İslamcılığın Altı Umdesi

Ali Bulaç

Bana göre İslamcılığın altı umdesi vardır. Bir yönetimi, yönetici kadrosunu, bir iktidarı  İslamcı olarak isimlendireceksek, aşağıda zikredeceğim altı sosyo politik ideale ve umdeye sadık olması ve icraatında referans olması lazım.

  1. İslamcılığın en başta gelen hedefi özgürlüktür, herkes için özgürlük, herkese özgürlük. Özgürlüğü liberallerin veya başka akımların yaptığı tanımdan ayrı düşünüyorum. Bana göre özgürlük, Allah’ın dışında her kuruma, her lidere, her hanedana, her tüzel kişiliğe, her sınıfa, her zümreye karşı insanın bağımsızlık kazanması, kendini bağımsız hissetmesi; sadece Allah’a kul olmasıdır (1/Fatiha, 4). “Dinde zorlama yoktur” (2/Bakara, 256) ilkesinden başlayarak otoriter rejimlere, otokrat yönetimlere, diktatörlüklere, monarşilere karşı verilen mücadele, aynı zamanda bir özgürlük mücadelesidir.
  2. Ahlaktan kastettiğim, kadınların açık saçıklığı değil, bunun da içinde dahil olduğu ahlak; kamusal politikaların ahlaki ilkelere, normlara göre belirlenmesi ve bunun aynı zamanda ahlaka büyük değer veren kamuoyunun, toplumun da denetlemesi, denetim hakkına sahip olmasıdır. Aynı zamanda ahlak, bilimsel etkinliklerin, iktisadi faaliyetlerin ahlaki normlara göre yapıldığına ilişkin bir şuurun yeryüzü ölçeğinde yayılmasıdır. Çünkü bugün karşılaştığımız sorunlardan biri, bilimsel faaliyet, teknoloji, iktisat ve siyasette ahlaki üst normlara riayet etmeden, ahlaka karşı, sosyal hayatı otonomlaştırmak suretinde sürmektedir. Ahlaktan arındırılmış beşeri faaliyetlerin insanlığın zararına sonuçlar verdiğini deneysel olarak yaşamaktayız.
  3. Hukuk ve adaletten anladığım ise, hiç kimsenin kendi başına ve keyfi olarak halkı idare edememesidir. Adaletten anladığım da yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Fakat bunun kadar önemli olan da sosyal adaletin tesis edilmesidir. Sosyal adaletin İslamcılar açısından en önemli göstergesi gelir bölüşümündeki adalettir. Eğer sınıflar arasında, ilk %20 ile son %20 arasında uçurumlar varsa, orada sosyal adalet yok demektir.
  4. Dördüncü temel ilkemiz, İslamcı olarak değer verdiğimiz ihtiramdır. İhtiram; farklı sosyolojiler, farklı din müntesipleri, farklı mezhepler, farklı etnik gruplar, farklı sınıflar, farklı zümreler, farklı bölgeler arasında yaşayan sosyolojilerin birbirine üç alanda saygı göstermesini gerektirir.
  5. İlki, mahrem hayatın korunması. Kişinin gayrimüslim olması, onun mahrem alanına, özel hayatına müdahale etmemizi gerektirmez.
  6. İkincisi, farklı sosyolojiye, farklı dil, doktrin veya inanca mensup olanların sivil ve medeni alanda hukuklarına riayet etmek, ihtiram göstermek.
  7. Üçüncüsü, kamusal hukuk ve kamu politikaların tayininde farklı sosyolojilerin muarefe, müzakere yolu ile bir muahede akdetmeleri demektir.

Eğer bu üç alanı bir kültür olarak bölgesel ve küresel düzeyde yaygınlaştırabilirsek, bu İslamcıların varmak istedikleri ve dünyaya kazandırabilecekleri önemli bir zenginlik olur.

  1. Diğer önemli bizim ilkemiz, İslam Birliği’nin kurulmasıdır. İslam Birliği’nden kastım, 1850’lerden başlamak üzere İslamcıların aşağı yukarı savundukları İttihad-ı Anasır-ı İslam’dır. İttihad-ı Anasır-ı İslam, İttihad-ı İslam’dan farklıdır. İttihad-ı İslam Abdülhamit’e aitti. O, Osmanlı Devletini kurtarmaya, kendi iktidarını korumaya çalışıyordu. Benim İttihad-ı Anasır-ı İslam’dan kastettiğim, bütün Müslüman kavimlerin kendi kavim özelliklerini muhafaza ederek, kimlikleriyle İslam birliğini kurmaları ve her kavmin hilafet makamını belli periyodlarda hilafet makamını uhdesinde bulundurmasıdır.
  2. Son olarak cihat ruhunun uyandırılmasıdır ki, 19. yüzyılda tarih sahnesine çıktıklarında İslamcılar “Kur’an ve Sünnet’e dönüş”, “içtihat kapısının açılması” ve “cihat ruhunun uyandırılması” prensiplerini benimsemişlerdi. Bu prensipler bugün de aktüel değerlerinden bir şey kaybettirmiş değiller.

Yaşadığımız zillet dünyasında cihat ruhuna hayati derecede ihtiyacımız var. Bunu Gazze katliamında açıkça müşahede ettik. İranlı İslamcılar, Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Zeydi Ensarullah’ı Gazze’de Sünni Hamas, İslami Cihat ve diğer direniş grupların yanında yer alarak, cihadın onurlu örneklerini ortaya koydular. Eğer Afganlılar, Rusları ve Amerikalıları kovabildilerse, bunu cihad ruhu sayesinde başardılar. Dünyanın her bölgesinde küresel emperyalizme ve bölgemizde emperyalizmin tetikçiliğini yapan Siyonizme karşı sadece cihad ruhunu ayakta tutan İslamcılar mücadele etmektedir.

Bugün İslam dünyası derin bir krizden geçmektedir. Bu krizi ben üç alanda sürüp gittiğini düşünüyorum:

  1. Sosyo-politik alanda bir kriz yaşıyoruz.
  2. Ahlaki alanda bir krizden söz etmek mümkün.
  3. Üçüncüsü de kelamî, felsefî veya daha genel ifadesiyle entelektüel bir kriz içinden geçiyoruz.

Krizi, iç ve dış faktörlerle yüzleşmek suretiyle aşabilmemiz mümkündür. İç faktöre ihya ve ıslah hareketleriyle mücadele ederek cevap verebiliriz. 200 senedir İslamcılar bunun mücadelesini veriyor. Dış faktörü ise tabii ki askeri ve siyasi mücadeleyle aşacağız.

Fakat İslam dünyasının bu krizini, iki referans noktasını öne çıkarmak suretiyle tanımlayabiliriz ve bununla da yüzleşebiliriz:

  1. Tekrar Kur’an ve Sünnet’i ihya ederek hareket etmemiz.
  2. Tarihi tecrübemizi, geleneği kritik etmemiz. Son yıllarda özellikle bazı Müslüman akademisyenler ve yazarlar İslam tarihine ve geleneğe karşı büyük bir sefer başlatmışlardı, bir mücadele içindedirler. Fakat ancak tarihi kritik edeceksek bir felsefemiz ve bir yöntemimiz olması lazım. Bu mücadeleyi de ancak bu şekilde, yeni bir felsefe, bir tarih felsefesi ve bir yöntem geliştirmek suretiyle aşabiliriz.

Bugünkü geldiğimiz noktada İslamcılık acaba sahiden öldü mü, yoksa yeni bir doğuşun içinde mi? Üçüncü Roma’nın başında ki Trump Sezar’ın bölgemize tayin ettiği Barrack ismindeki genel valinin yöneticilerimize ve hepimize talimatlar yağdırdığı bu bıçak sırtı zaman diliminde İslam ve İslamcılık doğuş halindedir.

Bu iddianın bir ütopya veya bir temenni olmadığının somut gerekçelerini sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım, inşallah!