“Kıbrıs Türklüğü” diye bir gerçek var

Oral Çalışlar

Kıbrıs’ta demokrasi kazandı. Tufan Erhürman yüzde 63 oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

Uzun süredir ayyuka varmış yolsuzluklar, çete savaşları, Kıbrıslıları çileden çıkarmıştı. Kıbrıs, baskılar nedeniyle yaşanılacak bir yer olmaktan çıkmanın eşiğine gelmişti.

İşte bu tabloya tepkiler önceki günkü seçimleri belirleyen etkenlerdendi. Kıbrıs-Türkiye ilişkisi, Kıbrıslıların şikayet ettiği konulardan biri. Kıbrıs’ta yaşayanlar Türk’tür, ama aynı zamanda Kıbrıslıdır. Bizimle ortak bir tarihleri vardır. Kıbrıs’ta var olabilmek açısından Türkiye ile kader birliği etmişlerdir. Bununla birlikte, aynı zamanda kendilerine ait bir tarihleri de bulunuyor. O geçmişi de önemsiyorlar. Anglo-Sakson kültürünü, Kıbrıs Rumlarıyla yüzlerce yıl bir arada yaşamış olmanın getirdiği acı tatlı hatıraları unutmuyorlar.

Gazeteci meslektaşım Başaran Düzgün, “Öksüz Atlar Ülkesi” (Ekin Yayınları) adlı romanında Kıbrıs’ın renkli tarihine göndermeler yapar. Onlar her şeyden önce Kıbrıslı. Türkiye’nin dostluğundan ve desteğinden mutlu oluyorlar. Siyasetçilerin vesayetçi tavrından, onların kimliğini yok sayan müdahalelerinden ise inciniyorlar. Kendi kendilerini yönetmek ve kimliklerine saygı gösterilmesini istiyorlar.

Yaşadığım bir örneği, paylaşmak isterim. 1996 yılıydı. Kıbrıs’tan bir telefon geldi. Bir davada, görüşlerime ve değerlendirmeme başvuracaklardı. Daha sonra cumhurbaşkanı seçilecek olan Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Talat, o dönemde, başbakan yardımcısı ve maliye bakanıydı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan bir kadın öğretmen, İslamiyet ve cinsellik konusunda alıntılardan oluşan yardımcı bir kitap hazırlamıştı. İşin içine cinsellik girince bazı muhafazakar çevreler ders kitabının aleyhinde gösteriler yapmış. Savcılık bu tepkileri de gerekçe göstererek “dini duyguları rencide ettiği” iddiasıyla öğretmen hakkında bir dava açmıştı.

Benim de bu konuda kitaplarım ve araştırmalarım olduğundan, yargılanan taraf, bilirkişi olarak dinlenmemi talep etmişti. KKTC’de yargılama usulü Anglo-Sakson sistemidir. Yani bizdekinden farklı olarak tanık, savcı ile karşılıklı oturur. Yalnızca hakim kürsüdedir ve yüksektedir. Savcı kamu adına taraf olduğu için bana sorular soruyor, hakim not alarak dinliyordu. Türkiye’deki yargılamalardan farklı bir atmosferde devam eden duruşma, gün boyu sürdü. Savcıyla eşit statüde bulunduğum için onunla aramda rahatça tartışma ortamı oluştu. Bir çeşit münazara gibiydi duruşma.

Gün boyu süren tanıklığımı bitirdiğimde, savcı razı olmadı. “Daha sorularım var, yarın da devam edelim” dedi. Hakim bana baktı. Ben akşam uçağına dönüş bileti almıştım. Dava beraatle sonuçlandı.

Daha sonra Kıbrıs’a sıkça gittim. Kıbrıs’ta çok dostum ve arkadaşım var. Kıbrıslılara özel bir sempatim olduğunu söyleyebilirim. Bütün bu deneyimlerim sırasında hissettiğim şey şu: “Kıbrıs Türklüğü” diye bir gerçek var. Kıbrıs halkı, bunun iki ülke ilişkilerinde dikkate alınmasından yana. Ersin Tatar, bu farkı dikkate almadığı için belki de bu kadar farklı yenildi.

“Kültür, yüzyıllar boyunca insanın daha az köle olmasını sağlayan her türlü sanat, sevgi ve düşünce biçiminin toplamıdır.” – André Maurois (1885 – 1967), Fransız romancı ve denemeci.