Avrupa kültürünün, kendi dinamikleriyle geliştirdiği demokratik sistem, farklı kültürlerde ve özellikle de Müslüman dünyada belli bir hayranlık oluşturmakla birlikte, aynı zamanda derin bir nefrete de yol açmıştır.
Bu yüzden de 20. Yüzyılın önemli bir bölümünde Müslüman dünyada, İslamcı entelektüeller ‘demokrasi’ kavramı üzerinden fırtınalı tartışmalar yaptılar.
Müslüman düşünürlerin, yazarların bir bölümü demokrasiyi ‘küfür rejimi’ olarak görürken, bir bölümü de Müslümanların demokratik sistemde daha özgür bir hayat yaşayabileceğini savundu.
Ancak Müslüman toplumlar, kendi içlerinde hukuka dayalı bir sistem geliştiremedikleri gibi, demokrasiyle barışık bir yapı da oluşturamadılar. Çünkü yaşadıkları travmaların da tetiklemesiyle, Batı’da gelişen demokrasiyi tanıma ve anlama fırsatını kendilerine tanıyamadılar. Gerçi içinde bulundukları kültürel iklim de bu gelişmelere imkan tanımıyordu.
Bugün bile İslami bilimlere vakıf bazı alimler, Müslüman dünyada oluşmuş dört başı mamur bir ‘hukuk sistemi’ örneği sunamadıkları için, ya ‘demokrasi taşlama’ işinde ön safta yer alıyorlar ya da “İslami demokrasi” benzeri hiçbir temeli olmayan uyduruk işlerle uğraşıyorlar.
‘İslami demokrasi’ masalını icat eden bu alimler, şu ana kadar insanlığın en ehven sistem olarak geliştirdiği demokrasinin birtakım arızalarına rağmen, halen en doğru sistem olduğunu savunan Müslüman entelektüelleri ‘modernite müminleri’ diye tanımlayarak imkansız bir hayali dillendirmekle meşguller…
İslam’ın en temel mesajlarının hikmetini kavrayamadıkları için de dinin ‘adalet’ ve ‘eşitlik’ ilkelerini ideolojik bir çerçeveye hapsederek bize despotik bir dünya sunuyorlar. Önerdikleri en parlak düşünce ‘itaat’ ve hilafet…
Müslüman ülkelerin adalet konusunda, neden bugün içler acısı halde olduğunu anlamak için şu ifadeleri dikkatle okumakta yarar var: “Hiçbir İslam alimi, Müslümanlara ait olan eşitlik ve hürriyetin aynıyla gayr-i Müslimlere ve İslâmî kuralları alenen çiğneyenlere de tanınması gerektiğinden söz etmemiştir, edemez, ederse meşru çizginin dışına çıkmış, dini moderniteye uydurmak için icma konusu olan usulden sapmış olur.”
Maalesef, günümüzdeki bazı İslamcıların en temel problemi, klasik İslam siyaset teorisini aynen bugüne taşıyarak, kontrolcü ve sınırlayıcı bir devlet hayali kurmalarıdır.
Çağdaş İslamcı düşünürlerden birisi olan Abdulvahhab el-Efendi, İslamcıların bu halini şöyle tanımlıyor: “İslamcıların, isteksiz toplumu doğru yola sürükleyecek güçlü bir devlet tasavvurları, baskıcı, yarı hayali bir görüşün ürünüdür.” (Nasıl bir Devlet, s.101)
Bugün Müslüman dünyada yaşanan baskıların ve özgürlük fukaralığının, İslam ahlakını teşvikten ziyade ahlaksızlığı teşvik için kullanıldığına dikkat çeken El-Efendi’nin şu tespiti, günümüz Müslüman ülkelerini çok iyi tarif ediyor: “Bugün en ciddi handikap, günümüz İslamcılarının, modern devlet kavramını ve bu kavramı destekleyen liberal ferdiyetçi ahlakı bir tarafa bırakarak, bir kısıtlama ve kontrol prensibi olarak uygulamalarında yatıyor. Bu yanlış yorumlama, modern İslamcıları, taraftarlarını zorla cennete sokmaya çalışan pro- faşistler haline getirme eğiliminde olmuştur ve tabii ki bu orijinal İslami siyasi toplum görüşü değildir.” (a.g.e, s.147)
Kabul edelim ki bugün “İslami demokrasi” hayali kuran bazı alimlerin bu tavrı, otoriterliği besleyen bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki bu bakış açısı, halkın özgür iradesine güvenden çok kutsallaştırdıkları lidere itaate endekslidir.
İşte tam da bu yüzden günümüzdeki bazı İslam alimleri, halkı doğru yola getireceğine inandıkları otoriterleri kutsamayı İslami bir görev olarak görmektedirler.
Oysa İslam’ın mesajını ve hikmetini kavrayan ve de bugünün dünyasını aklı selimle değerlendiren herkes bilir ki otoriterliğin hakim olduğu bir toplumda özgürlük olmaz, daha da önemlisi insanlar adalete hasret kalırlar.
Hiç lafı dolandırmadan söyleyelim, özgürlüğü ve hukuku esas almayan hiçbir devlet yapısı meşru olmadığı gibi, İslami de değildir. Müslüman olsun ya da olmasın, bütün toplumlar için demokrasi bir gerekliliktir ve de zarurettir.
Ayrıca unutmayalım, insan hakları temeline dayalı olan demokratik toplumlarda Müslümanların inançlarına göre yaşamalarının önündeki engeller, düne göre daha azdır. Dolayısıyla Müslümanların ütopik hayaller kurmak yerine, içinde yaşadıkları İslam ülkesinin liderlerinden gerçek anlamda bir ‘hukuk devleti’ talebinde bulunmaları daha gerçekçidir