Komisyonun İmralı Kararı ve tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Erdoğan bu kritik kararda “işi Komisyon’a havale etmekle” yetindi. Erdoğan’ın almadığı riski muhalefet de almadı. CHP gibi Yeni Yol Grubu’nu oluşturan partilerin de karar alma mekanizmalarında toplumdan gelen güçlü itirazların daha etkili olduğu açıkça or

Mehmet Emin Ekmen - Serbestiyet

Türkiye Büyük Millet Meclisi Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu yürütmüş olduğu çalışmalar kapsamında İmralı’ya bir heyet göndererek Abdullah Öcalan’ın görüşlerinin doğrudan Komisyon kayıtlarına alınması hususunda beklenen oylamayı geçen hafta cuma günü yaptı.

Komisyon’un bu ziyaret için kurulduğunu iddia etmek güç olsa da kurulduktan sonra böyle bir ziyaretin gündeme geleceğinin neredeyse kesin olarak bilinmesine rağmen Komisyon’a üye veren partiler, MHP hariç, nihai aşamaya kadar partileri içinde bu konuya ilişkin nihai değerlendirmelerini yapmaktan ve kamuoyuna görüş bildirmekten kaçındılar.

Bu sessizlik, AK Parti açısından temkinlilik ve tereddütle, diğer partilerde ise AK Parti’nin konuyu sahiplenmesi, kamuoyuna izah etmesi ve Komisyon üyeleri ve kamuoyunu ikna etme çabasını görmek isteği ile ifade edilebilir.

Komisyon kararı ciddi tartışmalara sebebiyet verdi. Gitme kararını eleştirilenler kadar CHP ve Yeni Yol Grubu’nun tercihlerini ve tutumlarını eleştirenler de vardı.

Bu yazı özelde İmralı kararı, genelde de sürece dair bir soğukkanlı değerlendirme yapma niyetiyle yazıldı. İçinde eleştiri ve izahat barındırmakla birlikte savunma yazısı değildir. Yazı, mevcut tabloyu doğuran tabloyu anlama-anlatma, süreç yönetimi açısından bir muhasebeyi hedeflemektedir. Bir hasar tespiti ve onarımı da amaçlayan bu yazı, muhalefet partilerine yönelik yer yer haklılık içeren eleştiriler ve hayal kırıklığını ifade eden duygular dikkate alınarak yazılmıştır. Yapılan eleştiriler, ortaya çıkan bu duygu halinin bundan sonra da dikkat ve özenle takip edilmesi elzemdir.

Örgütün feshi sonrası, silahsızlanma süreci, devamında “pozitif barış” olarak adlandırılacak demokratik standartların yükseltilmesine dair uzun bir yürüyüşün henüz çok başındayız. Bu karar ister savunulsun ister eleştirilsin, muhalefet partilerinin tutumu onaylansın veya reddedilsin, bu kararın bir kırılmaya yol açmadan soğukkanlı bir şekilde değerlendirilmesi, herkesin bu değerlendirmelerden payına düşeni alması ve farklılıkların krize dönüştürülmeden, süreci zayıflatan değil güçlendiren bir yerden değerlendirilmesi gerekir.

Bu yazı da değerlendirmelere katkıda bulunmaya çalışacaktır. Sırasıyla İmralı’ya gidilmesini savunanların argümanları, İmralı’ya gidilmemesi yönünde oy kullananların pozisyonları ve tarafların süreç yönetimi değerlendirilecektir.

İmralı’ya gidilmesini savunanlar

İmralı’ya gidilmesi gerektiğini savunanlar: Bu sürecin bilindik düşünce ve duygu kalıplarıyla yürütülemeyeceğini, sürecin kendisine karar verdikten veyahut da süreci onayladıktan sonra birçok aşamada çok zor iklimlerle karşılaşılacağını, bu karşılaşmalarda cesaretle ama toplumu da doğru bilgilendirerek ve aydınlatarak adım atılması gerektiğini savundular.

DEM Partisi; 27 Şubat çağrısı, 12 Mayıs fesih kararı, 11 Temmuz silah yakma töreni, 26 Ekim Türkiye’den çekilme gibi bütün aşamalarda Öcalan’ın örgütüne vaziyet ettiğini, cezaevi şartlarında bunun hiç de kolay olmadığını, sürecin etkili yönetimi kadar silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçilebileceğini örgüte gösterebilmek açısından da siyasi bir muhataplığın kurulması gerektiğini, Öcalan’ın örgüt üzerindeki otoritesinin güçlendirilmesi için de bu ziyarete ihtiyaç duyulduğunu savundular.

AK Parti’nin penceresi

AK Parti sessiz bir şekilde olayı yönetmeye çalışsa da medyası aracılığıyla yaptığı iletişimde, Suriye’de toprak bütünlüğünün sağlanması için daha net ve açık mesajlara ihtiyaç duyulduğu, Öcalan’ın örgütü üzerindeki otoritesinin %100 olmadığı, örgütündeki zihinsel ve yapısal dönüşümleri yürütebilmesi için ziyaretin Öcalan’ın elini güçlendireceğini, böylelikle Öcalan ile devlet arasındaki mutabakatın da daha kolay hayata geçirilebileceğini ifade ettiler.

Farkında olunmadan geçilen eşik

Komisyon’a üye veren partilerden Öcalan’la görüşmeye kategorik olarak karşı çıkan bir parti olmadı. Fiziki ziyarete oy vermeyen partilerin neredeyse tamamı bir temsil heyeti yerine uzaktan bağlantı yoluyla Komisyon’un tümünün Öcalan ile görüşmesinin daha doğru olduğunu ifade ettiler. Yani “Öcalan tek taraflı rolünü oynamaya devam etsin, devlet kurumları dışında da kimse kendisiyle bir iletişim/muhataplık kurmasın” şeklinde bir tez hiçbir zaman gündeme gelmedi. Bu durum Öcalan’ın rolüne dair bir normalleşme eşiğinin sessiz sedasız aşılmış olduğuna da işaret ediyordu.

Toplumun bakış açısını değiştirmek mümkündü

Diğer partilerin online görüşme gibi arayışları biraz da süreç yönetiminin doğurduğu bir haldi. Komisyon’un böyle bir ziyareti de hedefleyerek kurulduğunun farkında olan herkes AK Parti’ye sürekli olarak şunu telkin etti: “Eğer bu ziyareti önemli buluyorsanız bunu Komisyon gündemine getirmeden önce partilerin sürekli dikkat çektiği, geniş toplumsal kesimleri ilgilendiren hukuk, özgürlük, adalet ve demokrasi alanındaki taleplerden birkaçını sembolik olarak karşılamalısınız”. Kent uzlaşısı dosyasının neticelendirilmesi, kayyum uygulamasından rücu edilmesi, hasta hükümlü tutuklarla ilgili adım atılması, iddianamelerin yazılması, KHK’larla ilgili birtakım geri dönüşlerin sağlanması, bazı AİHM ve AYM kararlarının uygulanması gibi adımlar toplumun bu karara bakış sürecini rahatlatırdı. Bütün öneriler yapılamayabilirdi, yapılmak istenmeyebilirdi ama bunlardan birkaçı yapılmış olsaydı şu kanaat çok net olarak topluma aktarılmış olurdu: “Bu süreç, sadece PKK, sadece Öcalan’ı ilgilendiren ve onlar için sonuç üretecek bir süreç değil. Bu süreç başarıyla tamamlandığında ülkenin hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasi standardı yükselecek ve bütün vatandaşları kapsayan sonuçlar ortaya çıkacak.”

İktidar bu yönde adımlar atmak bir yana; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yapmış olduğu gözaltı, tutuklama, cezaevi nakil kararlarının, yazılmayan iddianamelerin ve uygulanmayan Anayasa Mahkemesi kararlarının süreç üzerinde nasıl bir stres yarattığını görmek istemedi. Keza bu girişimin ihtiyaç duyduğu yasal zemin mayıs veya haziran ayında yapılmış olsa ve şu ana kadar yüzlerce örgüt mensubu bu çağrıya icabet etmiş olsaydı İmralı’ya ziyarete toplumun bakış açısının değişebileceğini de ifade etmek mümkün olurdu.

Geldiğimiz noktada ortaya çıkan tablo

Bütün bu tablonun sonucunda ortaya şöyle bir fotoğraf çıktı: Yapılan anketlerde sürece destek %70 barajını geçti ama sürece güven %30 ve altındaydı. Daha da vahimi İmralı ile ilgili ziyaret veya umut hakkı gibi konulardaki destek %20’nin altında seyrediyordu.

AK Parti’nin tavrını bir türlü açık etmemesi, ziyaretin gerekliliğini merkeze alan pozitif bir iletişim yapmaması ile oluşan boşlukta negatif iletişim yaygınlaştı. Anketlerdeki destek-karşıtlık oranları göz ardı edilemez hale geldi, kaygılar büyüdü. Görüldüğü üzere muhalefet de bu riski üstlenmeyi gereksiz gördü veya bunu göğüslemeyi göze alamadı.

İktidarın hegemonik gücüyle teşkilatları, tabanı, kadrosuyla kurduğu ilişkiyi anlamak mümkün. Bu büyük güç, herkesi sistemde tutuyor veyahut da sisteme itiraz ve eleştiri isteğini etkisizleştiriyor. Ancak muhalefet seçmeninin bulduğu her yetkiliye bas bas bağırarak ifade ettiği itirazların görmezden gelinmesi düşünülemezdi.

AK Parti Genel Başkanı olarak Erdoğan

Barış süreçlerinin toplumsallaşmasının önemi işte tam da burada ortaya çıkıyor. “AK Parti Genel Başkanı olarak Sayın Erdoğan, topluma bu süreci ve sürecin gereklerini niçin anlatmıyor?” yönündeki eleştirimizin anlamı şimdi ortaya çıkıyor. Üç lider, kısıtlı bir kadro ile, elitler arasındaki mutabakatla bazı süreçleri başlatabilir ama bu süreçleri ilerletmek için ya toplumun desteğini arkanıza almanız ya da toplumun itirazlarını azaltmanız gerekir.

Sayın Erdoğan böyle bir ziyarete MİT Başkanlığı’nın hangi analiz ve ihtiyaçla uygunluk verdiğini anlatmalıydı. Parti genel başkanları bunun gerçekten bir maslahata tekabül edip etmediği konusunda kanaat oluşturup, tabanlarını da bilgilendirebilirdi. Oysa Erdoğan bu kritik kararda “işi Komisyon’a havale etmekle” yetindi. Erdoğan’ın almadığı riski muhalefet de almadı.

Liderleri bilgilendirme eksikliği

Diğer yandan açık ve net taleplere rağmen, masada bulunan partilerin Genel Başkanları; Meclis Başkanlığı, MİT Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı veya AK Parti tarafından doğrudan muhatap alınarak bu talep ve gereklilikleri konusunda bilgilendirilmedi. Bazı tekil görüşmeler oldu. Ama bütün partileri kapsayan sistemli bir iletişim ve bilgilendirmenin yapıldığı iddia edilemez.

Topluma bunu anlat(a)mayan iktidar gerçekliği karşısında diğer siyasi partilerin kendi tabanlarını doğrudan karşılarına alacak bir tutum sergilemelerini beklemek haksızlık olurdu. Birçok siyasi parti genel başkanının, böyle bir adım atılmasının gerekliliğinin farkında olduğuna dair çok sayıda beyanları kayıtlarda duruyor. Ancak sürece dair yönetim hataları, iktidarın tercih ettiği iletişim stratejisinin toplumu ikna etmemesi ve toplumda yükselen itirazlar bu sonucu doğurdu. CHP gibi Yeni Yol Grubu’nu oluşturan partilerin de karar alma mekanizmalarında toplumdan gelen güçlü itirazların daha etkili olduğu açıkça ortadadır.

Muhalif Liderler anlatabilir miydi?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmaktan imtina ettiği bir noktada İmralı’ya niçin gidilmesi gerektiğinin sözcülüğünü ve taşıyıcılığını yapmalarını Muhalefet Partisi Liderlerinden beklemek doğrusu haksızlık olur.

Elinde tuttuğu büyük hegemonik güce rağmen Sayın Cumhurbaşkanı’nın üstlenmekte tereddüt ettiği bu role diğer liderlerin girişmesi beklenemezdi. Neredeyse hiçbir partinin bu kararı şeytanlaştırmayıp, kategorik olarak itiraz etmemesinin bile güçlü itirazların olduğu bu tabloda anlamlı olduğunu kabul etmek gerekir.  

Soğukkanlı bir muhasebe

Bulunduğumuz noktada soğukkanlı bir muhasebeye ihtiyacımız var. Bu karar negatif barış sürecinin, yani kurumsal şiddetin tasfiyesinin ve örgüt mensuplarına yönelik alınması gereken idari ve yasal tedbirlerin hayata geçirilmesinde öngörülen on adımın üçüncü ya da dördüncü basamağını oluşturuyordu ve sürecin bütününe tekabül eden bir şey değildi. Süreci yürütenlerin bu karara atfettiği kritik önem, muhalefeti eleştirenlerin hayal kırıklığını gösteren eleştiriler anlaşılabilir. Ancak İmralı ile iletişim için alternatif öneriler getiren süreci desteklemekten vazgeçmeyen partilerin neden böyle davrandıkları anlaşılmaz ve esneklik gösterilmez ise sürecin ileride ihtiyaç duyacağı daha geniş, daha riskli, daha keskin kararların topluma mal edilmesi de zorlaşacaktır.

Bu karara dair tutumların “varsın veya yoksun” ikilemine sıkıştırılması, tepki gösterilen parti veya kişilerin desteğinin azalmasının Eve Dönüş Yasası’ndan entegrasyon yasalarına kadar atılacak birçok adım için ihtiyaç duyulacak destek-istişare-dayanışma açısından da faydasızlığı açıktır. Hazırlanacak komisyon raporunun yasal çerçeve önerisi ve hukuki perspektifiyle beklentilere cevap vermesi ancak güçlü bir dayanışma ile mümkündür.

Örgüt üyelerinin, cezaevindekilerin, yargılaması devam edenlerin, Avrupa’dakilerin geri dönüşü ile ilgili ihtiyaç duyulacak yasaları, geri dönenler için askerlikten eğitime, siyasete katılımdan ekonomik destek mekanizmalarına kadar birçok konuda atılacak adımları iktidar ve paydaşlarının tek başına yapabileceği düşünülüyorsa bu derin bir yanılgıdır. Bu kritik adımlar ancak herkesin bulunduğu yerden destek vermesi ile kolaylaşacaktır. Bu kararda dahi diğer partilerin cepheden bir itiraz ve eleştiri getirmek yerine süreci ve tercih edilen nihai yolu eleştirmeleri şüphesiz süreci yönetenlerin elini rahatlatmıştır.

Günün sonunda iktidarın süreç yönetiminin bütününü, bu kararın alınma sürecine dair tutumunu yeterince değerlendirmeden, nihai kararını alkışlayıp sair hatalarını görmezden gelmek iktidarın da lehine değildir. Türkiye gibi bir toplumda usulün esasa mukaddem olduğu tartışmasız bir gerçektir.

Süreç yönetiminde DEM Parti’nin sürekli vurguladığı iki hassasiyet oldu. Birincisi, bu sürecin sadece yürütme ile değil, devletin bütün kurumlarını kapsayan bir muhataplıkla yürütüldüğü, ikincisi ise muhalefet partilerinin de sürece mutlaka katkıda bulunması gerekliliğiydi. Bu hassasiyetler dikkate alındığında en az bir muhalefet partisinin komisyonda bulunarak deyim yerindeyse DEM ile iktidar ortaklarını baş başa bırakan bir fotoğrafın ortaya çıkması engellenebilmeliydi. Böyle bir katılım, DEM Partisi seçmeni ile iktidar partisinin olası yakınlaşması veya muhalefetten uzaklaşması ihtimalinin önüne geçerdi. Neticede partilerin karar alma süreçlerinin zorlukları muhalefet adına böyle bir tedbir alma ihtiyacının önüne geçti.

Kriz yönetimi, esneklik, anlayış, tahammül, empati, yaratıcı seçenekler üretme kapasitesi süreçlerin en büyük cankurtaranıdır.

Her iki yönlü yapılacak eleştiri ve değerlendirmelerin veyahut da kullanılan cevap hakkının muhalefet içi dayanışma ihtiyacını gözetecek şekilde, sitem sınırları içerisinde yapılması gerektiği açıktır. Söylemde yaşanacak bir kırılmanın muhalefet seçmenin toplamı üzerinde yaratacağı etkiler hassasiyetle gözetilmelidir. 

Erdoğan’ın süreç yönetimi tercihleri ve toplumdan gelen derin ve yüksek itirazlar karşısında Muhalefet Partisi Liderlerinin aldıkları pozisyonu doğru değerlendirmek, sürece kurumsal ve toplumsal desteği artıracak bir tutum içerisinde olmanın gerekliliği açıktır.

Şimdi yaşananlardan gerekli dersleri çıkartıp Komisyon’un ziyaretinin sürece katması beklenen dinamizm ve adımlara odaklanma zamandır.

**Kişisel bir not: Oylamaya katılmamam ayrıca eleştiri konusu oldu. Bu vesileyle, toplantıda neden bulunmadığımı da açıklamak isterim.

Almanya’nın Bonn şehrinde kurulan QAD Barış Araştırmaları Derneği tarafından 22 Kasım tarihinde düzenlenecek konferansa 2 ay önce katılma sözü vermiştim. Teknolojik imkânlar, dünyanın farklı yerlerinde bulunan insanların ‘aynı yerde bulunuyormuş’ gibi toplantılar yapmasına olanak tanıyor. Yeni Yol Grubu Komisyon Üyeleri gerekli tüm bilgilendirmeleri yaptıktan sonra, takdiri parti yetkili kurullarına ve Sayın Genel Başkanlara bıraktılar. Örgütlü siyasetin gereği budur. Aksi durum, sürdürülebilir bir siyasi tutum değildir

DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ Haberleri

Siyahi Güç İsrail’e Karşı Çıktığında
Darfur’un Atlı Cinlerine “Laik – Demokrasiyi” Kim Fısıldadı?
Sudan Krizi’ne Bir Bakış
Ruhun saadeti için zaruri ibadetler
İnsanlık Sendromunun U Çukuru