İktidar-Öcalan müzakeresinin kritik noktaları

Mehmet Ocaktan

Türkiye’nin uzun süredir derin bir siyasetsizlik yaşadığını artık hepimiz biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tekçi yönetim anlayışı da zaten siyaset yapmaya müsait değil.

Dolayısıyla yeni rejim, siyasete ne kadar alan açansa o kadar siyaset yapmak gerekiyor. Aksi taktirde, hala eski günlerde olduğu gibi siyaset yapabileceği hayaline kapılan özellikle muhalefet partileri her an ‘terör destekçisi’ ya da ‘dış güçlerin uzantısı’ suçlamasıyla karşı karşıya kalabilirler.

Bu konuda hiç uzağa gitmeye gerek yok, geçtiğimiz on yılın arşivlerine baktığımızda AK Parti iktidarının, istisnasız bütün muhalefet partilerini PKK terör örgütünü desteklemekle suçladığını, hatta öyle ki DEM Partililere uzaktan selam verenleri bile ‘terör destekçisi’ olarak ilan ettiğini rahatlıkla görebiliriz.

Ama sonunda devran döndü ve şimdi bambaşka bir iklime evrildik. Ve zihinlerimiz o kadar karıştı ki gerçekten kim terörist, kim Kandil ve İmralı’nın dostu, kim vatansever, kim ‘5.kol faaliyeti’ içinde ayırt edemez hale geldik.

PKK’nın Süleymaniye’de sembolik olarak da olsa silahları yakmasıyla birlikte artık roller değişti ve şimdi muhalefeti ‘terör destekçisi’ olarak suçlayan iktidar, Öcalan’la ve Kandille müzakere süreci yürütüyor.

Bu ifadeleri, ‘müzakere süreci’ni olumsuzlama anlamında kullanmıyorum elbette. Zira “Terörsüz Türkiye”ye giden yolda Öcalan’la müzakereden başka bir seçenek de görünmüyor zaten Eğer barışı ve huzuru sağlayacaksak, bu yolu yürümek zorundayız.

Halkın özgür iradesiyle seçilip parlamentoya gelmiş olan DEM Partiyi geçmişte Kandil’in uzantısı gibi değerlendiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bu müzakere sürecinin önemine inanmış olmalı ki bundan sonra artık DEM’le birlikte yürüyeceklerini açıkça ifade etmekten çekinmedi.

Evet “Terörsüz Türkiye” süreci, bundan böyle Öcalan’la ve Kandille yapılacak ortak müzakere hattında yürüyecek.

Bunun için de öncelikle yasal ve demokratik siyaset adımlarının atılması gerekiyor. Nitekim Terör örgütü lideri Öcalan’ın örgütün fesih kongresine gönderdiği “Demokratik Toplum Manifestosu”nda sürecin yol haritası net bir şekilde ortaya konulmuş…

Manifestoda, devleti demokratik müzakereye davet edeceklerini söyleyen Öcalan, “Gelsinler, mahkemeye çıksınlar” yaklaşımının eski çatışma ortamını yaratacağını belirterek, isim vermeden örgüt üyeleri için bir af mekanizmasının gerekliliğine işaret ediyor.

Anayasal güvencenin altını özellikle çizen PKK lideri özetle şöyle diyor: “Barışı ve demokratik çözümü yasal ve anayasal güvenceye bağlayacak adımlar, uygun bir süre dahilinde atılmak durumundadır. Bu konuda elbette Türkiye Büyük Millet Meclis’i görevlidir, üzerine düşeni yapmalıdır.”

“Bir müzakereye ihtiyaç var. O müzakerenin adı ‘demokratik müzakere’dir. Sonuna kadar gereklerine uyulmalıdır. Dolayısıyla bir demokratik toplum, ona dayalı bir demokratik ulus çözümü önümüzde durmaktadır. Bunun demokratik müzakereyle inşa edilmesi gerekmektedir. Bunun için ağır yetmezlikler içinde olan tarafların kendini gözden geçirip, müzakereye hazır hale getirmeleri önem taşıyor.”

İktidar, sürecin bundan sonraki yol güzergahı ile ilgili atılacak adımları somut olarak tarif etmese de anlaşılan o ki süreç büyük oranda Öcalan’ın manifestoda altını çizdiği istikamette ilerleyecek.

İktidar için esas zorluk da tam bu noktada başlıyor. Çünkü artık olayın gösteri bölümü bitti, icraat başlıyor, daha doğrusu başlamak zorunda.

Muhtemelen Meclis’te kurulacak komisyon, halen cezaevinde bulunan PKK’lıların, DEM Parti’ye mensup siyasetçilerin, yerlerine kayyım atanan DEM’li belediye başkanlarının ve halen dağda bulunan terör mensuplarının durumunu düzenleyecek hukuki düzenlemeler konusunda bir çerçeve belirleyecek.

Yani Öcalan’ın da vurguladığı gibi dağdakiler için “Gelsinler, mahkemeye çıksınlar” denemeyeceğine göre, iktidar bu yasal düzenlemeleri yapmak zorunda.

Şimdi siyasi iktidara düşen, terör yüzünden evlatlarını şehit veren anneleri, babaları, eşleri kardeşleri bu süreç konusunda ikna etmektir. İktidarın ikinci en önemli görevi ise, başta CHP olmak üzere bütün siyasi partileri bu sürece ortak etmektir.

Ama ne yazık ki bu konuda iktidar, hiç umut verici bir görüntü sergilemiyor. Dün DEM’li belediye başkanlarını hapse atıp yerlerine kayyım atıyordu, bugün ise CHP’li belediye başkanlarını hapse atıp onların yerlerine kayyım atıyor. 19 Mart’la başlayan belediye operasyonlarında hukukun yok sayıldığı bir Türkiye gerçeğinde, sadece PKK’lılarla yapılan müzakerelerle barış ve demokratik siyaset nasıl inşa edilecek doğrusu çok merak ediyorum.

Umarız iktidar, yeniden makuliyet çizgisine döner ve hukukun esas alındığı demokratik bir Türkiye ile hepimizi tanıştırır.