Öz/ Mahiyet ve Varlık

Ali Bulaç

Şeylerin hakikati onların varoluşuna bağlıdır. Bir şeyi bilmek, onun nasıllığını ve niteliklerini belirleyen evrensel varoluş varlık hiyerarşisindeki (silsile-i meratip) yerini bilmek demektir. Bu genel bir kural ise de, genel kuralların istisnası vardır ve söz konusu genel kuralın tek istisnası herşeyin menşei ve yaratıcısı Saf Varlıktır. Bu  Varlık kesintisiz bir zincirin başı olmayıp dolayısıyla dünyadaki varlıklarla birlikte cevheri/tözsel  ve yatay sürekliliğe sahip değildir.

Varoluş ingelemesinin, ontolojisinin tamamını karakterize eden iki ana özelliği var: Mahiyet ve Vücud.  Peki, mahiyet/öz nedir?

Kısaca şunu diyebiliriz: Varoluş, mahiyete eklenmiştir, ondan bağımsızdır. İbn Sina ve Molla Sadra, her ne kadar bir şeyin varoluşu özüne ekliyse de, her öze gerçekliğini verdiğinden varoluşun asıl olduğunu söylerler. Suhreverdi ve Mir Damad ise mahiyetin varoluşa önceliğini savunmuşlardır.

Molla Sadra’ya göre, herbir şeyin varoluşu bütünüyle ayrı bir varoluş biçimi değil de tüm varoluşun Varlık’ın nurunun bir mertebesi hükmündedir.

İbn Sina şu meşhur ayırımı yapar: 1. Vacib, 2) Mümkün, 3) Mümteni’

Vacib – Mahiyeti varoluştan ayrılmaz, yokluğu saçmalık veya çelişkiye yol açacaksa bu gereklidir, başka deyişle vaciptir. Böyle bir durumda mahiyet ve varlık aynıdır. Varlığı Zatı, Zatı varlığı olması itibariyle, varoluşu ve varlığı aynı olduğu için olmaması mümkün olmayan Vacib Varlık, yani Allah’tır. Kendinde varlık sahibi yalnız O’dur, başka hiçbir şey kendinde varlık değildir, bu yüzden O’nun eşi, benzeri, dengi yoktur, dolayısıyla bizzarure ortağı (şeriki) de yoktur. Tüm diğer varolan şeyler, varoluşları araz (ilinek) olarak özlerin eklenmiş mümkün varlıklardır.

Mümkün: Bir şeyin varolması ve olmaması birbirine denk ise yani varolması veya olmaması durumunda bir çelişki veya imkansızlığa yol açmayacaksa, o şey mümkündür. Evrendeki tüm varlıklar öyledirler. Bunlar mahiyetleri varoluş giyebilen veya var olmadan kalabilenlerdir. Evren mümkün varlıktır, vardır-olmuştur ama olmayabilirdi de.

Mümteni’: Bir nesnenin mahiyeti zihinde düşünülür, tasavvur edilebilir ve onun şu veya bu biçimde varoluşu kabul edilmeyeceği, başka deyişle varolmayacağı kavranırsa mümkündür.

Buradan şuraya geliyoruz:

1)Tanrı için öz ve varlık ikiliği düşünülemez. O hem öz hem varlıktır. Zatı itibariyle akıl ve idrak üstü olduğundan, nasıl oluyor da varlık öze izafe edilmez veya biri diğerinden önce veya sonra gelir, bilemeyiz. Tanrı hakkında bilebileceğimiz ilk kesin bilgi, O’nun Zatını bilemeyeceğimiz hakikatidir. Öz ve varlığın birliği sadece O’nun Zatına mahsustur.

2) Tanrı faalun lima yuriddir, her istediğini yapandır (11/Hud, 107). Ona hiçbir zorunluluk arız olmaz. Aksine O, her şey üzerine zorunludur (36/Fatır, 15). Bu yüzden tevhid bakış açısından sudur, taşma, fûyuz gibi fikirler batıldır, bunların tamamı Vacibu’l Vücud olan şanı yüce Allah’ı iradesiz kılar, ışığın güneşten taşması gibi, varlık aleminin O’ndan ama O’nun iradesi olmadan taştıkları fikrini doğurur.

3) Hep vurguladğımızı üzere, biz Zat’ı bilemeyiz; varlık kavramı olmadan da Zat olabileceğini kavrayamayız. Bu zorunlu hükme rağmen, iki aşırı akımın revaç bulmasının önüne geçilmemiştir: Bunlardan biri Varlıktan kopuk Tanrı fikirinin bizi götürdüğü mutlak tenzih, diğeri Varlık giydirilmiş Tanrı fikirinin bizi götürdüğü mutlak teşbih. Doğru olanı şu ki, ikisi arazıdır:

a.) “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (42/Şura, 11) (Tenzih)

b.) “O işiten ve görendir.” (31/Lukman, 28) (Teşbih)

Bu iki önerme arasında herhangi bir çelişki düşünülemez, zira yeni Kendisi, kendini tarif ettiği üzere O Zahir’dir, O Batın’dır: “O, Evvel’dir, Ahir’dir, Zahir’dir, Batın’dır. O, her şeyi bilendir” (57/Hadid, 3).