Kader ve özgürlük

Mustafa Çağrıcı

Özgürlüğün imkânı felsefî bir mesele, insanın sorumlu tutulduğu eylemlerinde özgür olduğunu hissetmesi ise psikolojik bir olgudur. Dinde ‘Allah’ın mutlak ve kusursuz ilim, irade ve kudret sahibi olduğu’ inancı ile ‘insanın irade ve eylem özgürlüğüne sahip olduğu’ düşüncesi arasındaki uyuşmazlığın aklî olarak ortadan kaldırıldığını söylemek güçtür. Bu da normaldir; çünkü aynı düzlem yahut aynı kategori içindeki iki varlıktan söz etmiyoruz; tersine, her bakımdan sonlu ve bu anlamda sıradan bir varlık olan insan ile her bakımdan sonsuz ve aşkın varlık olan Allah arasındaki ilişkiden bahsediyoruz.

Bu ilişkiyi makulleştiren, Yüce Allah’ın –başta adalet olmak üzere- kendisini ve insanları buluşturduğu değerler sistemidir, yani ahlak alanıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm hem Allah’ın mutlak hâkimiyetini hem de O’nun adaletiyle irtibatlı olarak insanın özgürlüğü ve sorumluluğunu birlikte kabul eder; böylece Kur’an, Allah’ın adaletiyle insanın özgürlüğünü ahlak alanında buluşturur.

Kur’an, Allah’ın hükümranlığını ve iradesinin mutlaklığını öne çıkardığı pasajlarda insana Allah’ın yüceliği karşısında kendisinin ne kadar alçakgönüllü ve iddiasız olması gerektiğini hissettiren bir üslûp kullanır. Allah âlemlerin rabbidir, göklerin ve yerin mülkü O’nundur; yaratan da yaşatan da öldüren de tekrar diriltecek olan da O’dur. Allah bir kişiye veya topluluğa kötülük murat edecek olsa bunun geri çevrilmesi mümkün değildir. İnsanın hidayete erişmesi de yanlış yola sapması da Allah’ın buna izin vermesine bağlıdır (A‘râf 7/178, 186). “Onların Allah’tan başka yardımcıları yoktur” (Ra‘d 13/11).

Öte yandan, insanın bakışını kendisine yönelten pek çok ayette ona, dünyada yükümlü kılınan, sorumlu tutulan ve dolayısıyla özgür olduğu bilinci taşıyan tek varlığın kendisi olduğunu hatırlatan bir üslûp kullanılır. Buna göre içtenlikle inanıp iyi işler yapanlar, adalet ve hakkaniyet bilinciyle sorumluluklarını yerine getirenler, “hesap günü”nde iyiliklerinin karşılığını nimet olarak alacaklar; kötülük işleyenler de kötülüklerinin karşılığını ceza olarak göreceklerdir. “O gün haksızlık yoktur” (Mü’min 40/17).

***

Kur’an’ın ahireti inkâr edenlere yönelttiği ağır eleştiriler, M. Watt’ın ifadesiyle, “sadece Araplar’a mahsus olmayan, ‘Yiyelim, içelim, neşelenelim; nasıl olsa yarın öleceğiz’ diyen koyu kaderciliğe (fatalizm) karşı bir ithamdır” (Free Will and Predestination in Early Islam, London 1948, s. 23). Ayrıca Allah’ın hükümranlığına vurgu yapan ayetler, asla Allah’ın fiillerinin kör bir güçten veya bir despottan gelen ve hiçbir hikmeti, mantığı; âdil, makul ve haklı gerekçesi olmayan uygulamalar olarak anlaşılmamalıdır. Söz konusu ayetlerde, bunu ortaya koymak istercesine, ilâhî fiilleri haklı, âdil ve anlamlı kılan pek çok açıklama da yapılır.

Kuşkusuz Kur’an’da tek başına okunduğunda kaderci (fatalist) anlamı destekleyen ayetler de vardır. Ancak, Pakistanlı Prof. Davud Rehber’in de önemle hatırlattığı üzere, bu ayetleri tarihî, kültürel, dilsel, metinsel, olgusal vs. bağlantılarıyla birlikte okumak ve anlamak gerekir. Müslüman dünyada kaderci görüşü hâkim zihniyet haline getiren Eşʿariyye ile oryantalistlerin yanlışı, böyle bir okuma yapmadan sonuca varmalarıdır (Daud Rahbar, God of Justice, Leiden 1960, s. 226-227).

***

Probleme şu açıdan bakmanın da gerekli olduğu kanaatindeyim:

İnsanların kendi eylemlerinin ve tabiattaki oluşların dış sebepleri zaten ortadadır; olaylar insanların gözlerinin önünde cereyan ediyor. Gözden kaçabilecek olan ve fiilen de kaçan gerçek, konunun ilâhî boyutudur. İşte Kur’an’ın maksadı, dikkatleri bu boyuta çekmek, insanlara ilahî irade ve kudretin bütün varlık ve olaylar üzerindeki etkisini hatırlatarak, onlarda Allah karşısında bir tevazu erdemi ve şükran duygusu geliştirmektir.

Sonuç olarak, her ne kadar Kur’an, dili ve üslûbu bakımından Allah merkezliyse de gayesi bakımından insan merkezlidir. Bundan dolayıdır ki, pek çok ayette adalet ilkesine vurgu yapılmakta; 40’a yakın ayette Allah’ın zalim olmadığı, kullarına asla zulmetmediği anlatılmaktadır. Yine birçok ayette insanın, yaptığı kötülükler yüzünden “kendine zulmettiği” bildirilmektedir. İnsanın sorumlu tutulduğu eylemlerinde özgür olmadığının düşünülmesi, kader kavramının böyle anlaşılması halinde Kur’an’ın bu açıklamalarının tamamı manasız kalır.