İslam irfanı işe “ma’rifetünnefs” ile başlanmasını öğütler.
Kişi kendini, öz varlığını, zatını, iç dünyasında içkin hakikati bilirse, vahyin aydınlığında “ma’rifetulhalk”a, varlığın ve tabiatın bilgisine ve ileri aşamada “ma’rifetullah”a ulaşır. Bu işlem hayli zor bir yolculuktur, hakikate talibin ve menzile yönelmeye azmetmiş salikin öncelikle Nefs-i Emmare’yi tanımalı ve onu dizginlemeyi başarmalıdır. Nefs-i Emmare, salikin yolculuğunun ilk vadisidir.
Bu böyledir; zira İslam irfanına göre, kişinin “öteki”si, kendi nefsidir; yani Şeytan’ın içimizde yuvalandığı Nefs-i Emmare’mizdir. Bu nefs hep kendini haklı çıkarır, temiz olduğunu iddia eder.
Nefs-i Emmare’nin panzehiri takvadır: “Nefsinizi temize çıkarıp durmayın. O kimin sakındığını daha iyi bilendir.” (53/Necm, 32.)
Nefsimize karşı mücahede yürütüp başarı kazandıkça, asli düşmanımız olan Şeytan’ı geriletir, onu yener ve ahlaki olarak kemal yolunda ilerlemeye başlarız. Yaratılışımızın amacı ahlaki kemal (güzel ahlakın tamamlanması yani mekârimü’l ahlak) olduğuna göre, Nefs-i Emmare’yi kendi ötekimiz ilan edip, öncelikle onunla mücadele ve mücahede etme mecburiyetimiz söz konusu.
Nefs Allah’ın nuruyla nurlandığında, yani ilahi emir ve hükümlere itaat etmek suretiyle ilahi iradeye teslim olduğunda, insanı kişilik (şahsiyet) sahibi kılar. Şahsiyet sahibi olmak ile birey olmak aynı şeyler değildir; şahsiyet nefsin izzeti, birey nefsin kötülüğü teşvik eder, estetize eden ve emreden türevidir.
Efendimiz (s.a.) şu duayı yapmıştır: “(Rabbim) Nefsimde nur kıl!” (Müslim, Müsafirin, 189). Ancak “kötülüğü emreden nefs” ile mücadele ederken haysiyet ve onurun temeli olan izzeti yok etmek büyük bir hata olur. Nefsin izzeti (izzet-i nefs), mü’minin nefsinin Allah’ın El-Aziz isminden pay alır; haysiyet ve onur sahibi şahsiyet olur.
Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen nefsin diğer türevleri şunlardır:
2) Nefs-i Levvame: Kötülük yapınca sahibini, aslında kendi kendini kınayabilen, özeleştiri yapabilen nefis (75/Kıyame, 2). Bu çok değerli bir kişilik hasletidir. Bu haslet sayesinde insan kendini oto kritiğe (Muhasebe-i nefs) tabi tutar, hata ve yanlışlarının farkına varır ve irade koymak suretiyle tevbe eder. İkinci vadide insanın karşılaştığı bu durum nefse ağır gelir, çünkü nefs hata yaptığını, yanıldığını, zulmettiğini kabullenmek istemez.
Hakikat yolculuğuna çıkmış salik, iki açıdan Nefs-i Levvame vadisinde zorlu bir sınavdan geçer. Biri kendi kendini eleştirip kınayacak, hata ve cürümlerini kendi ruhunun derinliklerinden çıkarıp bilinç seviyesinde itiraf edecek; diğeri başkalarının onu kınamalarından (levm) çekinmeyecek, başkalarını hesaba katmayacak.
3) Nefs-i Mülhime: Sahibine, aslında kendine kötülüğü de (fücur), iyiliği de (takva) ilham eden nefs (91/Şems, 7-8). Bu; düşünme, ayrıştırma, birleştirme, mukayese etme ve sonuca gitmedir.
İyilikle kötülüğün, doğrulukla yanlışlığın, kendisi ve mahluâkat için faydalı ve zararlı olan tutum ve davranışların arasını ayırma ve isabetli seçimde bulunma gibi güçlü zihni/entelektüel etkinliklerin yetisi ve melekesi olan şeyin ta kendisidir.
Salik bunları doğru bir biçimde kullandığında doğruyu bulur, yanlış bir biçimde kullandığında yanlışa düşer, yoldan çıkar. Seyr-u sülukunda ne acılar cekse, bedeller ödese de amelleri boşa gider.
4) Nefs-i Zekiyye: Kendini kötülüklerden uzak tutup iç dünyasını, iradi hareketlerini iyiliklerle, ibadet ve itaatle sürekli arındırabilen nefis. Veya kişinin herhangi bir suçlama karşısında masuniyetini savunması, kendini temize çıkarması hakkı ve çabasıdır (18/Kehf, 74).
5) Nefs-i Mutmainne: Her türlü kuşku, tereddüt, kaygı, çatışma, vehim, vesvese ve şüpheden uzak bir biçimde Allah’ı zikretmekle; sahih dinle düzenlenmiş iman, kesintisiz hayırlarla tatmin ve huzur bulmuş nefs (89/Fecr, 27). Bu huzur ve tatmini hiçbir dünyevi zevk, haz, servet, şöhret, makam sağlayamaz.
Allah’ın zikri dışında tatmin arayışı, susuz insanın tuzlu su içerek susuzluğunu gidermek istemesine benzer. Hiçbir zaman susuzluğunu gideremeyecektir.
6) Nefs-i Raziye: Allah’tan gelen her şeye razı olan nefs (89/Fecr, 28). Eğer şanı üce Allah’ın hakkımızda hayır murat ettiğini düşünür ve buna samimiyetle inanırsak, O’ndan bize her ne gelirse, razı olmalı, şikâyet ve itapta bulunmamalıyız.
Musibet ve hastalıklar, sıkıntı ve belalar bile birer kurtuluş vesilesi olabilir. Altın, ateşte eritilmedikçe saf olarak ortaya çıkmaz. Belki bir hastalık günahlarımızın kefareti sayılır. Bu bilinçte nefs “rıza” cüdisine vasıl olabilirse, hiçbir şeyi umursamaz, sadece yüce Rabbi’nin hoşnutluğunu/rızasını talep eder.
7) Nefs-i Marzıyye: Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış nefis (89/Fecr, 28). Bundan daha üstün mertebe olamaz. Hayatın anlamı ve amacı budur.