İLHAD VE MÜLHİDLER

Ali Bulaç

Lisanü’l Arab’ın sahibi İbn Manzur’a göre ilhadın sözlük anlamı sapmak, hedefi şaşırmak, haktan-gerçekten yüz çevirmek, hak ile batılı karıştırarak şüpheye düşmek demektir. (İbn Munzur, Lisanu’l Arap (Beyrut, t.) III, 368.). Buna batıla sapma, temellendirilmemiş, çürük iddiaları, fikir ve inançları inatla savunma ve bunda ısrar edip mücadele ve münakaşa etme gibi hasletleri de ekleyebiliriz. Batılda ısrarcı tutumun sonucu zulüm ve hak ihlalidir. İlhadın çeşitli türleri vardır, sonuç itibariyle inkâr olan ilhad zulümle iç içe olmaktadır (22/Hac, 25).

Bu manada ilhada ve mülhidlere hemen hemen bütün dini, teolojik öğretilerde rastlandığını söylemek mümkün.

İncillerde Hıristiyan teolojisinin temel varsayımlarını “terketmek, onlardan vazgeçmek veya öğretiye isyan etmek” mânasındaki Grekçe apostasia (apostasis) keimesi ilhada karşılık düşmektedir. Bu Mûsâ şeriatını terketmek (Resullerin İşleri, 21/21) veya Tanrı’ya isyan etmek (Selânikliler’e İkinci Mektup, 2/3) tam olarak ilhadı ifade etmektedir.

Kelamcılar Fussilet (41) suresinin 40. Ayetinin ilhada atıf olduğu kanaatindedirler, bu ayette “ilhad” fiili muzari olarak yer alır (yulhiduna). Bir başka iddiaya göre, ilahi isimlerin veya Nübuvvetin inkârı ilhattır (7/ A’raf, 180, 16/ Nahl, 103; 22/Hac, 25 ve 41/Fussilat, 40.) Mülhidler de, Allah’ın varlığını inkâr eder, Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı olduğunu, Hz. Muhammed (s.a.)’e vahyedildiğini reddederler, ezcümle Kur’an’ın verdiği bilgi ve haberleri yalanlamaktadırlar.

Şimdiki ve geniş zaman (muzari) olarak “ilhad (yulhidun)” kelimesinin geçtiği Fussilet suresindeki ayete bakmaya çalışalım: “Bizim âyetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar.” (41/Fussilat, 40.)

Ayet inkârcıların bu tutumuna “ilhad” demektedir. Bu manadaki ilhad haktan sapmak anlamına gelir. Ragıp el İsfahani, ilhadın şirke düşmek veya sebeplere yapışmak suretiyle iki şekilde vuku bulduğunu söyler. Biri dinden çıkarır, diğeri inancın bağlarını gevşetir. İlhadın bir çeşidinde zulüm, haksızlık ve sapkınlık söz konusudur (bkz. 22/Hac, 25; 7/A’raf, 180). Yaratan Allah’ı bırakıp O’nun varlığına birer kanıt ve işaret olan varlıkların anlamlarını çarpıtarak yorumlamak, konumlandırmak kısaca Allah ile varlık arasındaki irtibatı koparmak, varlıkları Allah’tan bağımsız, özerk/otonom varlıklar olarak görmek ve göstermek veya Allah’ın yaratma filini aradan çıkararak varlıkları sebeplerine, salt yasalarına indirgemek ilhaddır.

Mülhidlerin öne çıkan vasıfları inat ve inkâr, cehalet, saldırgan dil ve söylem, zihin üzerinde etkili önyargılar, taşlaşmış blokajlar olarak özetlenebilir. Mülhid, aksini iddia etse de diğer inançlara karşı tahripkâr tutum içinde olur, sadece hakikate kapalı zihinsel bir tutuma sahip olmakla yetinmez, kendisi gibi inanmayanlara karşı saldırgan ve redçi olur.

Kelamcılar ilhadı iki gruba ayırmışlardır:

  1. Mutlak ilhad: Bu inanca sahip olanlar varlığı akılla açıklamanın mümkün olduğunu ve bununla yetinilmesi gerektiğini öne sürerler. Bu perspektiften bakıldığında, a. Görünen varlığın dışında, aşkın veya içkin varlık mevcut değildir; b. Ruh diye bir şeyden bahsedilemez, c. Mucizeler uydurmadır, d. Ahiret günü de olmayacaktır.
  2. Göreceli (izafi) ilhad: Bir toplumun veya bir zamanın yaygın, yerleşik ve fakat yanlış-batıl Tanrı anlayışının dışına çıkanlar göreceli mülhitler addadilmiştir. Yunanlılar, yerleşik çok tanrıcı inancına karşı çıkan Sokratı, pagan Romalılar ilk Hıristiyanları mülhid saydılar.

Bunun dışında ilhad’ın iki çeşidinden bahsetmek mümkün:

  1. Teorik ilhad: Allah’ın varlığını reddetmek, Nübuvveti ve ahireti inkar etmek.
  2. Pratik/Ameli ilhad: Günlük hayatta “Allah ve ahiret yokmuş gibi” amellerde bulunmak.

İlhad, Zındıklık’a yakın anlamlıdır. Arapça ve Osmanlıca’da Zındıklık ‘Lâ ilahilik’le karşılanmıştır. İnkar/küfür, şirk, fısk-u fucur ve münafıklık terimleri ilhadı çağrıştırır.