DEM Parti İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan’ın Medya TV yayınındaki sözleri tartışılıyor.
“Buldan’ın iktidardan medyaya müdahale etmesini ve bunu elindeki yargıyla yapmasını istemesi” olarak eleştiriliyor sözleri.
Evet, o anlama gelen bir tarafı var. Ama Buldan, konuşmanın tamamında iktidardan kendilerinin ikna edemeyeceği toplum kesimlerini ikna etmesini ve sürece katmasını istiyor. İktidarın elindeki medyadan da bahsediyor, sadece muhalif medyadan değil.
İstediği müdahale biçimi de iyileştirmek.
100 bine yakın insanın öldüğü ya da yaralandığı düşünülen 50 yıllık bir çatışmanın bitmesi için yürütülen bir süreçte medyanın elinde karşılıklı kini ve nefreti körükleyecek çok malzeme var.
Basılan köyler, boşaltılan köyler, meydanlarda katliamlar, hayatını kaybeden genç insanlar var. Her iki taraf da bu acıları hatırlatarak, bu işlerin failleriyle müzakere etmeyi, anlaşmayı ya da onların affedilmesini toplumun gözünde şeytanlaştırabilir.
Peki, bunu yapmak ne işe yarar?
Çatışmanın, intikamın, kinin 50 yıl daha yeni acılar ve çatışmalar üretmesine.
50 yıl boyunca zaten bu yeterince yaşandı. Devlet her türlü rutin ve rutin dışı yol denedi. Ama PKK bitmedi. PKK’nın siyasi kanadı olan parti 6,5 milyon oy alıyor hâlâ.
PKK da şehirlerin ortasında bomba yüklü araç patlatmaktan, karakol basmaya kadar her şeyi yaptı. Ama kuruluşundaki amaçların hiçbirini gerçekleştiremedi. Türkiye’den gerçekten de bir karış toprak alamadı.
Şimdi elde olan en değerli şey, örgütün silahı ve şiddeti ideolojik olarak reddedip kendini tasfiyeye karar vermesi. Doğrudan örgütün liderinin çizdiği bir çerçeve bu.
Devletin de bu konudaki hep en radikal siyasi çözüm karşıtı olmuş MHP’nin öncülüğünde bu işi müzakereyle bitirmek için bir kapı açması.
Bir çatışmanın bitmesi için iki şeye ihtiyaç var. Bunlar demokrasi, barış ya da hukuk değil.
Çatışmanın iki tarafının buna “Evet” demesine, ikna ve razı olmasına.
Bu istek orada olduğu sürece bu iş sürdü ve sürecek.
Öcalan’ın silaha karşı tavrı taktiksel ya da yoruma açık değil.
Silahlı mücadele defterini geriye dönüşsüz olarak kapattı.
İmralı da kendisiyle görüşenlere kamuoyuna açıkladığından daha net ve tevil edilemeyecek cümlelerle silahın bittiğini, bunun stratejik bir karar olduğunu anlatıyor.
Peki, 50 yıllık bir silahlı örgütün liderinin bu kararlığına verilen karşı tepkiler çok tuhaf değil mi?
Bir silahlı örgüt kendisi silah bırakacağını söylüyor. “Bırakma” mı denmeliydi?
Ya da “İster bırak ister bırakma ben seninle 50 yıl daha savaşırım” mı denmeli?
Bu mu yurtseverlik?
Ankara’daki kaynaklardan öğrendiğime göre; Öcalan bir süredir Sözcü TV ve TELE 1 TV’yi de izlemeye başlamış.
Diğer bazı iktidar ve muhalif kanallarını zaten izliyordu.
Ama son izlediği kanallarda herhalde ilk kez çözüm sürecine karşı hararetli itirazları izlemiş ve bunun şaşkınlığını yaşamış.
Çünkü Öcalan’ın aldığı karara tepki beklediği yer burası değil.
Esas bu karara tepki verecek olan, 50 yıl bir davanın arkasından götürdüğü kendi örgütü ve kamuoyu olabilirdi.
Onların adına bu kararı aldı ve sık sık “Bunun tarihsel riskini yükleniyordum” diyor.
Nihayetinde örgütü silah bırakıyor. Devlet zaten bunun için 50 yıldır uğraşıyordu.
“Peki, bunun nesine karşı çıkıyor bunlar? Neden örgüt ve devlet bu sürece ‘evet’ demişken itiraz ediyorlar” şaşkınlığı ve kızgınlığını kendisiyle görüşenlere bildirmiş.
Medyanın bu meselede nasıl devletin ve siyasetin gerisine düştüğüne dair çok ilginç veriler var.
Hafta sonu İzmir’de Bayetav ve Kürt Çalışmaları Merkezi’nin birlikte yaptığı “Yeni Sürecin Birinci Yılı. İç Dinamikler ve Bölgesel Etkiler Çalıştayı”ında da çeşitli eğilimlerden siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum önderleri bir araya geldi.
Toplantının açılışında Kürt Çalışmaları Merkezi direktörü Reha Ruhavioğlu, medyanın sürece bakışı ile ilgili bir araştırmaya dair çok ilginç veriler açıkladı.
O verilere göre; Bahçeli ve Erdoğan’ın sürece karşı kullandığı pozitif dil, iktidar medyasının önünde.
Bahçeli’nin dili çok önünde.
Erdoğan’a yaklaşabilen sadece Hürriyet var.
Muhalif medyada ise durum daha facia. Özgür Özel, sürece karşı kullandığı dilin pozitifliğiyle muhalif medyanın çok önünde duruyor. En yakınına gelebilen Halk TV. Neredeyse yalnız biçimde süreci savunuyor Özel.
Yani hem Ekim 2024 öncesi dilini ve elindeki terör kartını terk etmekte zorlanan iktidar medyası hem ulusalcı reflekslerini ve iktidara karşı olan pozisyonunu süreç üzerinden sürdürülen muhalif medya siyasetin ama daha çok sürecin gerisinde kalmış durumda.
İşte Öcalan da bununla karşılaşmış oldu.
Bunu düzeltmenin yolu, tabii ki iktidarın sopasını kullanmak değil.
Belki en başta medyanın “Ben ne yapıyorum? En azından bu mesele buna değer mi, bedeli çok ağır olmaz mı?” diye kendini sorgulamasından başlanabilir.