Kudret şarabı (Hatıra yazılar)

Ali Bulaç

Hapisten çıktıktan sonra uzun yıllar tanıdığım bir arkadaş, beni Beykoz’da deniz kenarında ekmek arası balık yemeye davet etti, yine uzun zaman birlikte mücadeleler verdiğimiz bir arkadaşımı da davet ettiğini söyledi.

Hapis yatanların tahliyeden sonra karşılaştıkları iki sorundan biri parası veya işi yoksa geçimini temin edebileceği bir işe sahip olması, diğeri ise yatarına göre süren yalnızlığını gidermeye matuf yakınları, arkadaşları, dostlarıyla vakit geçirmesi.

Bu vefakar arkadaşın davetini memnuniyetle kabul ettim, uzun zaman görüşemediğim zamanında birlikte matbuatta birlikte mücadele verdiğimiz dostumu göreceğim için ayrıca sevindim, uzun süre görüşemediğimiz dostum hükümete yakın bir gazetede köşe yazarı olmuştu, zaten yazardı da.

Beykoz’da balık yedik, çay içtik, eski günlerden bahsettik, ülkenin-dünyanın ahvalinden konuştuk. Sohbet bana da iyi geldi.

Dönüşte her nasıl olduysa günün olaylarından bahis açıldı, ben İslamcı bir yönetimin özgürlük, ahlaki değerler, hukuk, ihtiram, sosyal adalet ve Anasır-ı İttihad-ı İslam gibi ilkelere dayalı politikalar takip etmesi gerektiğini, hapiste iken şahid olup da çok üzüldüğüm masum erkek ve kadınların olduğunu söyleyip, bu konuda hükümeti uygun bir dille uyarmak icab ettiğini söyleyince, dostum bana şöyle dedi:

-Üstad, öyle değil. Söylediklerin doğru da hayatın gerçekleri başka. Muaviye’den beri bu böyle gelmiş böyle gidecek; gücü eline geçiren bir daha bırakmak istemez; bu bahsettiğin şahıslar evet öyle ama bu gibi yapılar toplumun öylesine kılcal damarlarına nüfuz ederler ki, böyle davranmak zorunda kalırsın.

Bu sözler karşısında nutkum tutuldu. Birlikte büyük riskleri göze alıp mücadele verdiğimiz dostum bu olamazdı. Hayretler içinde onun uzun uzun izahlarını dinlerken, artık benim “eski, eskilerde kalan dostum” olduğunu anladım.

O sırada Fatih, Kıztaşı’na yaklaşmıştık, arabayı kullanan ve bizi balık yemeye davet eden arkadaşa:
-Beni sağda indir, dedim.
Çok öfkelenmiştim
İndim ve arabanın kapısını kapatmadan benden üç-dört yaş büyük eski dostuma şöyle dedim:
-Abi, bu cümleyi bir İslamcı kuramaz!

x

Eski dostumun yeni/güncel hali, duruşu, olaylara bakışı üzerinde uzun uzadıya düşündüm. Benim 1965’ten beri içinde hem özne-hem nesne olarak yer aldığım İslami hareketin geldiği noktayı anlamaya çalıştım.

Olup biten yüce Allah’ın el Kadir isminden pay alabilme yetisine sahip olarak yaratılan insanın, kudreti yani iktidarı algılama ve kullanma biçimiyle ilgiliydi. Bizim kendinden, kendimizden bir gücümüz, kudretimiz yoktu, iktidarımız asıl Kudret Sahibi’ne aitti.

İrademiz kudreti, iktidarı kullanma biçimimizi tayin eder. Velhasıl insanın fitnesi nar ile nur arasında gidip gelmekten ibaretti, hepimiz tercihlerimizin ürünüyüz; tercihlerimiz ahlaki sorumluluğumuzu ve kaderimizi belirler.

Sonra şu şiiri yazdım (30 Nisan 2020-Fatih):

Kudret şarabı
Dün akşam vaktiydi
Bir dostuma rastladım
Kudret şarabı içmişti
sendeliyordu adım adım

Dili değişmiş, bilinci bulanık
durmadan konuşuyordu
Daldan dala atlıyor
çakıldığı yerde koşuyordu.

Çakır keyifti
Meyhane bizim diyordu
Gururla gökte uçak
Koğuşlarda mahkum
Yerde cenaze sayıyordu.

Mutluydu karanlığı emmekten
Müjde verdiği acıydı
Kırk sene önce ayıktı, isyankârdı
Her satır yazısı sanki bir balyoz
Sanki bir kamçıydı.

Şimdi kudret şarabı içtiği
Mukassi meyhanede bir sarhoş
Bir eski İslamcıydı.

x

Ondan sonra aylarca konuşmadık, hâlâ da selamlaşırız ama eski muhabbet kalmadı. Siyasi görüşlerimiz gibi, yaşadığımız galaksilerimiz de değişmişti. 75 sene sonra ne anladın, derseniz, şunu derim:

Eski dostlar da değişir. Değişmeyen şey dinin olan ruhu ahlaki normlar ve hukuka sadakattir.