Şu günlerde aklıma sıkça Mehmet Akif’ten dizeler geliyor.
Evet, 2. Abdülhamit döneminde muhalif görüşleriyle kamuoyunun dikkatini çekmiş, Osmanlı’nın yıkılışını ilk öngörenlerden olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuran Milli Mücadele’ye doğrudan katıldığı gibi kurulan ilk Meclis’te de yer almış ve İstiklal Marşı haline dönüşen şiiri ile yaşanan süreci anıtlaştırmış Mehmet Akif’in…
Hayır, Abdülhamit yönetimine sert itirazlar içeren şiirleri değil bu defa zihnime üşüşen, daha yaygın bilinen “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dizeleri…
Sebep de, bugünlerde yaşananların, hayli zaman önce, aynı heyecan ve tedirginlikle karşı karşıya kalınan bir başka dönemde yaşananlara fena halde benzemesi…
Üç defa Cumhurbaşkanı seçilmiş Tayyip Erdoğan’ın, Siirt’te okuduğu bir şiir yüzünden ‘muhtar bile olamayacağı’ duruma getirilmek istenmesi ile aylardan beri CHP çevrelerini sarsan gelişmeler arasında benzerlikler görmemek elde değil.
İşte sonuncu benzerlik: Erdoğan’ı siyasi yasaklı hale getirmeyi hedefleyen ‘28 Şubat muktedirleri’, bunu yargı eliyle hayata geçirmek için yola çıktıklarında, karşılarında yalnızca fikri yakınlıkları dolayısıyla ona sahip çıkanları değil, çok daha geniş bir kesimi bulmuşlardı…
Demokrasi çizgisinde birleşen sağ-sol aydınları…
Özellikle de hukukçuları…
Hala arşivimdeki en mutena köşede muhafaza ettiğim Erdoğan aleyhine açılmış davada mahkemeye sunulan raporda, dönemin ileri gelen hocalarının hukuki mütalaaları bulunuyor…
Üçü de rahmetli Prof. Sulhi Dönmezer’in, Prof. Çetin Özek’in, Prof. Uğur Alacakaptan’ın…
CHP’nin başına ‘kayyım’ atanması veya iki kurultayda üst üste seçilmeyi başarmış yönetim kadrosu yerine eski genel başkanı ile kadrosunun getirilmesi, hatta ‘mutlak butlan’ gerekçesi ile partinin kapatılması yoluna gidilmesi sürecinde de benzer bir durum yaşanıyor…
Daha dün, Prof. Adem Sözüer, CHP kurultayının iptali davasının neden yanlış olduğunu, dava açılması yoluyla ‘partilerin hukuk dışı yöntemlerle etkisizleştirilmesinin esasen suç’ teşkil ettiğini izah eden bir hukuki mütalaayı sosyal medyadan paylaştı.
Mütalaasını on madde ile gerekçelendirerek…
Prof. Sözüer sıradan biri değil, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığına 2009 ve 2013 yıllarında iki kez atanmış, yeniden düzenen Türk Ceza Kanunu’nun müelliflerinden olarak AK Parti hükümetinin Türk Ceza Hukuku Reformu girişimine öncülük etmiş saygın bir hocadır.
Davanın açılış biçimi ve gerekçelerine karşı en kapsamlı çıkışı Prof. Sözüer yapsa da, bu görüşünde yalnız değildir o. Eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk de ‘kayyım’ atama konusunun hukuki zeminde siyasi partiler için söz konusu olamayacağını duyurdu.
En keskin ifadeler, AK Parti’den üç dönem milletvekilliği yapmış, halen partisi tarafından 2016 yılında getirildiği Yüksek Seçim Kurulu temsilciliği görevini yürüten hukukçu Recep Özel’den geldi.
Recep Özel, davaya konu yapılan ilk kurultaydan sonra YSK’ya gelen itirazların reddedildiğini belirttikten sonra şunları söyledi: “YSK’nın verdiği kararı Asliye Ceza Mahkemesi ya da Ağır Ceza Mahkemesi bozamaz. Bozmamalı. Böyle bir şey olamaz. Eğer mahkeme bu kararı bozarsa bütün sistem allak bullak olur.”
Kurultayda hakim nezaretinde yapılan bir seçimle oluşmuş, YSK tarafından onaylanmış parti yönetiminin, mahkeme kararıyla sona erdirilmesinin, hukuk açısından mümkün olmadığı daha nasıl anlatılabilirdi, bilemem.
Keşke Asliye Hukuk Mahkemesi, Asliye Ceza Mahkemesi’nin daha önce verdiği görevsizlik kararına itirazın sonucunu beklemek yerine, kendileri de benzer bir kararla konuyu dün kapatsaydı.
CHP bir süre daha Damokles’in kılıcını tepesinde hissetmeye devam edecek…
Bu arada bir partinin kapatılma veya yönetiminin zorla değiştirilmesi tehdidi altında bulunduğu bir ülke görüntüsü, Türkiye’nin ‘demokratik hukuk devleti’ olduğu iddiasını gölgede bırakmaya devam edecek.
Tıpkı, 1998’de Tayyip Erdoğan’ın ‘muhtar bile olamayacağı’ manşetine konu olmuş davası sürecinde yaşandığı gibi…
Yine tıpkı, 2007 ve 2008 yıllarında Anayasa Mahkemesi’nde görülen 367 ve AK Parti kapatılma davaları süreçlerinde yaşandığı gibi…
Umarım, bu son ‘tarihi tekerrür ettirme’ olayımız olur ama, yine de şunu bilelim: Geçmişten ders almama adetimiz yüzünden meydana gelebilecek yanlışlıklara değinilirken, benim bu yazıyla yaptığım gibi, uzak ve yakın geçmişteki benzer olayları hatırlamadan ve hatırlatmadan edilemeyecek…
Milli Şairimiz Akif’i öngörüleri sebebiyle hayırla yad ediyorum.