İsrail’in önceki gece İran’ı hedef alan terör saldırısını tek başına kotarmış olduğunu düşünmek mantıklı değil. Gelen haberler ABD savaş uçaklarının desteğini ve hatta bölgedeki bazı Arap rejimlerinin operasyona istihbarat ve lojistik destek sağladığını ortaya koyuyor.
ABD yönetiminin “Biz işin içinde değiliz” açıklaması da Arap başkentlerinin kınama mesajları da oluşabilecek komplikasyonlara karşı kendi kamuoylarını teskin etmek ve saldırının yol açacağı etkilerin kendi kıyılarına ulaşmasına mani olmak amacını taşıyor.
Buna karşılık Trump’ın aynı zamanda “Eğer anlaşma olmazsa daha da kötüsü olacak” tehdidini savurması gösteriyor ki İsrail bu kritik operasyonu Beyaz Saray’ın bilgisi, onayı, yardımı ve herhalde talimatı neticesinde gerçekleştirdi. İsrail’in yapıp ettiği her şey için geçerli bu durum. Gazze’de süregelen soykırım da dahil. Bizde komplo teorilerine meraklı zevat Amerika’yı lobileri aracılığıyla İsrail’in yönettiğine inanır. Oysa hakikat bunun tam tersidir. Benzetmek yanlış olur ama Kuzey Kıbrıs bizim için neyse İsrail de ABD için odur.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun saldırı sonrası yaptığı açıklamada “Yaşasın Amerika” demesi en azından “Biz bu işi tek başımıza yapmadık” beyanıdır ve bilhassa Avrupa kamuoyundan gelebilecek tepkilere karşı ABD’yi kalkan olarak kullanma arzusunun ifadesidir.
Peki, böyle bir operasyona neden gerek duyuldu? 2018’de ilk kez iktidara geldiğinde ilk iş olarak İran’la nükleer müzakereleri durduran Trump fikrini değiştirip müzakereleri yeniden niye başlattı? Ardından niye kısa süre içinde masayı yıktı? Kendisine sorarsanız, İran’a son bir şans vermek için kurmuştu bu masayı ama karşı taraf durumun ciddiyetini anlamayınca İsrail’in operasyonuna yol açıldı.
Oysa söz konusu operasyonun 1,5 yıl boyunca hazırlandığı, İran toprakları içindeki hazırlığın da son sekiz ayın konusu olduğu İsrail tarafından sızdırılan bilgiler arasında yer alıyor. Doğru olduğu da belli. Başka türlü olmasına imkan yok çünkü.
Öyleyse müzakere masası mizanseninin dünya kamuoyunu böylesi bir saldırıya hazırlamak amacıyla gerçekleştirildiği söylenebilir. Belki daha önemlisi Amerikan kamuoyunun buna hazırlanmasıydı. Doğabilecek olumsuzluklar da hesaba katılarak yapılan işin meşruiyeti olduğu gösterilmek istendi. Zaten bunun için “Biz yapmadık İsrail yaptı” diyorlar. Demek ki İsrail aslında ABD’nin tetikçiliğini yapıyor. Ancak ABD politikası da doğal olarak İsrail’in geleceğini güvence altına almaya yönelik bir mahiyet taşıyor. Netanyahu’nun bu görevi seve seve yerine getirdiğinden hiç kimsenin en ufak bir şüphesi yok zaten.
Keza bazı Arap rejimlerinin bu operasyona memnuniyetle destek verdiğini söylemek de hiç yanlış olmaz. 2020’de tesis edilen İbrahim Anlaşmaları içinde yer almaktan ne kadar memnun olmuşlarsa şimdi bu işin içinde olmaktan da o kadar memnun olmuşlardır.
Trump ile Netanyahu’nun ortak projesi olarak şekillenen İbrahim Anlaşmaları yeni bir bölge düzeni tesisini amaçlıyor görünüyor. Ama aslında amacın yeni bir düzen oluşturmaktan ziyade mevcut düzenin konsolidasyonu olduğunu söylemek daha doğru.
Bu son girişimin 2000’li yıllarda gündeme gelen ve bizde BOP kısaltmasıyla anılan Büyük Ortadoğu (sonradan “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika”) Projesinden tek farkı bu defa ABD yerine doğrudan İsrail’in muhatap alınması.
Çoğunlukla halk desteğine dayanmadıkları için kırılgan bir karakteristik sergileyen Arap rejimleri için iki büyük tehdit ve tehlike var. Biri İran, öbürü İhvan. İran’ın Şii nüfus üzerindeki etki gücü, İhvan hareketinin mütedeyyin Sünni ahaliyi harekete geçirebilme potansiyeli Arap monarşilerini İsrail ile aynı yerde bir araya getiriyor. Çünkü ABD ve İsrail için de bu iki tehdit unsuru mevcut “bölge düzenini” bozma istidadına sahip göründüğü için en önemli risk kaynakları.
Haddizatında Hamas’ın 7 Ekim saldırısı bölgedeki Arap rejimleri tarafından bu süreci baltalamak isteyen İran ile müttefiklerinin karşı operasyonu olarak görüldü. Herhalde asıl amacı da buydu. Çünkü İsrail ile anlaşmak pahasına Filistin davasından vaz geçilmişti. İran’ın 7 Ekim’de dahli olup olmadığını bilemeyiz ama “Filistin İhvan’ı” Hamas’ın motivasyonunun Arap dünyası tarafından Filistin’in gözden çıkarılmasını engelleme arzusu olduğu belli.
Aynı şekilde malum Arap monarşilerinin İran’a yönelik İsrail saldırısına destek vermedeki motivasyonları da belli.
Diğer yandan, komşularının ABD ve İsrail’e verdikleri destek dışında, İran içindeki birtakım unsurların da düşmanla işbirliği içinde oldukları anlaşılıyor… Bu çok vahim bir durum. İran’ın savunma ve istihbarat sistemlerinin hiçbir işe yaramaz halde oluşu daha vahim.
Buna karşılık, İran’ın yönetici kadroları sık sık İsrail’i ortadan kaldırmaktan, Siyonist rejimi coğrafyadan kazımaktan söz ediyorlar. Ne var ki Hamas lideri Haniye’nin kendi başkentlerinde “güdümlü füze” fırlatılarak öldürülmesine, ondan önce Kasım Süleymani’ye yönelik suikasta, ondan önce nükleer çalışmalar içinde yer alan mühendislerinin kendi ülkesinde katledilmelerine ve nükleer tesislerini hedef alan saldırılara engel olamadılar. Tıpkı en önemli dini mekanlarının başında gelen İmam Rıza Türbesine yapılan saldırıya karşı bir şey yapamadıkları gibi…
Bütün bunlar, ülkeyi yöneten Tahran/Kum rejiminin mefluç durumda olduğunu, devlet makinasının çalıştırılamaz hale geldiğini gösteriyor. Gücünü yalnızca kendi vatandaşlarına gösterebilen bir yönetimin aslında hiç de güçlü olmadığı gerçeğini bir kere daha hatırlatan bir vahamet. Binlerce yıllık tarihe sahip medeni bir milletin hak etmediği bir kalitesizlik. Dolayısıyla özellikle stratejik ve sembolik hedeflerin vurulduğu saldırılar öncelikli olarak İran devletinin itibarını ve İran halkının onurunu hedef alıyor. Bunun belirli bir stratejiye dayalı olarak uygulandığı da muhakkak.