"Kirli eller” kavramı Batı’da ortaya çıktı; daha çok siyaset alanında kullanılan bir deyimdir. Siyaset ve siyasetçi üzerine Batı’daki eleştiri literatürü oldukça zengin. Bizde o anlamda bir kültür hâlâ yok.
Batı’da bu eleştiri için sıklıkla kullanılan “kirli eller” (dirty hands) deyimi Kitab-ı Mukaddes’ten geliyor olabilir. İşaya 59/3’te şöyle deniliyor: “Çünkü elleriniz kanla ve parmaklarınız kötülükle kirlendi.”
Stanford Encyclopedia of Philosophy’nin “The Problem of Dirty Hands” (kirli eller problemi) başlıklı oldukça uzun maddesi şöyle bir soruyla başlıyor: “Siyasi liderler, kendi topluluklarına büyük faydalar sağlamak veya onları felaketlerden korumak amacıyla ahlakın en derin sınırlarını ihlal etmeliler midir? Bu soru, filozoflar arasında “kirli eller sorunu” olarak bilinen problemi gündeme getirmiştir.”
Batı’da ‘kirli eller’i siyaset düşüncesinin temeline koyan kişi, siyaset biliminin kurucusu sayılan Floransalı düşünür ve devlet adamı Machiavelli (1469-1527) olmuştur. Machiavelli ünlü eseri Prens’te –kendi ifadesiyle- “zulmü iyi kullanma”nın ya da “nasıl iyi olunmaz”ın dersini verir. Ona göre kimse elini kirletmeden siyasette başarılı olamaz (bkz. özellikle VIII. ve XV. bölümler).Varoluşçu filozof Fransız Jean-Paul Sartre da Les mains sales (kirli eller) adlı piyesinde (Gallimard [Paris] 1948) siyasette kirlenmenin kaçınılmazlığını işler. Piyeste, genç ve idealist solcu Hugo’nun, “Tek bir amaç vardır: Fikirlerimizin zafer kazanması, tüm fikirlerimizin ve sadece onların…” (s. 191) şeklindeki ifadesine karşı, tecrübeli solcu Hoederer alaylı bir üslupla şöyle der: “Saflığına ne kadar da değer veriyorsun, küçük oğlum! ‘Ellerinin kirlenmesi’nden ne kadar da korkuyorsun!… Bana gelince, benim ellerim kirli, dirseklerime kadar! Onları pisliğe ve kana buladım. Ee, ne umuyorsun yani? Masumca yönetilebileceğini mi sanıyorsun?” (s. 193-194)“Kirli eller” konusu, aynı başlıkla bir makale yazan (“Political Action: The Problem of Dirty Hands”, Philosophy & Public Affairs, II/2 [Winter, 1973], s. 160-180) Amerikalı siyaset teorisyeni Michael Walzer gibi düşünürlerin eserleriyle Batılı entelektüellerin gündeminde kalmaya devam ediyor. Walzer’in anlatımıyla “Machiavelli, reform yapmayı amaçlayan iyi bir adamın, … amacına ulaşmak için korkunç şeyler yapması gerektiğini söyler. (Ona göre) siyasetçinin (Roma’yı kuran) Romulus gibi kardeşini öldürmesi, (onun ardılı) Numa gibi insanlara yalan söylemesi [veya Osmanlı’daki evlat katli gibi cinayetler işlemesi] gerekecektir. Ancak bazen ‘Eylem suçladığında (yararlı) sonuç onu mazur gösterir.’ (Machiavelli’nin) The Discourses’daki bu cümlesi, genellikle politikacının hile ve gaddarlığının, getirdiği iyi sonuçlarla haklı çıkarıldığı anlamına gelir” (Walzer, anılan eser, s. 174).Bu konuda Machiavelli yalnız değildir. İngiliz tarihçi Edward Hallett Carr’ın belirttiğine göre, “Uluslararası ahlak teorileri genellikle (gerçekçi olanlar ve olmayanlar diye) iki kategoriye ayrılır. Gerçekçiler, devletler arasındaki ilişkilerin yalnızca güç tarafından yönetildiğini ve ahlakın bu ilişkilerde hiçbir rol oynamadığını savunurlar. Çoğu ütopik yazarın savunduğu karşıt teori ise, aynı ahlak kurallarının bireyler için de devletler için de geçerli olduğu yönündedir. Devletler arasındaki ilişkilere hiçbir ahlâkî standardın uygulanamayacağına dair realist görüş, Machiavelli’den Spinoza ve Hobbes’a kadar uzanır; en gelişmiş ve kapsamlı ifadesini ise Hegel’de bulur” (E. H. Carr, The Twenty Years’ Crisis 1919-1939, London 1946, s. 153).ABD ve Batılı siyasetçilerin İsrail’e şartsız destek vermelerinin altında bu “kirli eller” felsefesi var.***
Bizde –Batı’daki “kirli eller” benzeri teorik tartışmalar olmasa da- özellikle çok partili siyasete geçtiğimiz tarihten bu yana, çoğunlukla taassuba dayalı türlü ideolojik fanatizmler ve/veya iktidarda kalma hırsları siyasetçilerimizin ellerini kirletti ve kirletiyor. Üstelik bizde siyasal problemler ve özelde siyasetin ahlakla ilişkisi, Batı toplumlarının aksine, özgürce tartışılmıyor. Görebildiğim kadarıyla bizde bu seviyede yapılan az sayıdaki entelektüel değerlendirmeler de çoğu “yandaşlar”ın çıkardıkları gürültüler arasında kaybolup gidiyor. Hatta böylesi geliştirici değerlendirmeleri yapanlar arasından sesini fazla yükseltenler türlü şekillerde susturulabiliyor. Hadislerin yazıya geçirildiği ilk kaynak olan Maʿmer b. Râşid’in (ö.153/770), el-Câmiʿ adlı eserinden itibaren birçok kaynakta geçen Hz. Peygamber’in uzunca bir hadisindeki şu ifadeyle bitirelim: “Zalim yöneticinin (sultan) yanında adaleti seslendirmenizden daha erdemli bir davranış yoktur. Böyle bir kötülüğe şahit olduğunuzda insanlardan korkup çekinmeniz, hiçbirinizin gerçeği seslendirmesine asla engel olmamalıdır.”