İrfan

Ali Bulaç

İrfan, Arapça bir kelime olup, a.r.f kökünden türemiştir. Çoğunlukla “bilme” ile beraber geniş ölçüde “tanıma”yı ifade etmektedir. İrfan’ın “bilme”den daha çok “tanıma” eylemine aıtf olması, ona beşerî bir nitelik ve karakter kazandırır. Bu özelliğiyle irfan gerek ‘örf’ gerekse ‘marifet’ ve ‘irfan’ kelimeleri ilahî bir bilgi kaynağının yanısıra beşerî bir çabanın ürünü sayılır. İrfan, doğuştan olan (fıtrî) yeti ve yeteneklerin harekete geçirilmesiyle fıtratın kaynağını tanıma ve incelikle düşünüp bilme demektir.

Dilbilimcilerin ve özellikle Ragıp el-Isfahani’nin verdiği bilgilere göre, aynı kökten türetilen diğer kelime grubu (örf,ma’ruf, tarif, muarefe ve i’tiraf) içinde “marifet” ve “irfan” daha yakın ve özel bir anlam taşırlar ve ikisi ortaklaşa, bir şeyi, belirtilerini düşünerek, üzerine çok yönlü ve derinlemesine tefekkür ederek kavramayı, tanımayı, idrak etmeyi ifade ederler. İrfan, ‘ilm’ kelimesine göre, daha özel bir anlam taşır, ilm’in karşıtı cehl ve cehalet iken, irfanın karşıtı inkârdır.

Beşere ait zihnî ve manevî bir faaliyet olması dolayısıyla bu terim Allah’a  nispet edilemez. Çünkü tanıma (taarruf) insana mahsustur. Allah ise “ilm” sıfatıyla bilir. İnsanın Allah’ı tanıma eylemi ve çabası “ilm” ile değil “marifet” ile ifade edilir. İnsanın Allah’ı tanıması (marifeti) onun zatını değil, isim ve sıfatlarının tecellisi ve tezahürü olan eserlerini araştırıp düşünmesi sayesinde olur. Ragıp el-Isfahani “marifet, bilme, tanıma ve tefekkür işlerinde kullanılır” der. Açıktır ki tanıma çabası gibi, tefekkür (düşünme) çabası da beşerîdir ve her iki çaba Allah’a, dolayısıyla Allah’tan gelen vahy’e izafe edilemezler. Bu açıdan vahiy bir tefekkür veya taakkul (akletme) eseri değil, Allah’ın ezeli ve ebedi ilminin eseridir, zira tefekkür gibi taakkul/akletme, başka bir deyişle akıl da Aristo’nun iddia ettiğinin aksine yüce Allah’a izafe edilemez, insan kendisine bahşedilen akıl ve tefekkür yetisiyle yüce Allah’ın yarattığı varlık dünyasını, tabiat olaylarını ve elçilerine vahyettikleri bilgi ve haberler üzerinde tefekkür eder. İnsanın varlık alemi, maddi-canlı tabiat ve vahiy üzerinde tefekkür edip akletmesi “hikmet”tir.

İrfan daha çok dünyevî konuları ilahî ve insan-üstü bir perspektif ışığı altında yorumlamak şeklinde tanımlanabilir. Allah’ın, kelam ilminin tarih boyunca araştırma konusu olan isim sıfatları (Esmau’l-Hüsna) arasında ‘irfan’ ve ‘marifet’in yer almaması, bu iki terimin ilahî kaynaklı bilgilerin beşerî bir yoruma tâbi tutulduğunu gösterir.

İrfan ile tefekkür çabalarının Allah’a izafe edilmemesinin önemli bir sebebi var. Doğaları icabı bu iki etkinlik de insan zihni’nin faaliyet alanı içinde cereyan eder. İnsan zihninin faaliyeti ve akıl gücü -başka varlıkların değil- yalnızca insanın ayırdedici özelliğini teşkil eder. Ne cansızlarda ne de insanın dışındaki canlı varlıklarda (nebatat ve hayvanat) aklî güçler vardır; akıl, insana yaratıcısının bir ihsanıdır. Allah’tan gelen bilgi/haber ise vahiydir ve vahiy insana, melek-peygamber ilişkisiyle Allah’tan gelmektedir. Vahy zihin faaliyetlerinin, aklî ve fıtrî güçlerin, beşerî yeteneklerin ürünü olmayıp kaynağı tamamen ilahîdir veya başka deyişle ilahi bağıştır.

Vahy’in bu temel karakterinden dolayı Kur’ân’ın kendisine, Peygamberin tebliğ ettiği bilgilere veya genel deyimle din olarak İslâm’a “kültür veya irfan” denemez. Ama İslâm’dan hareketle müslümanların kültürü veya irfanı denebilir. Mesela Türklerin, Arapların irfanı ve hikmeti denmediği gibi, Müslüman kültürü de denemez. Eğer bilgi ve bilişin kaynağında vahiy varsa bu hikmet ve irfan olur, vahiy referans alınmıyorsa, elde edilen şey kültürdür.

Kültür 18. Yüzyılda İngilizlerin ürettiği “medeniyet/uygarlık” söylemine karşı Almanların ürettiği bir terimdir; yapısı itibariyle sekülerdir, devletin inşa ettiği söylem ve retoriğe dayanır, referansı Aydınlanman felsefesidir, tabiatı icabı yöneldiği ve kullanıldığı amaç, milli/ulus devletin kuruluşunu sağlamak ve yine devletin kurucu ideolojisini emredici ve taşıyıcı araçlarla (hukuk, yargı, örgün ve yaygın eğitim vs.) halka benimsetmektir. Milli devletin kurucu ideolojisi din, mezhep, bölge, etnisite, sınıf veya başka unsur olabilir, bu durumda söz konusu unsurlar kendi tabii maksatları dışına çıkarılıp kültürleştirilirler; din, mezhep, etnisite veya bölge kültürnleştiğinde hakiki ve asli amacı dıında araçsallaştırılır, anlamını ve asli fonksiyonunu kaybeder. Bu manada Müslümanların geliştirdiği bilgi ve bilişin kaynağı Vahiy (Kur’an ve Sünnet. Sünnet en yüksek mertebede himettir), insanın enfusünde ve afakta yaptığı temaşa (nazar-teori) yani varlık üzerinde yaptığı inceleme ve araştırma, beş duyu ile kendisinin ve varlığın hakikatini anlama yetisine ve çabasına “kültür” denemez, denecek olan doğru şey irfan veya hikmettir.

“İman, kalb yoluyla marifettir”denmiştir. Kalp beşerî bir organ ve insanın yüce bir yönünü, zengin ruh dünyasını, aklî ve zihnî gücünü, insanın temel eğilim ve tercihlerini sembolize eder. Bu açıdan “Marifet, kalbin eylemidir.” Hadis mecmualarında marifet, kelime manasıyla geçer: “Bir adam bir kadınla karşılaştı ama aralarında (bir) tanışma (marifet) yoktu” yani birbirlerini tanımıyor, tanışmıyorlardı.

Buna göre, irfan ve marifet kelimelerinin “bir tür bilmeyi, bilişi, anlamayı ve tanımayı” ifade ettikleri  anlaşılmaktadır. Ancak söz konusu bilme ve tanıma, herhangi bir bilgi kaynağına muhtaçtır. Bu bilgi kaynağı, insanın yeni bilgiler üretmesine, bilginin pratiğini gerçekleştirirken yeni bilgiler edinmesine imkân sağlamaktadır. İşte bu ilk bilgi kaynağından yola çıkarak insanın yeni bilgiler edinmesi irfanı veya kültür olayını temellendirir. Bu, ister istemez bir süreç içinde gerçekleşmektedir; irfanın veya kültürün ortaya çıkışını sağlayan bu süreç, insanî çabalarla, beşerî deneyimlerle doludur. Bilginin yaşanır kılınması, pratiğe aktarılması yeni bilgilerin, birikimlerin nedenidir. İşte bu ikinci aşamada ortaya çıkan bilgilere, insanî birikimlere, deneyimlerden, elde edilen verilere ve bu süreçte oluşan duygulara, düşüncelere, sonra toplumsal düzeyde gerçekleşen ortak davranış şekillerine, hatta geleneğin kapsamındaki çok sayıdaki kalıplara kısaca “kültür” ya da “irfan” adını verebiliriz.

İnsanın kültür-irfan yönü, onun en temelli ve fıtrî olan yönüdür. Denebilir ki insan arza ayağını bastığı günden bu yana kültür sahibi olmuştur; kendisine öğretilen ya da kendini merkez kılarak ortaya çıkardığı bilgiler üzerine yeni bilgiler eklemiş, bilgi üretimine geçmiştir. Belki ilk irfan, ilk insanla başlar. Çünkü Allah, Hz. Âdem’e isimleri öğretti, ona varlıkların bilgisini tanıttı. Âdem’e öğetilen isimler, O’nun tabiata, kendisine ve türüne yabancılaşmasını önlemek içindi. Âdem, bu isimlerden hareket ederek kendini, evrendeki, içinde yaşadığı tabiattaki konumunu kavradı, sonra bu bilgiyi tabiatta yeniden üreterek, insanî deneylerle zenginleştirerek irfan ve hikmet sahibi oldu. Âdem’in irfanı aldığı vahyi, maddî, insanî ve zihnî bir dünya içinde insanca kavrama çabasıydı. Âdem sonrası insan kuşaklarının da yaşadığı tecrübe böyle olmuştur. İrfanı veya kültürü olmayan hiçbir toplum, hiçbir kavim yoktur. Çünkü irfani veya kültürel süreç ve çaba insanî bir süreç ve çabadır.

Ancak İslâm tarihinde “irfan”ın özel semantik bir anlamda kullanıldığını unutmamalıyız. Daha çok epistemolojik bir kavram ve Kur’ânî vahyin manevî yorumu karşılığında kullanılan irfan, bazan felsefe ve hikmetin bir türevi olarak da anlaşılabilmededir. Bu bağlamda irfan, “kültür”e göre tamamen “dinî” bir tanım kazanır. Biz ise, Batı literatüründe neredeyse tümüyle seküler bir hâle getirilen, içi bütün manevî unsurlarından boşaltılıp milli/ulus devletin inşaında bir araç olarak kullanılan ‘kültür’ kavramını yeniden tanımlamaya çalışırken, geniş ölçüde kavramın ve çağrıştırdığı setlerin İslâmî ve tarihî semantik anlamını gözönünde bulundurmaya ihtiyaç var. Bu dikkatlice yapıldığında sonucun sözkonusu tarihî bağlama göre önemli bir farklılık göstereceği anlaşılacaktır.

Kültüre hangi muhteva kazandırılırsa kazandırılsın, ona hangi anlamlar yüklenirse yüklensin, o, ilk ve son tahlilde insanın beşerî çabasının bir ürünüdür. İnsanî olan her bilgi edinme, bilgilenme ve sonra yeni bilgilere varma çabası kültür genel kavramı içinde yer alabilir. İrfan kelimesinin türediği köke ve bu kökten türeyen diğer yakın kelimelere bakıldığında, irfan da insanî bir çabayla bilgi edinme ve bu bilgi üzerine yeni bilgiler kurma anlamları taşır. Bu çerçevede bizi en iyi ifade edecek olan “kültür” değil, “irfan ve hikmet”tir.