Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda ısrarlı bir şekilde “biz bu süreçlerin içinde yokuz” diyerek, CHP’ye yönelik yargı süreçlerinin “siyasi değil hukuki” olduğuna kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.
Cumartesi günü Haliç Kongre Merkezi’nde AK Parti Teşkilat Akademisi Kapanış Programında bir kez daha üstüne basa basa “bu operasyonların içinde biz yokuz” diyen Erdoğan’ın sözleri şöyle:
“Mahkemeye başvuranlar CHP’li, şikayet edilenler CHP’li, para ile oyumu değiştirdim diyenler CHP’li, rüşvet aldım, rüşvet verdim diyenler CHP’li. Mağdurlar, müştekiler, müdahiller, itirafçılar, davalı ve davacılar, velhasıl tarafların tamamı CHP’li. Yani ortada CHP içi bir meydan muharebesi var. Biz CHP’nin iç krizinin hiçbir yerinde yokuz, olmadık, olmayacağız.” (13 Eylül)
9 Temmuz tarihli grup toplantısında da “Yargının tek yaptığı, önüne gelen şikayetlerin gereğini yerine getirmek… Ortada siyasi değil, hukuki bir süreç var. Bu sürecin hiçbir tarafında hamdolsun biz yokuz” demişti.
Daha önce de yazmıştım, tekrar altını çizmek isterim, dikkat çekici bir husus Erdoğan “bu sürecin içinde biz yokuz” açıklamalarını kamuoyundan ziyade kendi tabanını ikna etmek için yapıyor, o yüzden bir süredir partililerine yönelik yaptığı konuşmalarda “sürecin içinde biz yokuz”un altını çizerek “sürecin siyasi değil hukuki” olduğunu söylüyor.
Söylüyor ama ne kendi tabanı dahil kamuoyunu buna ikna edemiyor. Hatta şunun altını çizelim ki CHP’ye kayyum davası süreciyle ilgili Erdoğan sözlerinin tamamında haklı. Evet mahkemeye başvuranlar CHP’li, şikayet edilenler CHP’li, rüşvet aldım, verdim diyenler CHP’li… Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sürecin hukuki olduğuna kendi tabanını bile ikna edemiyor. Kamuoyu araştırmaları toplumun yüzde 60’ının CHP belediyelerine yapılan operasyonların siyasi olduğunu ve CHP’ye kayyum davasının arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğunu düşünüyor. (KONDA Araştırma)
19 Mart operasyonun ardından yapılan araştırmalarda bu oran yüzde 55’lerdeydi, Erdoğan’ın açıklamalarına rağmen her geçen bu oran artıyor. Erdoğan açısından kritik olan kendi tabanını bu sürecin hukuki olduğuna dair ikna edemiyor olmasıdır.
Neden ikna edemiyor?
***
Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP kurultayıyla ilgili ‘şaibeli’ olduğunu gündeme getirmesinin, ‘bakalım oradan nasıl pis kokular çıkacak’, ‘muhalefet cephesinde patlak veren iddiaların kendi seçmeni tarafından da takip edildiğine inanıyoruz, para kulelerinin temsil ettiği anlayışın siyaset kurumundan atılması şart. Sandığın itibarına gölge düşüren gayri meşru tasarrufun reddedilmesi siyaset adına önemli bir kazanım olacaktır” demesinin ardından devreye giren bir yargı var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘CHP’yi silkeleyin’ dedikten sonra devreye giren ve CHP’nin İstanbul’da kazandığı 26 Belediyenin 10’unun başkanını tutuklayan bir yargı var.
CHP lideri Özgür Özel Erdoğan’ın ‘şikayetçi CHP’li, şikayet edilenler CHP’li bizim ne ilgimiz’ açıklamasının ertesi günü Tandoğan Mitinginde CHP İstanbul İl Başkanlığına kayyım kararı veren hakimin AK Partili olduğunu, geçmişte AK Parti kimliği ve AK Parti rozeti taşıdığını ve nasıl hakim yapıldığını açıkladı.
Özgür Özel’in anlattıkları kamuoyunda absürt karşılandığını sanmıyorum, bilakis karşılık buluyor. Sonuçta dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yücel Kocaman’ın nikah defterini imzalar imzalamaz eşini ve nikah şahitlerini de yanına alarak Beştepe’ye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini öpmeye gittikleri bir yargı ve bir ülke gerçeğimiz var. Dahası parti rozetli, partide görev yapmış isimlerin HSK’ya atandığı, yargıçların iktidara yakınlıklarını açıklamaktan çekinmedikleri bir dönemden geçiyoruz.
***
İktidarın takip ettiği davalarda iktidarın hoşnut olmadığı kararları veren hakimlerin sürgüne gönderildiği bir ülke gerçeği var.
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun sürgün sopasını yargıçların üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallandırdığı, iktidarın hoşnut olduğu kararları veren hakimlerin ve iddianamelerini iktidarın hoşnut olacağı şekilde yazan savcıların ödüllendirildiği bir yargı gerçeği var ülkemizde.
İktidarın yakından takip ettiği soruşturmalarda HSK tarafından bir gecede uygun hakimlerin davaya atandığı gerçeği yaşanıyor ülkemizde.
Ekrem İmamoğlu’nun ‘ahmak davasında’ beş duruşmada dosyaya bakan hakimin iktidarın istediği yönde karar vermeyeceğini söylemesi üzerine HSK tarafından görevden alındığını, dosyanın hakimi bizzat kendisi anlatmıştı. Nitekim davanın 6. Duruşmada yeni atanan hakim İmamoğlu’na hapis ve yasak kararlarını verdi. Yargıtay onursal başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk davaya yeni bir hakim atandığında duruşmaların yeniden yapılması gerektiğini, yeni hakimin dosyayı devraldığı noktadan duruşmaya devam etmesinin ‘hukuka kesin aykırılık’ olduğunu defalarca söylemiş, kitap ve makalelerinde yazmıştı.
***
Ülkemizde yargı gerçekten bağımsız ve tarafsız olsaydı, iktidar yargıyı kendi çıkarları uğruna bu derece araçsallaştırmış olmasaydı, ülkemizde hukukun üstünlüğü ilkesi hakim olsaydı, iktidar hukuku muhaliflerin üzerinde sopa gibi kullanmamış olsaydı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle bir açıklama yapmasına gerek bile olmazdı. Ama siyasallaşmakta tavan yapmış bir yargı sistemimiz var.
İsveç Merkez’li İsveç merkezli V-Dem Enstitüsü’nün yayımladığı “Hukukun Üstünlüğü Endeksi”ne göre, Türkiye 2024 yılında, 1789 yılından bile daha düşük bir puan aldı. 179 ülke arasında 147’nci sırada yer alan Türkiye, Ürdün, Irak, Uganda ve Mısır’ın gerisinde. Raporda Türkiye “seçimli otokrasi” olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Hakan Kara ülkemizin Mısır’ın, Irak’ın bile gerisinde kalmasına ilişkin, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Türkiye’de hukukun üstünlüğü endeksinde geldiğimiz nokta 19. yüzyıl seviyesinin bile altında görünüyor” diyor. (15 Eylül)
Bir de kamuoyu nezdinde artık Erdoğan’ın “ne söylüyorsa tersi gerçektir” algısı giderek güçleniyor, çünkü Erdoğan’ın bu açıklamalarını siyasi manevra olarak görüyor.
Sonuçta bu sürecin hukuki değil siyasi olduğunu ortaya koyan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi söylemleri ve eylemleri oldu.
Bütün bunlar kamuoyunun gözünün önünde yaşandı, toplum hukukun nasıl defalarca alaşağı edildiğinin tanığı oldu.
İktidarın yakından takip ettiği davalarda nasıl hakim değişiklikleri yapıldığını, hukuka uygun kararlar veren yargıçların nasıl sürgüne gönderildiğini toplum kulaktan duymadı, bizzat bu süreci gözüyle göre göre yaşadı, yaşamaya devam ediyor.
***
Toplum bir yandan iktidarın siyasi söylemlerine göre iddianameler yazan, iktidara yakın hasta mahkumları tahliye ettiren, muhalif hasta mahkumları cezaevlerinde resmen ölüme terk eden, merhamet göstermeyen, AİHM’in ‘hak ihlali var’ kararlarını uygulamayan yargı sistemini ve bu yargıçlara sahip çıkan iktidarı görüyor…
Sonra aynı iktidarın çıkıp “biz bu sürecin içinde yokuz” açıklamalarına bakıyor… Ve CHP’ye kayyum davasında “mahkemeye başvuranların, şikayet edenlerin, para ile oyumu değiştirdim, rüşvet aldım, rüşvet verdim” diyenlerin tamamının CHP’li olduğu gerçeğini biliyor ama CHP’nin bu iç kavgasını hukuk eliyle kendi lehine çevirmeye çalışan iktidarı da görüyor.
AK Partinin yerel seçimlerde alamadığı belediyeleri yargı eliyle almaya çalıştığını görüyor. Bu gerçek ayan beyan ortada duruyor, demokratik hukuk devlerinde yürütmenin başındaki liderler devam eden davalarla ilgili konuşmazlar, yorum yapmazlar. Sessiz kalırlar. Çünkü yargının meşruiyetini siyasal iktidarın ‘biz yokuz, yargı işini yapıyor, yargı bağımsız’ demesiyle değil, zaten hiç karışmıyor olmasıyla sağlanır.
Ama bir yandan da her zaman mızrak çuvala sığmıyor, işte YSK “tam kanunsuzluk” kararıyla, Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi de mutlak butlan ve tedbir taleplerini reddeden kararıyla “Ankara’da hakimler var” denilebileceğini de gösteren hakimlerimiz var.