DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis grup toplantısında konuştu
Konuşmasının başında Demirtaş ve Yüksekdağ'a yaptıkları ziyareti hatırlatan Hatimoğulları; "Sağlıkları, moralleri çok yüksek, barışı olan umutları çok yüksek ve hem sizlere mücadele arkadaşlarına hem bütün Türkiye halklarına selam ve sevgilerini iletiyorlar" dedi.
Hatimoğulları sözlerini şöyle sürdürdü:
Mahpusların bu süreçten ciddi beklentisi var. Bu sürecin adı barışsa gerekli adımlar atılmalı. Yasal düzenlemeler yapılmalı. Barış tek tarafın adımlarıyla inşa edilemez. Devlet ve iktidar somut adımlar atmalı. Bunlar cezaevinde bizler kimi ziyaret ettiysek ve mahpus aileleri ve yakınlarının bizlere görüş ve önerileri çerçevesinde ulaşmış olan görüşlerin özeti. Biz çok kez söyledik sonuç alana kadar da söyleyeceğiz. Kobani kumpas davasında ceza verilen sevgili Selahattin Demirtaş için AİHM üçüncü kez ihlal kararı verdi. Bu karara göre Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün Kobani Kumpas davasında tutuklu bulunan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır Bir saat dahi içeride kalmamalılar. Ortada çok önemli bir karar var ve biz bu kararın bir an önce hayata geçmesinin burada bir kez daha vurguluyoruz. Arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi Tayfun Kahraman için 31 Temmuz'da verdiği ihlal kararının gerekçesini 17 Ekim'de açıkladı. Gezi davasında 18 yıl hapis cezası alan Tayfun Kahraman'ın başvurusu kabul edildi. Yargılamanın hakkaniyete uygun olmadığını, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtti. Sadece Tayfun Kahraman değil, Osman Kavala, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay aynı hukuksuzlukla içerideler ve onlar da serbest bırakılmalı. Yakın zamanda Osman Kavala kendisine ziyaret için gelen milletvekillerinin ziyaretlerine izin verilmediğini açıkladı. Bu hukuksuzluklar derhal son bulmalıdır ve gezi tutsakları serbest bırakılmalıdır.
Dün aralarında seçim bölgem olan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Zeydan Karalar'ın da bulunduğu, çok sayıda belediye başkanı ve beraberinde yargılananlar hakkında toplamda 100 yılları aşan hapis cezası ile iddianame açıklandı. CHP belediyelerine yönelik operasyonların siyasi sayıkla yapıldığının altını defalarca çizdik. Bir kez daha buradan ifade ediyoruz. Ekrem İmamoğlu ve tüm seçilmişler bu şekilde yargılanamaz, derhal serbest bırakılmalı. Tutuksuz bir şekilde yargılanmaları pekala devam edebilir ve serbest bırakılarak görevlerinin iadesi sağlanmalıdır.
Ve yine geçtiğimiz günlerde DEM Parti bileşenimiz olan Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı Deniz Aktaş ve Sosyalist Kadınlar Meclisi Genel Üyesi Ebru Yiğit'e verilen 17 seneyi aşan cezayı huzurunuzda kınıyorum. Barışı konuştuğumuz bu günlerde, böyle cezaların yağdırılmasını asla doğru bulmuyoruz. Yoldaşlarımız şahsında cezalandırılmak istenen halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. Onlar özgürleşene dek mücadelemiz devam edecek O duvarları bizler mutlaka demokrasi mücadelemizle yok edeceğiz.
"Barışın toplumsallaşması gerekiyor"
22 Ekim, 27 Şubat, 5 Mayıs, 11 Temmuz. Türkiye'de barış umudunun yeşerdiği günlerin tarihi. Yedi yirmi dört yürüttüğümüz barış çalışmalarında bütün toplumsal ve siyasal kesimlerden şu değerlendirmeleri duyuyoruz. Sizleri sadece DEM Parti'yi bizler bu süreçte sahada görüyoruz diyorlar. Süreç için sadece sizler bizleri ziyaret ediyorsunuz, süreçle ilgili görüş alışverişinde bulunuyorsunuz, değerlendirmelerimizi alıyorsunuz, bilgilendirmede bulunuyorsunuz. İktidar ve muhalefet barışın toplumsallaşması için sahada değil.
Yasal düzenlemelere ilişkin atılmış henüz bir adım dahi yok. Barışı herkes ister ama iktidardan doğru söylemi aşan güven oluşturan somut adımlar yok. Bunlar çok gerçekçi değerlendirmeler hakikaten. Türkiye'nin elinde tarihi bir fırsat var. Bu kürsüye her çıktığımızda partimiz adına konuşan her sözcümüz bu tarihsel fırsatın altını önemle çiziyor.
Çünkü biz DEM parti olarak Türkiye'nin elindeki bu tarihi fırsatı çok önemsiyoruz, çok kıymetli ve çok değerli buluyoruz. 100 yıllık bir sorunu çözmek 50 yıldır devam eden savaş ve çatışmaları bitirmek gibi tarihi bir fırsat, antidemokratik uygulamalarla derinleşen yönetim, siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerin çözüm kanallarını açacak demokratik dönüşümü sağlamak. Bunlar tarihi fırsatlar değil mi? Bunlar uğrunda çok emek vermemiz gereken tarihi fırsatlar Herkesin görev ve sorumlulukları belli aslında. İktidar ve devlet, yasal düzenlemeler başta olmak üzere somut adımlar evresine ivedilikle girmeli. Güven artırıcı adımlar ivedilikle atılmalı. Toplumsallaşmayan barış sonuç alamaz. Barışın toplumsallaşmasının yoluysa başta kadınlar ve gençler olmak üzere toplumun bir bütün olarak barışın mimarı haline gelmesiyle mümkün. Burada iktidar muhalefet herkese ama herkese hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Komisyonun önümüzdeki süreçte somut adımlara yoğunlaşması; tekil, özgür, bütüncül geçiş yasalarının çerçevesinin bir an önce çizilmesi, 2026 yılı bütçesi genel kurula gelmeden yasal düzenlemelerin yapılması hem güven artıracaktır hem bu sürecin başarıya ulaşması için son derece ön açıcı olacaktır.
"Numan Kurtulmuş'un Kürtçe mesajıyla ülke bölünmedi"
Ve bakın Sayın Numan Kurtulmuş beraberindeki heyetle Diyarbakır'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Meclisin resmi hesabından diğer diller gibi Kürtçe paylaşım yapıldı. Önemlidir, anlamlıdır. Ve şimdi soruyoruz. Meclis resmi hesabı Kürtçe paylaşım yapınca Türkçe'ye veya başka bir dile halel mi geldi? Ülke bölündü mü? Hayır. Tam tersi bu ülkede yaşayan milyonlar Kürdü tanımış oluyor.Ana dillerine saygı göstermiş oluyor.
Tam da iç barıştan kastımız olan bu ülkede yaşayan Kürdü'yle, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Hıristiyanıyla yani ez cümle bütün farklı halkların ve inançların bütünleştiği bir toplumsal birlik ve beraberlik oluşur. Cumhuriyeti demokrasiyle, Kürt halkını demokratik bir cumhuriyet idealine yaklaştırmaktan hiç kimse kaybetmez, tam tersi toplum kazanır, demokrasi kazanır. Ama sanki bir şeyi eksik söyledim. Irkçılıktan siyaset devşirenler bu adımları istemezler. Bakın atılmayan her adım, yaşanan her gecikme süreç karşıtlarını cesaretlendiriyor. İşte görüyoruz sürecin ritmi düştükçe savaştan yana olanların cesareti artıyor. Ve adeta tüm tuşlara basılmışçasına sistematik olarak barış karşıtı sesler yükseliyor. Süreç bitsin ölümler sürsün diyorlar mealen.
"Bir avuç ayrıcalıklı azınlık savaş sürsün istiyor"
Peki kim bunlar? Neden bu kadar ısrarcılar? Bunlar yıllarca savaş siyaseti yapanlar, siyaseti çatışmadan ibaret görenler ve bundan nemalananlardır. Şimdi barış onların tüm varlık nedenlerini ortadan kaldırıyor. Mecliste bu savaş hamasetini yapanları çok iyi görmemiz lazım. Ama bir şeyi de unutmamak gerekiyor. Bu siyasetçilerin sesinin, onların partilerine oy veren insanların sesi olarak görmeyelim. O yurttaşlarımızın sesi olarak görmeyelim. Çünkü hangi anne evladının ölmesini ister ki, hangi baba çocuğunun cenazesini beklemek ister, hangi kardeş kardeşini toprakta aramak ister? Hiç kimse bunu istemez. Şuna yürekten inanıyorum ki bu topraklarda yaşayan her insan barışın bu topraklara gelmesini demokrasinin bu topraklarda inşa edilmesini canı gönülden ister.O meclis kürsülerinde çığlık atanlar, kendi kapalı dünyalarında yaşayan bir avuç ayrıcalıklı azınlıktır. Onlar kendi imtiyazlı hayatları bitmesin diye Kürtlerle eşitlenmemek için bu adımları attıklarını biliyoruz. Bu sistematik provokasyonlara pabuç bırakacak değiliz. Tek sermayesi nefret olan bu kesimin ırkçı hayallerinin toplumu bölmesine izin vermeyeceğiz. Ve bedeli ne olursa olsun onurlu bir barış ve demokratik bir cumhuriyetin inşası için sonuna kadar çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız ve hep beraber başaracağız.
Partililere seslendi: Irkçılarla atışmayın
86 milyonun huzurunda Bütün milletvekillerimize, partililerimize çağrıda bulunuyorum: Bu ırkçılarla atışma sarmalına girmeyeceğiz. Onların belirlemek istediği dar alanda siyaset yapmayacağız. Enerjimizi barış ve demokratik toplumun inşasına harcayacağız. Geçim derdindeki milyonlara, adalet arayanlara, barış özlemi çekenlerin umuduna, mücadelesine güç katacağız. İnsana dokunan, hayata anlam katan, somut çözümler üreten bir dille konuşacağız. Süreç karşıtlarının tahriklerine asla gelmeyeceğiz. Onların oynadığı oyunu ifşa edeceğiz. Çünkü biliyoruz hakaret küfür siyaset değildir. Siyasetin bittiği yerdir. Bütün bu gürültü patırtı, siyasi tükenmişlik sendromunun ta kendisidir. Kürt düşmanlığını savaş seviciliğiyle birleştirenlere geçit vermeyeceğiz. Bizler demokratik müzakere ve mücadele ilkeleriyle siyaset yapmaya devam edeceğiz.
Toroslardaki çiftçinin, Mezopotamya'daki emekçinin, Ege'deki üreticinin birlikte adalet aramasından korkuyorlar. Onlar İstanbul'da Türk işçiyle Kürt işçinin ekmek mücadelesini beraber vermesinden korkuyorlar. Onlar kadınların toplumda ve siyasette eşit olmasından korkan, derin, karanlık ve her an şiddet üreten erkek aklın ta kendisidir. Onlar nefret ekiyor, biz barış biçeceğiz, onlar karanlık saçıyor biz ışık olacağız, umut olacağız, can olacağız, barış olacağız.
11. Yargı Paketine tepki: Devletin görevi çeşitliliği güvence altına almaktır
Yeni bir AKP taktiğiyle karşı karşıyayız. Toplumun sinir uçlarını gerecek düzenlemeleri basına sızdırıp toplumun gazını almaya çalışıyorlar. Bunun son örneğini 11. Yargı Paketi adıyla kamuoyuna sızdırılan taslakta görüyoruz. İktidarın yargı paketleri topluma daha çok güven, çözüm, adalet, ama daha çok güven çözüm adalet altında yaşayan her bir insanın eşit bir şekilde hukukunu korumaktır. Devletin görevi bu çeşitliliği cezalandırmak değil güvence altına almaktır. Her yurttaş cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, inancı, dili, kültürü ne olursa olsun eşit haklarla ve onurlu bir yaşamı hak etmektedir ve buna saygı duyulmak zorundadır. Nasıl ki sizin yaşam tarzınıza hiç kimse müdahale etmiyorsa siz de başkasının yaşam tarzına müdahale edemezsiniz. Devlet otoritesi ve yargı elinizde elinizdeyse bu hakkı kendiniz de göremezsiniz. Bakın toplumun yüzde 76'sı ekonomi olumsuza gidiyor diyor, yüzde 70'i demokrasi ve yargı kötüye gidiyor diyor. Merkezi hükümetin görevi bu can yakıcı sorunlarla ilgilenmektir. Ama iktidar insanların yaşam tarzına müdahale eden yasaların ve algı yaratmanın peşinde. Nefret suçlarının önünü açma peşinde. Çıkaracağınız yasalar yargılama etkisi yaratabilir sizlere ama toplumsal hiçbir sorunu çözmez, meşru da değil. Hukuka ve adalete ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz.
Bakın Rojin Kabaiş'e adalet, Hakan Tosun'a adalet diyor milyonlar. Rojin üniversiteyi kazanmış, gelecek hayallerinin yeşerdiği çağında hayattan koparıldı. Bir yıldan fazla zaman geçti. Rojin'in ailesi ve kamuoyu ilk günden beri adalet talebinde bulunuyor. Son çıkan raporla birlikte bir kez daha Rojin için adalet sağlanmalıdır diyoruz. Yine Cizre'de 43 öğrenciye cinsel tacizde bulunan müdür yardımcısı Burak Ercan, Onun hakkında verilen hapis cezası bozuldu ve Cizre halkı Adalet nöbetinde Cizre halkı bu konuda adalet istiyor. Her gün binlerce kişi soruyor ve eylemler yapıyor. Toplumun adalet talebi bu kadar canlıyken toplumun sinir uçlarıyla oynamak adaletin kırıntılarını dahi düzenlemeler yoluyla ortadan kaldırma gayreti yanlıştır. Meclis'e de gelmemesi için de elimizden gelen her türlü çaba içinde olacağız.
Bütçeye ve tezkereye tepki
Cumhurbaşkanı yardımcısı 2026 yılı merkezi yönetim bütçesini açıkladı. Tarih boyunca bütçe teklifleri iktidarın siyasi omurgasını gösterir. Bütçeler iktidarın hangi sınıfın iktidarı olduğunu gösterir. 2026 yılı merkezi yönetim bütçesi AKP'nin halktan ne kadar koptuğunu, maliyetleri nasıl işsizlere, gençlere, emeklilere, kadınlara, esnafa yıkmak istediğinin kanıtı olan bir belgedir. DEM Parti olarak 2026 yılı bütçesinin geçmiş bütçelerden farklı olarak tercihlerini yoksuldan ve toplumsal barıştan yapması gerektiğinin üzerine ısrarla çizdik. Bunun mücadelesini yürüttük, yürütmeye de devam edeceğiz.
Parlamento gelecek olan Suriye, Irak tezkeresini gündemine almamalıdır. Suriye'nin gerçekten toprak bütünlüğü önemseniyorsa bırakın Suriye'nin içindeki dinamikler müzakerelerini silahın gölgesinden ve tehditlerden uzak bir şekilde kendi iç dinamikleriyle yapsınlar. Bugüne kadar sayısız tezkere, Kürt anasını görmesin diye, maddi ve manevi insani kayıplara kayıplar göze alınarak girildi. Ve sonuç çözümsüzlüğün derinleşmesi oldu. Türkiye'nin dış siyasetini belirleyen akıl, Irak ve genel olarak bölgedeki gelişmelere ve hassaten Suriye'deki gelişmeleri Türkiye açısından hala yanlış değerlendiriyor. Tezkerelerle, tankla, topla yol alınacak bir durumun olmadığının idrak edilmesi lazım. Türkiye'nin yeni siyasi dönemde Suriye ve bölge stratejisi barış, diyalog ve demokrasi kavramlarıyla yeniden şekillenmelidir. Israrla altını çiziyoruz. Kürdün, Alevinin, Dürzi'nin, mütedeyyin ve seküler Arap'ın, Ermeni'nin, Hristiyan'ın ve Suriye'de yaşayan bütün halkların ve inançların temsil edildiği bir Suriye inşa edildiğinde Türkiye sınırları daha da güvende olur. Türkiye içeride barışı ve demokrasiyi tesis eder, Suriye'nin geleceğine bahsettiğimiz çerçevede pozitif destek sağlarsa, bölge barışında tarihi rolünü oynamış olur. Bakın sadece Türkiye iç barışı, sadece Suriye iç barışından bahsetmiyorum. Bütün bölgede barışın tesis edilmesi konusunda gerçekten tarihi misyonu sahip olmuş olur. Bunlar tezkerelerle olacak işler değil.
21. yüzyılda, teknolojinin, yapay zekanın, nükleer silahların geldiği boyutlara baktığımızda, dönem silahların yarıştırılacağı bir dönem değil. Halkların barışını, özgürlüğünü, demokratik haklarını merkeze alan strateji ve siyaset üretmenin dönemidir. Biz bu tezkereye hayır diyeceğiz ve bütün muhalefeti bu tezkereye hayır demeye davet ediyorum. Değerli Türkiye halkları bugün burada bir kez daha haykırıyoruz. Bu ülkenin geleceği çatışmada değil, barıştadır. Bu toprakların kaderi inkarda değil, kabulde ve eşitliktedir. Yıllardır denenmiş ama sonuç alınmamış yöntemleri artık bırakma zamanı geldi ve geçti. Biz bu döngüyü kırmaya kararlıyız. Bu sürece ilişkin her türlü provokasyonları boşa çıkarma konusunda kararlıyız. Bu konuda hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düştüğünün altını bir kez daha çizmek isterim. Bizler bu ülkenin geleceğini birlikte kurmak isteyen milyonların sesiyiz. Birileri nefret saçacak, birileri nifak tohumu sokmaya çalışacak ama biz inadına ve inadına kardeşliği büyüteceğiz. Birileri savaş diyecek, biz inadına barış diyeceğiz. Birileri inkar edecek, biz inadına biz de varız ve bir arada ortak yaşamı eşit bir şekilde demokratik bir zeminde inşa etmek konusunda kararlıyız diyeceğiz. Ve bizler gücümüzü halktan alıyoruz. Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz ve biliyoruz ki halklar barışın yoluna girdiğinde hiçbir güç o yolu kapatamaz. Bu yolun keskin virajları olsa da sonu elbette barış olacak ve bizler neler yaşanırsa yaşansın, kim hangi provokasyona tevessül ediyor olursa olsun, bütün bu provokasyonları boşa çıkarma konusunda kararlılığımızın altını bir kez daha çiziyoruz. Bu ülkede onurlu bir barışı tesis etmek, bu ülkede yaşayan bütün farklı halkların ve inançların kendini eşit yurttaş olarak hissettiği bir demokratik cumhuriyeti inşa etmek, boynumuzun borcudur ve ne olursa olsun bu kararlılıkla hem müzakerelerimizi hem mücadelemizi yürütme konusunda kararlıyız.