İngiltere İsrail’in Gazze Soykırımına Nasıl Katkı Sunuyor?

İngiltere, İsrail’in Gazze soykırımına çok yönlü bir suç ortaklığı sergiliyor: 1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan beri gelen tarihi sorumluluğu, siyasi desteği, askeri ve istihbarat iş birliği, soykırım inkarcılığı ve medya üzerinden meşrulaştırma çabala

Dr. Mehmet Rakipoğlu - Kritikbakis

İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımı tüm şiddetiyle devam ederken, devletlerin sessizliği, ABD gibi küresel güçlerin desteği tarihin utanç sayfalarına kazınıyor. Bu destekçiler arasında, tarihi sorumluluğu en ağır olan ülkelerden biri de İngiltere. Birleşik Krallık İsrail’in Gazze’deki soykırımına ve Filistin’in işgaline sadece seyirci kalmakla kalmıyor; aynı zamanda soykırım, işgal ve etnik temizliğe yaklaşık yüz yıldır doğrudan ve dolaylı destek sağlayarak İsrail’in aktif bir suç ortağı haline geliyor.

Tarihi Kökler: Sömürgecilikten Soykırıma Uzanan Yol

İngiltere’nin Filistin’in kronik bir trajedi haline gelmesindeki rolü 1917’deki Balfour Deklarasyonu’na dayanıyor. Dönemin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un “Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt” kurulmasını desteklediği bu deklarasyon, İngiliz mandası altındaki topraklarda yerli halkın haklarını hiçe sayan sömürgeci bir yaklaşımın ürünüydü. 1936-1939 Arap Ayaklanması’na verilen sert tepki, İngiliz sömürge şiddetinin boyutlarını gözler önüne seriyordu. Caroline Elkins’in “Şiddetin Mirası” kitabında belgelendiği üzere, İngiliz güçleri acil durum yönetmelikleri altında binlerce Filistinlinin evini yıktı, toplama kamplarında işkence yaptı ve yüzlerce kişiyi idam etti.

1948’de İngiliz mandasının sona ermesiyle birlikte 750.000 Filistinli zorla topraklarından sürüldü. Nekbe (Büyük Felaket) olarak bilinen bu etnik temizlik, İngiliz politikalarının doğrudan bir sonucuydu. İngiltere, Filistin halkını silahsızlandırmış, liderlerini sürgüne göndermiş ve Siyonist grupların etnik temizlik operasyonlarına zemin hazırlamıştı.

Silah, İstihbarat ve Siyasi Destek

Bugün İngiltere, bu tarihi sorumluluğunu soykırıma aktif destekle taçlandırıyor. İngiltere’nin İsrail ile olan birliğini ortaya çıkarması ile bilinen Declassified UK isimli sitenin araştırması, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait keşif uçaklarının Aralık 2023’ten bu yana Gazze üzerinde 500’den fazla görev uçuşu gerçekleştirdiğini ortaya koydu. Bu uçuşlar, İsrail’in sivil hedefleri vurmasına yardımcı olan istihbaratı sağlıyor. İngiliz hükümeti bu uçuşların sadece rehinelerin kurtarılması için yapıldığını iddia etse de uçuşların İsrail’in Nuseyrat mülteci kampına düzenlediği ve 274 Filistinlinin öldüğü saldırı öncesinde yoğunlaşması dikkat çekici.

İstihbarat paylaşımının yanı sıra, İngiltere İsrail’e silah satışını sürdürüyor. İşçi Parti hükümeti, seçim öncesi İsrail’e silah ambargosu sözü vermesine rağmen, iktidara geldikten sonra bu sözünü unutmuş görünüyor. Eylül 2024’te kısmi silah lisansı askıya almasına rağmen, takip eden üç ayda İsrail’e 127.6 milyon pound değerinde askeri teçhizat lisansı verdi- bu, 2020-23 arasındaki dört yıllık ihracattan daha fazla.

Silah desteğinin yanında siyasi olarak da İsrail’in İngiltere tarafından korunup kollandığı rahat biçimde ifade edilebilir. Bu anlamda hükümetin özellikle Yahudi lobisi ile iş birliği öne çıkıyor. Başbakan Keir Starmer’ın kabinesinin yarısından fazlasının İsrail lobisi tarafından finanse edildiği iddia ediliyor. İddia edilen finansal bağlar şu şekilde sıralanabilir: Başbakan Keir Starmer: 50.000 pound, Dışişleri Bakanı David Lammy: 32.640 pound, Hazine Bakanı Rachel Reeves: 37.710 pound, Eğitim Bakanı Bridget Philipson: 60.000 pound, Kültür Bakanı Lisa Nandy: 52.000 pound ve diğer birçok bakan İsrail’in doğrudan finansal desteğini almış gibi görünüyor. Bu finansal bağlar, hükümetin İsrail’e yönelik eleştirilerde neden bu kadar isteksiz olduğunu açıklıyor. Starmer, Kasım 2023’teki Gazze ateşkes önerisine çekimser oy vermiş, Labour Friends of Israel grubunu desteklemeye devam etmiş ve İsrail’e silah satışını durdurma taahhüdünü imzalamayı reddetmişti.

Öte yandan İngiltere, Gazze’de yaşananları soykırım olarak tanımlamaktan imtina ediyor. Londra yönetimi Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Derneği gibi tarafsız ve muteber kurumların raporlarını dahi kabul etmeyerek hukuksal açıdan suç işliyor. Bilindiği gibi, Uluslararası Adalet Divanı’nın (ICJ) Ocak 2024’te İsrail aleyhine verdiği geçici önlem kararı, Gazze’de soykırım riski olduğunu resmen kabul etmişti. Ancak İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, Eylül 2025’te yazdığı bir mektupta “İngiltere’nin Gazze’de soykırım riski olmadığı değerlendirmesinde bulunduğunu” açıkladı. Bu açıklama, soykırımı inkar etmek anlamına geliyor ve böylelikle İngiltere, 1948 Soykırım Sözleşmesi uyarınca soykırımı önleme yükümlülüğü bulunmasına rağmen, bu sorumluluğu açıkça ihlal ediyor.

Filistin’i Tanıma Kararı

İsrail’i destekleme noktasında birçok somut adım atması nedeniyle kendi halkı ve uluslararası toplum tarafından eleştiri yağmuruna tutulan İngiltere, Filistin devletini tanıma kararı aldı. 22 Eylül 2025’te İngiltere’nin Filistin devletini tanıması tarihi bir adım olarak kayda geçse de bu hamle Gazze’de devam eden soykırım karşısında yetersiz kalıyor. Nitekim soykırımı icra eden İsrail’e desteği sürdürmek Filistin’i tanımanın sembolik olduğunu gösteriyor. Ayrıca Filistin halkını temsil etmeyen Mahmud Abbas yönetimini tanımanın, İsrail’e yönelik silah ambargosu ve kapsamlı yaptırımlar olmaksızın anlamsız olduğu ifade edilebilir. Dolayısıyla İşçi Partisi hükümetinin Filistin devletini tanımasına rağmen İsrail’e silah satışını sürdürmesi, hükümetin gerçek niyetini sorgulatıyor.

Medya ve Kamuoyu

İngiliz medyasının kahir ekseriti de yürüttükleri yayın politikaları ve yaptıkları habercilikle hükümetin İsrail yanlısı politikalarını meşrulaştırmakta aktif rol oynuyor. BBC’nin, İsrail tarafından hedef alınarak öldürülen el-Cezire muhabiri Enes eş-Şerif hakkında BBC, Şerif’in Hamas medya ekibinde çalıştığına dair ifadeleri kullanması, İngiliz medya kurumunun tarafsızlık ilkelerinden nasıl saptığını, İsrail lehine nasıl propaganda ürettiğini gösteriyor. Eski BBC muhabiri Muhammed Şalabi, BBC’nin İsrail’in iddialarını sorgulamadan yayınladığını belirterek bu olayın ardından istifa etmiş, İngiliz medyasındaki birçok platformun İsrail adına hareket ettiği gözler önüne serilmiştir.

Sendikalar ve Sivil Toplum Direnci

İngiliz hükümetleri ve medyanın kahir ekseriyetinin İsrail yanlısı politikalarına ve bütün bu olumsuz tabloya rağmen, İngiliz sivil toplumu tarihi sorumluluğunun farkında. Sendikalar Kongresi, “vergiler silahlara değil” sloganıyla savunma harcamalarına karşı tarihi bir karar aldı. Yüzbinlerce kişi Londra sokaklarında İsrail’in soykırımını protesto etti, ülke çapında grevler ve boykot kampanyaları düzenlendi. İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn’in öncülüğünde düzenlenen Gazze Mahkemesi, İngiltere’nin savaş suçlarındaki rolünü belgeledi. Dışişleri Bakanlığı’ndan istifa eden Mark Smith, silah ihracatının yasallığına ilişkin raporların ‘daha az kötü görünmesi için’ düzenli olarak değiştirilmelerinin istendiğini ifşa etti. Dolayısıyla, İngiliz sivil toplumunun hükümetin suç ortaklığına karşı sergilediği bu tarihi direniş, İngiltere’nin resmi politikalarının aksine, halkın vicdanında Filistin davasının haklılığının kabul gördüğünü ve değişim umudunun sokaklardan, sendikalardan ve ihanet eden bürokratlardan yükseldiğini göstermektedir.

Sonuç olarak İngiltere, İsrail’in Gazze soykırımına çok yönlü bir suç ortaklığı sergiliyor: 1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan beri gelen tarihi sorumluluğu, siyasi desteği, askeri ve istihbarat iş birliği, soykırım inkarcılığı ve medya üzerinden meşrulaştırma çabalarıyla. Uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bu politikalar, İngiltere’yi sadece ahlaki değil, hukuki açıdan da sorumlu kılıyor. İngiltere Netanyahu’nun İsrail’ini koruma kararlılığında ve bu uğurda uluslararası düzeni ve hukuku yerle bir etmeye devam ediyor.

DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ Haberleri

7 Ekim’in ikinci yılında: Direnişin anlamı ve mirası
Yahudiler kaybetti
“Zor Zorunlu ve Meşru Müttefik”: Türkiye-ABD İlişkilerinde Yeni Bir Döneme Doğru!
Mısır, Doha’ya Benzer Bir Saldırıyla Karşı Karşıya Kalabilir mi?
Rojava, barış süreci ve Türkiye'nin önündeki yol