Filistin, Gazze ve bu arada Kudüs derin bir yaradır. Bu yara tam 70 küsur yıldır kanamaya devam ediyor.
Sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmayacak olan “iki devletli çözüm”e göre Doğu Kudüs Filistinlilere, Batı Kudüs İsraillilere ait olacak. İsrail ise Kudüs’ün “İsrail’in ebedi başkenti” olduğunu söylüyor.
Filistin sorunu, gerçekte bir “İsrail sorunu”dur.
İşgal edilmiş topraklar, toprak ve mülk gasbeden sömürgeci yerleşimciler, mülteci Filistinliler, Mescid-i Aksa ve Kudüs sorunun beş esasını teşkil ederler. İçlerinde Kudüs merkezi bir önem taşır. Doğru, hakkaniyetli ve adil bir Kudüs algısı bizi sorunun geneli hakkında sağlıklı, kalıcı bir çözüme götürebilir.
Bu konuyu 10 başlık altında ele almaya çalışacağım.
I. Hiç kuşkusuz Beytü’l-Makdis veya Mescid-i Aksa ile buna bağlı Kudüs, Yahudiler ve Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanlar için de kutsal bir şehirdir.
Kutsal yani “mukaddes”, her türlü maddi kirden, fesat ve bozgunculuktan arınmış, tertemiz mekân demektir. Yerleşim tarihi bundan 3.500 yıla dayanan Kudüs bugüne kadar 16 ayrı isimle anılmıştır. Bu isimlerin ortak vasfı “kutsiyet, bereket ve barış”tır. (Daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, IV, 367-372.)
II. Kutsalın bilincinde olan farklı din müntesipleri mukaddes bir şehirde barış içinde, bir arada ve ihtiramı esas alarak yaşar. İhtiramı mümkün kılan, kendi aralarında akdettikleri toplumsal sözleşmenin ruhu ahlak ve hukuktur.
III. Kudüs tarih boyunca büyük acılar yaşamış, paganlar ve fanatik din müntesipleri tarafından istilaya ve tahribata uğramıştır: Babilliler Kudüs’ü işgal etmiş (M.Ö. 586), Mabed’i tahrip etmiş, Hıristiyanlığı resmî din kabul etmeden önce pagan Romalılar aynı tahribatı yapıp sakinlerini kılıçtan geçirmişlerdir (M.S. 70).
Bugün de Siyonist Yahudiler, ne Müslümanlara hayat hakkı tanıyorlar ne Hıristiyanlara huzur veriyorlar.
IV. Kur’an, Resûlullah (s.a.)’ın Sünneti ve sahabe tatbikatı bize gösteriyor ki, şehir olarak Kudüs, Kudüs’te yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların hâkimiyeti altında huzur ve refah içinde yaşamışlardır.
Birbirleriyle katiyen anlaşamayan Rum ve Hıristiyanların kutsal kabul ettiği Kıyame Kilisesi’nin anahtarı hâlâ Nusibeh adlı Müslüman bir ailenin elindedir. Her sabah bu ailenin gözetimi altında kilisenin kapısı açılmakta, yine aynı ailenin gözetiminde akşam kapatılmaktadır.
V. Bugün de Kudüs’ü, üç din müntesibinin birlikte yaşadığı şehir haline getirme potansiyeline sahip olanlar Müslümanlardır.
Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’in ve tarihi tecrübelerinin ışığında Kudüs için yeni bir yaşama modeli geliştirebilirler. Yeni bir model tasarlarken:
1. Ne Yahudileri haritadan silmek,
2. Ne Kudüs’ü diğer dinlerin kutsal eserlerinden ve şiarlarından temizlemek,
3. Ne de bir ırkçılık ve nefret ideolojisi olan Siyonizme haklı olarak karşı çıkarken antisemitizm yapmak makul ve makbul değildir.
VI. Siyonizm sadece Filistinliler, Araplar veya Müslümanlar için değil, insanlık için tehlikeli bir ideolojidir.
Temel varsayımları itibariyle savunucuları laik-seküler, hatta ateist, agnostik veya deist olsalar bile Yahudi kutsal metinlerini İsrail ulus devletinin kurucu ideolojisi olarak yeni bir temele oturtmuşlardır.
Buna göre:
Varlık hiyerarşisinde Yahudi, “insan ile Tanrı arasında ara bir mertebe”de bulunmaktadır. Tanrı, Yahudi’yi “kendi suretinde yarattı”; diğer insanların ilk atası ve modeli olan Âdem’i ise çamurdan yarattı. Varlık hiyerarşisi cansızlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar, Yahudiler/İsrail ve Tanrı şeklinde sıralanmıştır.
Biz İsmail aleyhisselâmın torunları Müslümanların “Ev’in mirası”nda payımız yoktur. Zira Hz. İsmail’in annesi Hacer bir cariye idi. Miras, İshak aleyhisselâm’ın annesi Sara’nın çocuklarına aittir.
Hatırlayalım: 1986 yılında Amerika Libya’yı bombalamadan bir gün önce Ronald Reagan şöyle demişti: “Bu savaş İsmailoğullarını çölün derinliklerine sürünceye kadar sürecektir.”
19’uncu yüzyılda Siyonizmi formüle edenler, Filistin için “halksız toprak”, Yahudiler için de “toprağı olmayan ulus” ifadesini kullanıyorlardı.
Buna göre Filistin toprakları üzerinde yaşayan Filistinliler, Yahudilerin gelip buralara yerleşip devlet kurmaları için adeta temizlenmesi gereken haşarat türünden canlılardı. Nitekim Ekim 2023’te başlayan katliamda İsrailli yetkililer Filistinlilerin insan değil, “insanımsı yaratıklar” olduklarını söylediler.
Siyonistler, kendilerini hiçbir uluslararası hukuk kuralına bağlı görmüyorlar; çünkü kendilerine göre onlar “Tanrı’nın çocuklarıdır, seçilmiş halktır.”
Gelip bir halkın topraklarını işgal etmiş olmalarına rağmen, meşru savunma hakkını kullanan Filistinlilerin her eylemini vahşice bastırır, katliam yapar, bir halkı açlık ve susuzlukla ölüme mahkûm eder, savaş suçu işlerken “savunma hakkını kullandıklarını” öne sürüyorlar.
İşgalcinin meşru müdafaa hakkını kullananı “terörist”, kendini savunma hakkını kullananı “mağdur” göstermesi bütün ahlaki ve hukuki normların tersine çevrildiği trajikomik bir durumdur.
Seküler/laik Yahudilerin “din, ırk ve şiddet” üzerine kurdukları bu devletin ideolojisini yani Siyonizmi eleştiren herkesi antisemitik ilan edip, etkili oldukları mecralarda hemen mahkûm ediyorlar.
Siyonist ideoloji üzerine kurulmuş İsrail devleti, tarihte Babillilerin, Romalıların, Hıristiyanların ve Nazilerin Yahudilere reva gördüğü zulmün acısını Müslümanlardan çıkarmak istiyor.
Durum buyken, yine de fıkhımıza göre Siyonistlerin yaptıklarını yapmak caiz değildir. Çünkü İtalyanların yaptıklarına karşı Ömer Muhtar’ın ve Sırpların yaptıklarına karşılık Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi: “Onlar bizim öğretmenlerimiz değildir, bizim öğretmenimiz Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselamdır.”
İslami hüküm ve normların yeniden şekillendireceği bir bölgede, Müslümanlar gibi Yahudilerin, Hıristiyanların ve başka din, mezhep, inanç ve fırka mensuplarının da yaşama hakları vardır. Hz. Peygamber (s.a.), farklı din ve etnik grupları “Medine Sözleşmesi” çerçevesinde bir siyasi birlik içinde toplamış ve en başta Yahudilerin yer aldığı bu birliğe “ümmet” ismini vermiştir. (Bkz. Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, 2. Bsm. Çıra Yay., İstanbul-2020.)
Tek kırmızı çizgi; tahakküm, asimilasyon, etnik arındırma, soykırım, dini fanatizm, taassup ve toprakların bir din, kavim veya kimlik adına temellük edilip diğerlerinin “Allah’ın mülkü”nde temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmasıdır.
Yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzâb, Hz. Peygamber’e: “Gel, dünyayı aramızda ikiye bölüp sahiplenelim” deyince, ona şöyle cevap vermiştir: “Yeryüzü ne senindir ne benimdir, yeryüzü Allah’ındır.”