürecini avantaja çevirerek bir taraftan AB’yi kurmak sûretiyle , yâni Eurozone bölgesi oluşturmaya gayret ederek ; diğer taraftan da SSCB ve daha sonra Rusya ile enerji alışverişine dayalı bir yakınlaşma sağlayarak aşmaya çalıştı.(Unutmayalım; Brandt Doktrinin hayâta geçmesi ile Petrodolar rejimin dayatılması ardışık yaşanmıştır). Bunda da bir derece başarı sağladı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ABD -Avrupa ilişkilerini boşluğa düşürdü. Artık Sovyetler Birliği yoktu. ABD-Avrupa ilişkilerinin ideolojik sütunu devrilmişti. Bu, AB tarafından ABD vesâyetinden kurtulmak için bir fırsat olarak görüldü. AB’nin yıldızının parladığı seneler 90’lardır. Gelin görün ki Çin’in yükselişi bütün hesapları alt üst etti. Bundan evvel Avrupa-ABD ticâret hacmi %70’ler mertebesindeydi. Çin devreye girince bu oranlar dramatik bir düşüş yaşamaya başladı. Çin Avrupa ve ABD pazarlarını bir karadelik gibi yutmaya başladı. II.Umûmî Harp sonrasında ABD-Avrupa ilişkileri ve bu ilişkileri yürüten dengeler parçalanmaya, dağılmaya başladı. NATO avâra kasnak gibi dönmeye başlamış, sağa sola saldırıyordu. İngiltere durumu kavradı. AB’nin artık bir istikbâli kalmadığını gördü. BREXIT ile ,zâten eğreti olarak bağlandığı Avrupa’dan koptu. Angloamerikan çekirdeği canlandırarak ABD’nin ihtiraslı küresel fetih mâcerâsına dâhil olmak istedi. Daha derinlerdeki hesâbı elbette farklıydı. Bu sürecin ABD’yi de tüketecek bir potansiyele sâhip olduğunu görüyor; ilk fırsatta ,ABD’ye kaybettiği eski dünyâ hâkimiyetini yeniden kazanmak için kendisine fırsat sağladığını düşünüyordu. Niyeti bir taşla bir kaç kuş vurmaktı. Geliştirdiği projeksiyonlarda ezeli hasmı gördüğü Kıt’a Avrupası’nın da çökertilmesi vardı. Biden ve Demokratlara bu projeksiyonu kabûl ettirdiler. Hedefte yine eski düşman Rusya vardı. Ukrayna kışkırtıldı. Rusya’nın harekete geçeceği besbelliydi. Savaş, Rusya-Avrupa bağlarını koparacak, NATO disiplini yeniden sağlanacak ve nerede ve nasıl biteceği belli olmayan savaşta ABD askerî mânâda ağır masraflara sokulacaktı. İngiltere, görüntüde ister Rusya kazansın, ister ABD , esas kazananın kendisi olacağını düşünüyordu.
İşler hiç de istediği gibi gitmedi. Hattâ ters tepti. Rusya, Çin ve Hindistan
üzerinden durumunu istikrarlaştırdı. Ekonomisini hızla askerîleştirdi. Ukrayna’dan hatırı sayılır toprak kazandı. Diğer taraftan Trump bütün oyunları bozdu. Rusya ile buzları eritti. Artık savaşa 1 Cent bile vermeyeceğini ilân etti. Avrupa’yı ve İngiltere’nin ayağını boşa düşürdü.
Târihin geriye çevrilebilir bir tarafı yok. Dökülen su toplanmıyor. Artık yaşlı ve köhne kıt’anın bir istikbâli yok. Dinsizin hakkından imansız gelir demiş atalarımız. Köhneliğin hakkından da pepâyelik geliyor. Kendisine bir çıkış yolu arayan İngiltere ve peşine taktığı Avrupa devletleri can havliyle Karadeniz, Hazar ve Kafkasya’da yeni oyunlar kurmaya çalışacaklardır. Yine can havliyle Türkiye’nin kapısını çalacaklarını öngörüyorum. Türk karar alıcıların ucuz vaadlerle bu oyunlara gelmeyecek kadar tecrübeli olduğuna inanıyorum. Kırım Harbi’nin Osmanlı’nın başına neler açtığını bir an bile unutmamak gerekiyor…