İnsanlığın başına bela olan bir İsrail haydutluğu ile karşı karşıyayız. Gazze’de çocukları, bebekleri, kadınları katleden soykırım suçlusu bir Netanyahu’dan insanlık adına iyi şeyler beklenmeyeceğini artık hepimiz biliyoruz.
En son İran’a yaptığı saldırıda genelkurmay başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı ve 9 bilim insanı öldürüldü. Normal bildiğimiz anlamda bir devlet, ortada hiçbir makul gerekçe yokken başka bir ülkeye saldırıp insanları öldürür mü? Eğer deli ya da ne yaptığını bilmeyen bir şizofren değilse elbette böyle şeyler yapmayacaktır. Ama İsrail’i yönetenler bunu bile bile yapıyor ve bebek katilliğini adeta bir meslek olarak icra ediyor.
Bu cinayetlerden Yahudi halkını sorumlu tutmak, hakkaniyetli bir tutum olmaz elbette ama geçmişte büyük acılar yaşamış Yahudi milleti için acı olan şu ki bugün İsrail’i bir katiller çetesi yönetiyor.
Kuşkusuz hiçbir ayrım yapmadan önüne gelen herkesi öldürmek için cinayet planları yapan İsrail terörünün en büyük sponsoru ABD yönetimi. Amerika istemese, Netanyahu’ya Gazze’de bebekleri öldürmesi için bu kadar güçlü silahlar ve siyasi destek vermese, Netanyahu’nun cinayet şebekesi kanlı elleriyle ortalıkta böylesine rahat dolaşamaz.
Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu’nun saldırı sonrası yaptığı açıklamada “Yaşasın Amerika” diyerek cinayet ortağına teşekkürlerini sunmuştur.
Her ne kadar İran saldırısı, Trump-Netanyahu ortak yapımı olsa da işin bu kadar sofistike bir şekilde halledilmesi, İran içinden bir istihbarat desteğinin olma ihtimalini de akla getirmiyor değil. Bu arada Arap rejimlerini de denklem dışında tutmamakta yarar var.
İran operasyonunu, Amerika-İsrail-Arap ülkeleri ekseninde değerlendirdiğimizde 2020’de başlayan İbrahim Anlaşmaları için bir mıntıka temizliği olarak okumak da mümkün.
İsrail’in pervasızlığı karşısında Müslüman ülkelerden sınırlı sayıda korkak ve ürkek kınama sesleri çıksa da saldırganı durdurmaya yarayacak çıkışlar değil bunlar.
Türkiye de diğer Müslüman ülkelerden çok farklı ve güçlü bir duruş ortaya koyabilmiş değil. Biz ki elimizi taşın altına koymadan mücahitlik işlerini çok severiz ama elimizden gelen bir şey yok. Zira gerek ekonomik gerekse diplomatik anlamda sonuç üretebilecek bir güce sahip olmadığımız için, doğal olarak sözümüzün de bir değeri yok.
Hiç lafı dolandırmadan söyleyelim. Bugün mağdur durumda olan İran, geçmişte Suriye’de meydanı boş bulunca acımasızlık gösterisi yapmaktan çekinmemiş, Baas diktatörü Esad’ın en sadık müttefiki olarak arkasında büyük acılar bırakmış bir ülke.
Şimdi net olarak ortaya çıktı ki; İran’ın hamasete dayalı dış politikası slogan atmaktan öte çok da fazla bir anlam ifade etmiyormuş. Eğer İran’daki despotik Molla yönetimi, şu kadar yıldır kendi halkını hizaya sokmak için harcadığı zamanı ve enerjiyi güçlü bir ekonomi ve teknoloji için harcasaydı, İsrail böylesi bir azgınlığa zor cesaret ederdi.
Evet İran da elbette eleştiriyi hak ediyor ama maruz kaldığı bu saldırı dolayısıyla onu suçlamak hakkaniyetli bir tutum olmaz. Zira İsrail’in bu haydutluğunun arkasında ABD’nin askeri ve istihbarat gücü var. Yani Trump elinden tutmasa, Netanyahu bu kadar acımasız saldırganlığa asla cesaret edemezdi.
Toplamda bütün bu olup bitenler, aslında Müslüman ülkelerin ekonomide, hukukta, özgürlüklerde, insan haklarında bir kalite oluşturamamış olmalarının dramatik sonuçlarıdır.
Bugün İran’ın başına gelenler, yarın başka bir Müslüman ülkenin başına geldiğinde herhalde hiçbirimiz şaşırmayacağız. Zira biz henüz gökyüzünden inerek yeryüzünde yaşamaya başlamış değiliz.
Düşünün; kapalı bir rejim olan İran ülke içinde öylesine güçlü ki gösteri yapan, ifade özgürlüğü hakkını kullanan herkesi hapse atarak gücünü bütün dünyaya gösteriyor. Ama görüldü ki İsrail’e karşı o kadar da güçlü değilmiş…
Daha da vahim olanı, zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarına sahip olan İran’ın varlık içinde yokluk çekiyor olmasıdır. Zira Molla rejimi, kendi istibdat yönetiminin bekası için ülkeyi ekonomik ve siyasi anlamda dünyaya kapatmış bulunuyor. Haliyle, kendi halkı üzerinde despotik bir yönetim kuran, bunu da her gün din üzerinden daha da tahkim eden kapalı rejimlerin, İsrail haydutluğunu durdurması asla mümkün değildir.
Abdurrahman el-Kevakibi’nin despotizm konusundaki şu sözleri bugünkü hali de çok net özetliyor: “Müstebit hakkın düşmanıdır, özgürlüğün düşmanıdır. Hakkın ve özgürlüğün katilidir. Onlar üstünlük ve yücelik duygusuyla halkı korkutur, zorbalık, gasp, cebir ve şiddete boyun eğdirirler. Bu şekilde halkı terbiye ederek kendilerine muti hale getirirler. Artık halk onların çıkarlarına hizmet eder ve sadece onları memnun eder hale gelir.”
(Despotizmin Doğası, s.72-78)