İnsanlar ya da insanların bir kısmı “Sırat-ı Müstakim”de ilerliyordu.
İblis söz vermişti, “Senin Sırat-ı Müstakim’inin üstüne oturacağım, onları saptıracağım.”
İblis sözünü tuttu.
Bu kez Akdeniz’de; denizin ortasında, iyi insanların yolunun üstüne oturdu.
Gazze’ye yardım ulaştırmak için denize açılan SUMUD filosunun önünün kesilmesini insanın Kur’an-ı Kerim’de anlatılan öyküsünün ışığında anlamak bugün şahit olduklarımıza uygun düşüyor.
Neye şahit olduk?
Devletler korkuyordu, başlarına İsrail gibi bir bela almaktan. Devlet adamı tabir edilen adamlar korkuyordu.
İnsan halidir, malları çoktur, tatlıdır, canları da naziktir, tatlıdır. Korkmalarını anlıyorum da… Hudutların içinde ya da dışında güvenli bulunduklarını düşündükleri ortamlarda korkmuyormuş gibi sağa sola dayılanmalarını anlamıyorum.
Avurtlarını şişiriyorlar.
Etraflarına, bangır bangır bağırıyorlar, bütün mangalların üstündeki külleri uçuruyorlar.
Ondan ortalık, üstümüz başımız kül.
Abi hepiniz altınızdaki sandalyelerin altınızdan çekilmesinden korkuyorsunuz, her adımınızı sandalyenizin güvenliğini hesap ederek atıyorsunuz ya da atmıyorsunuz.
Bütün melanetleri o sandalyeler için işliyorsunuz. Kazara sizden iyi bir şey sadır olsa onu da sandalye hesabınıza yatırıyorsunuz.
Güçlülere saygılısınız. Gücünüzün yettiğine cebbarsınız.
İnsanlar devletlerden cesur çıktı.
Ne yaparsınız, Gazze’ye giden bir insani filodaki iyi insanlara katılmak için?
Ülkenizdeki, şehrinizdeki, mahallenizdeki, evinizdeki rutinlerinizi terk edersiniz.
Konforunuzu bırakırsınız.
Bazen yoksunluklarınız da konfor haline gelebilir, itiyat kesp edersiniz, yoksunluğunuzla barışırsınız.
O konforunuzu da bırakırsınız.
Ufacık bir teknenin içinde, denizin ortasında, ufukta ufuktan başka bir şey görmeden, aşağıda bazen mavi bazen gri bir denizden başka bir şey görmeden seyretmeye razı olursunuz.
İsrail bir terör devleti. Başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. Size saldırabilirler. Sizi vurabilirler. Sizi tutuklayabilirler. Size işkence edebilirler.
İnsan olmak için, insan olmayı hak etmek için bütün bunları göze alırsınız.
Aralarına katıldığınız topluluk… İspanyol, İtalyan, Türk, Arap, Kürt, İrlandalı, İngiliz…
Müslüman, Hristiyan, dinli, dinsiz.
(“Dinsiz” dediğime bakmayın. Din ‘hayat tarzı’ dediğimiz şeyi de kapsayan bir kelimedir. Dolayısıyla bütün insanların bir hayat tarzı vardır. Şu hâlde dinleri de vardır.)
Filodakiler her ulustan, her meşrepten iyi insanlar topluluğudur.
İçlerinde mutlusunuz.
Dünyada nail olduğunuz bir cennet.
Bunu evinizdeki konforun içinde tadamazdınız.
Devletlerden cesur çıktı o iyi insanlar. İspanya, İtalya, Türkiye, başlarına kaza bela gelmesin diye savaş gemileri gönderdi peşlerine.
Fakat o küçük tekneler Gazze’ye yaklaştıkça savaş gemileri toplarıyla tüfekleriyle, füzeleriyle, torpilleriyle, torpidolarıyla kendi kara sularına çekildiler.
Yine de bir şeydir. Barış insanları için bayrak göstermek.
Ama o kadar bir şeydir.
Gazze’de yaşamak için çabalayan, İsrail’in öldürdüğü ve sürekli öldürmek istediği insanlar için bir anlamı var mı Akdeniz’deki yelkenlilerin?
Var.
Sizin için yeryüzündeki iyi insanlar başlarının belaya girmesini göze alıp denize açılmış.
Herkes İsrail kadar kötü değil.
Size ellerini uzatıyorlar. Belki size ulaşabilirler, belki ulaşamazlar. Ama bu bir iyilik.
Bunu seversiniz. Buna sevinirsiniz. Dua edersiniz.
Gazze’deki bir mazlumun duası sahip olduğunuz hatta sahip olabileceğiniz dünya kadar varlıktan kıymetlidir.
Filodaki herkese gıpta ediyorum.
Allah hepsinden razı olsun.
İstisnasız, hepsinden.
Ama aralarında Müslüman olmayanlar var?
Zaten püf noktası orası.
Ben Cenab-ı Rabbülalemin’den istiyorum, size ne?