Belalı bir yılı geride bırakıyoruz. 2025 Türkiye için de dünya için de kötü bir yıl oldu. İsrail faşizminin Gazze soykırımı, 2025’i “utanç yılı” olarak tescil etmek için yeter. Güya ateşkes yapıldı, İsrail hâlâ aklına estiğinde sivilleri bombalıyor, insani yardım girişi hâlâ kısıtlı…
2025’i dünya için kötü yıl yapan birçok faktörden biri de Trump gibi dengesiz ve megaloman birinin ABD’nin başına gelmiş olmasıdır. Mutluluk indeksinde 2012’de 11. sırada olan ABD’nin 2025’te 24. sıraya düşmesi, çok önemli bir göstergedir. Zaten Trump’ı başa getiren, Amerika’daki karamsarlıktır.
Milyonlarca insanın yürüyüşü demek olan göçmen meselesi başta olmak üzere, dünyadaki sorunların çözümü konusunda mevcut demokrasilerin zaafa düşmesi, her tarafta otokratların ‘sahte kurtarıcı’ rolüne umut bağlayanların sayısını artırıyor. Otokratların çok daha kötü yönettikleri görüldükçe, ‘gidişat’in tersine döneceğini düşünüyorum.
‘ENDİŞELER ARTMIŞTIR’
Türkiye, Dünya Mutluluk Endeksi’nde her yıl birkaç puan aşağı veya yukarı, mutsuz ülkeler arasında bulunuyor. 2025 endeksinde 94. sıradayız
Avrupa Komisyonu’nun Kasım 2025 tarihli “Türkiye İlerleme Raporu”nda şu satırlar yer alıyor:
“Önceki raporlarda tespit edilen önemli konularda gerileme yaşanmış ve önceki raporlarda belirtilen ciddi endişeler artmıştır…”
Yalan mı, “endişeler artmış” değil mi? Türkiye’de insanları mutsuz kılan sorunlardan hangisinde iyileşme oldu? Gelir dağılımı?.. Vatandaşın hissettiği enflasyon?... Hukuk?... Adalet? Özgürlükler? Siyasette medeni ilişkiler?..
Öfkemizi yatıştırıp bizi sakinleştirecek, yüzlerimize tebessüm getirecek gelişmeler mi oldu? Siyaset öfke dilini mi bıraktı? Kutuplaştırmaktan mı vaz geçti?
Gallup’un Aralık 2025 araştırmasına göre:
“Türkiye, günlük hayatında öfke hissettiğini söyleyenlerin oranında tüm ülkeler arasında 6. sırada yer aldı.
Türkiye’de günlük hayatında öfke hissettiğini söyleyenlerin oranı %38 olarak küresel ortalamanın (%22) üzerinde çıktı.
Günlük hayatında öfke hissettiğini söyleyenlerin oranı en yüksek ülkeler sırasıyla Kuzey Kıbrıs, Lübnan, Afganistan, Irak, Sierra Leone, Türkiye, Ermenistan, İran, Filistin ve Ürdün var.”
TOPLUM OLARAK BİZLER
Gallup iftira mı ediyor?!. Elbette hayır. Liderlerin en çok alkış alan, en öfkeli, “halkı kin ve düşmanlığa kışkırtan” konuşmaları değil mi?
Aklı başında, sakin, sorunları ele alıp çözümleri hakkında konuşan bilgili ve olgun lider mi istiyoruz, “kodu mu oturtan” lider mi?
Bu bir sarmal… Sorunlarımız ancak toplumsal sakinlik ortamında bilimsel zihniyetle ve verilere dayalı programlarla çözülebileceği halde, her birimiz öfkemize oy veriyoruz.
Mehmet Şimşek’in “rasyonel zemine dönmekten başka çaremiz kalmadı” sözü, ne kadar savrulduğumuzun tescili değil miydi?
Peki, o savrulmalar bizlerin oylarıyla olmadı mı? Enflasyonu patlatacak “müjdeler” sandıklar dolusu oy getirmedi mi?
Merkez Bankası’nın bağımsız olup olmaması, siyasetin popülizme ve enflasyona sürüklenmesini önlemede en önemli kurumdur. Peki, toplumda Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda bilgi ve şuur düzeyi nedir?
YAŞAYARAK ÖĞRENMEK
Demokrasi düşüncesinin ve siyaset bilimin büyük öncülerin Alexis de Tocqueville (1805-1859) demokrasiyi dejenere edebilecek faktörler üzerinde dururken, “kamu kaynaklarından kamuya rüşvet verilmesi”ne dikkat çekmişti. Bugün popülizm, seçim ekonomisi gibi kavramlarla ifade ediyoruz.
Endekslerde mutluluk puanı lüksek ülkelere bakın, başta İskandinav ülkeleri olmak üzere hem ekonomisi hem hukuku sağlam gelişmiş demokrasilerdir.
İktidarları baskıdan, yolsuzluktan “kamu kaynaklarını kullanarak kamuya rüşvet” dağıtmaktan alıkoyacak olan hukuken ve liyakatçe güçlü kurumlar.
Mutluluk hakkımızdır fakat mutluluğun anahtarı “bizim” iktidarda olmamız değildir. Sağlam kamu kurumlarına dayanan, kuvvetler ayrılığı ilkesiyle hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmiş bir demokrasidir.
Ben Türkiye’nin geleceği için hiç karamsar değilim. Yaşamakta olduğumuz sıkıntılarla neyin yanlış, neyin doğru olduğunu öğreniyoruz çünkü.
Öğrenmek her iyileşmenin başlangıcıdır.