Örgütüne silah bıraktırırken Öcalan’ın “teröristbaşı” olduğunu hatırlayanlar….

Yıldıray Oğur

Bir süre Türkiye’deki siyasi ve fikri hayatı takip eden birinin ilk uyanacağı şudur: Türkiye’de fikirler yoktur, pozisyonlar vardır.

Pozisyonlar da fikri pozisyon değildir. Siyasi pozisyonlardır. Önce pozisyon alınır sonra ona uygun fikirler geliştirilir.

Tabii ki normal bir dünyada insanların fikirleri de değişebilir ve pozisyonlar da o zaman değişir.

Bunda yadırganacak bir şey yok.

Ama tam tersi yani siyasi pozisyonlar değiştikçe fikirlerin onları takip ettiği bir ortam kimse için tekin değildir, herhangi bir meselede taraf olmak tehlikelidir.

Son Komisyon’un İmralı kararı bütün bu anormalliğin şahikası oldu.

Daha iki sene öncesine kadar seçimlerde muhalefeti DEM Parti desteği ve Kandil’den gelen Kılıçdaroğlu’na destek açıklamaları yüzünden terörle ittifak içinde olmakla suçlayan, CHPKK gibi başlıklar atanlar, geçen yıl CHP ve DEM’in seçim ittifakı için terör suçundan belediye başkanları tutuklayanlar bugün CHP’yi İmralı’ya gitmediği için barıştan kaçmakla eleştiriyor.

Ama artık madalyonun bir diğer yüzü de var.

İki yıl önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kandil’den gelen destek açıklamalarını görmezden gelenler, muhalafete destek verdiği sürece HDP ve DEM Parti ‘nin PKK’yla herkesin bildiği bağını önemsemeyenler, yine Kandil’den destek açıklamaları gelmiş Kent Uzlaşısı ittifakından gocunmayanlar üstelik bunları PKK hala aktif bir silahlı örgütken yapmış olanlar da bugün örgütüne silah bıraktırmış, PKK’yı fesh etmiş Öcalan’a bir heyet gitmesini terörle müzakere, teröristbaşının ayağına gitmek olarak lanetliyor.

Bazı fazla iyiniyetlilerin iddia ettiği gibi CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı sadece çözüm süreci içinde bir yöntem farklılığından ibaret olarak kalmadı.

İmralı’ya görüşmeye gitmeyi hatta çözüm için PKK ile müzakere etmeyi kriminalize eden lanetleyen bir öfke patlamasını da tetikledi.

Önünü açtı, meşrulaştırdı ve davet etti.

İktidarı buradan köşeye sıkıştırma izni çıkan muhalifler, DEM Parti’nin de artık muhalefet bloğundan uzaklaştığını düşünerek atış serbest pozisyonuna geçtiler.

Son iki günde son 10 yılda işitmediğimiz kadar PKK ve Öcalan laneti ve hakareti işittik.

Üstelik bugün lanetledikleri PKK iki ay önce kendi fesh etmiş bir örgüt, Öcalan ise bu kararı aldırmış örgütün lideri.

Ama sanki PKK 1980’lerin ortasında değil de geçen hafta köy basmış gibi Öcalan’a takılan bebekkatili lakabı geri döndü.

Halbuki, Öcalan’a o lakabın takılmasına neden olan köy baskınlarından sonra 1993’de Özal, 1994’de Demirel, Çiller, 1995’de Erbakan, 1996-1998 arası Genelkurmay ve daha sonra MİT ve AK Parti iktidarı Öcalan’ı muhatap alıp, görüşmeler yürüttüler.

Ülkenin en ünlü gazetecileri bebekkatili, teröristbaşı demeden Öcalan’ın ayağına kadar gidip onunla içinde Galatasaray muhabbetleri de olan röportajlar yaptılar.

Hatta 1998’de ülkenin bütün önemli tv ve gazetelerinden gazeteciler askerlerden izin alıp Brüksel’e gidip MED TV stüdyosunda Öcalan’ın ateşkes çağrısı yaptığı programa bile katılmıştı.

Ve en önemlisi bütün bunlar olurken Öcalan aktif bir biçimde PKK’nın başında ve örgüt hala silahlı eylemlere devam ediyordu.

Bugün ise örgütünü fesh etmiş, silahlı mücadele dönemini kapatmış bir Öcalan’la hapishanede bir görüşme yapılması lanetleniyor.

Tabii ki bu savrulmaların sebebi sert kutuplaşma.

İki kesim var ve bunların için esas kavga birbirleriyle olan kavga ve diğer bütün meseleler tali ve bu kavganın içindeki rolü ve pozisyonu içinden değerlendiriliyor.

PKK ve Öcalan’a bile böyle bakılıyor.

Bizden mi onlardan mı?

Fakat bu kutuplaşmanın parçası zorunda olmayan ve olmaması gereken bir başka grup daha var.

Kürt meselesinde çözümü önemseyenler.

Uzun yıllardır bu meseleyi dillendiren, yazan, çözümü savunan ve bunun bedelini de göze alanlar.

Onların en azından bu konudaki pozisyonlarının ve fikirlerinin sabit olması, bulundukları siyasal kampın pozisyonuna uymamaları, kavgayı bulundukları mahalleler içinde vermeleri beklenirdi.

Ama son zamanlarda Türkiye’deki kutuplaşma o kadar sertleşti ki ve iktidarın gidip kalma meselesi o kadar temel bir mesele oldu ki maalesef son iki gündür hiç beklenmeyecek kişileri CHP’nin İmralı kararını savunmak için acınası apolojiler üretirken görüyoruz.

Normalde onlardan yapmaları beklenen muhalefeti bu konudaki ürkek, popülist siyasetleri yüzünden eleştirmek ve etkilemeye çalışmak olmalıydı.

Faydalı olan bu olabilirdi. Böylece CHP ve muhalefet siyasetini yönlendirilebilir ve değiştirilebilirlerdi.

Bu kararın çözüm süreci masasından kalkmak anlamına gelmemesi için basınç uygulayabilirlerdi.

Bu kararın bir çözüm karşıtlığının yeşil ışığına dönmesine karşı mücadele verebilirlerdi.

Ama hayır böyle yapmadılar. Daha büyük kavga uğruna böyle bir iç kavgaya girmemeyi tercih ettiler.

Günlerdir CHP’nin İmralı’ya giden komisyon heyetinde olmamasını meşrulaştırmaya çalışıyor, enerjilerini bunu eleştirenlerin eleştirmeye harcıyorlar.

Yenildiği maçtan sonra bile tuttukları takım lehine slogan atan sadık taraftarlar gibi davranmayı tercih ettiler.

CHP’nin kararında bile AKP’nin oyununu buldular, esas suçlu olarak iktidarı ilan ettiler.

Böylece CHP içinde ulusalcı kanadın kazandığı bir tartışmaya erzak taşıdılar, aslında kendi durdukları zeminin de altını oydular.

O kadar tuhaf ki 2016’da PKK’nın başlattığı hendek olayları için bir bildiri yayınlayıp PKK şiddetinden tek kelime bahsetmeden sadece devleti eleştirenler ve bu uğurda mesleklerini kaybedenlerden bile hararetle CHP’nin İmralı kararını savunmaya çalışanlar oldu.

O yıllarda tvlerde HDP ve Kürt siyasal hareketi analizleriyle tanınmış bazı ekran yüzleri, bugün Öcalan örgütüne silah bıraktırırken MHP’nin gerisine düştü.

Peki neden böyle oldu?

Çünkü PKK’nın yanlış zamanda ve yanlış iktidarla anlaştığını düşünüyorlar.

Bu bir hayal kırıklığı olarak başladı, süreç sürdükçe öfkeye dönüştü.

Aslında muhalefet uzun süre bütün kozlarını bu müzakerenin de diğerleri gibi bir noktada patlayacak olmasına bağladı.

Sık sık sürece destek veren DEM’lilere daha önceki süreçler bitince atanan kayyımlar, tutuklamalar hatırlatıldı.

Ama süreç ilerlemeye devam etti.

Öyle bir noktaya geldi ki muhalefet sürekli çıtayı yükselten iktidarın özellikle de MHP’nin gerisinde kaldı, onun arkasından sürüklenmeye başladı.

Süreçten kopmanın maliyeti yüksekti ama içinde kalmanın da siyasi bir faydası yoktu.

İşte tam bu noktada pozisyonlar değişmeye başladı tabii ona paralel olarak fikirler de…

Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt sorunu, her şeyin sebebi Türklük Sözleşmesi diyenler Kürt sorunu ve PKK meselesinde tarihi bir kavşakta bir anda fikir değiştirdiler.

Meğerse en büyük sorun AKP iktidarına karşı Cumhuriyeti ve laikliği korumakmış.

Kürtler bu esas büyük kavgada karşı tarafa destek veriyorsa onların sorunları da en önemli sorun değilmiş.

Bencilce, kendi meselesini bütün meselelerden önemli gören bir bakış bu. Ama Türkiye’de kim böyle değil ki.

Bu başlayan tartışma ile 2015’den itibaren kibar adıyla Kürt siyaseti yani aslında PKK ile laik muhalefet arasında başlayan ve 2019, 2023 seçimlerinde görünür olan ve hatta 2024 seçimlerinde Kent Uzlaşısı diye adı bile konan ittifakın sonuna gelmiş olabiliriz.

İşin tuhafı; 2015’den itibaren bütün bu ittifaklar kurulurken PKK aktif ve silahlı eylemler yapan bir örgüttü.

Şehirlerde bombalar patlatıyor, hendekler kazıyor, Suriye’de Türkiye’ye karşı hamleler yapıyordu.

Öcalan “teröristbaşı”ydı, PKK terör örgütüydü, HDP’nin de onun siyasi kanadı olduğunu herkes biliyordu.

Ama ne tuhaftır her şey AK Parti ve MHP iktidarının son “ Terörsüz Türkiye” açılımıyla değişiverdi.

Öcalan’la devlet arasında başlayan müzakereler sonucunda Öcalan’ın çağrısıyla PKK kendini fesh etti. Silah yakma töreni yaptı, güçlerini Türkiye’den çekti ve bunun karşılığı olarak da PKK’lılarla ilgili bir af düzenlemesi için Meclis’te bir komisyon kuruldu.

Bu komisyonun neden ve hangi bağlamda kurulduğu herkesin malumuydu.

O yüzden katılmayan partiler oldu. Ama Kürtlerle kurduğu siyasi ittifak ve takip ettiği yeni siyasi hat yüzünden CHP bu komisyondan kaçamadı.

Ama MHP bir adım daha atıp, Komisyon’un Öcalan’la da görüşmesini teklif edince bir anda Öcalan’ın “teröristbaşı” olduğu yeniden keşfedildi.

Onunla yapılacak bir görüşmenin teröre taviz olduğu iddia edilmeye başlandı.

Yani özetle elinde silah varken, hala bir silahlı örgütken ve Öcalan da o örgütün lideri yani “teröristbaşı” iken ittifaklar kuruldu ama Öcalan örgütünü fesh etmiş, PKK silahlara veda ederken onla bir saatlik temas bir anda suç ve ayıp hale geliverdi.

Ve tabii bunun tam tersi de oldu.

Yani pozisyonlar değişti ve fikirler de değişiyor.

Bazılarına yakışıyor, kıvraklar, hissettirmeden karşı tarafa atlayıveriyorlar.

Ama bazılarına hiç yakışmıyor, beceremiyorlar, çünkü bazı taşlar yerinde ağırdır…