İç cepheyi hukukla mı yasaklarla mı güçlendirelim?

Mehmet Ocaktan

Epey bir süredir iktidar cenahının ‘iç cepheyi güçlendirme’ söylemini dillendirdiğini biliyoruz. Son İran-İsrail savaşıyla birlikte bu söylemin, özellikle iktidar ve ona destek veren medya tarafından daha da güçlü bir şekilde topluma empoze edilmeye çalışıldığı muhakkak.

Buna paralel olarak “İsrail’in hedefinde Türkiye var” masalıyla toplumda bir korku atmosferi oluşturulmaya çalışıldığını da unutmayalım.

İsrail’in Türkiye’ye de saldırabileceği propagandasının gerçekçi olmadığını biliyoruz ama diyelim ki Netenyahu katliam çetesinin böyle bir niyeti var. Çünkü katillerin ne yapacağı belli olmaz…

İşte tam da bu yüzden, Türkiye’nin içeride birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bu ülkede bir tek kişinin bile birlik ve beraberlikten, barış ortamının tesis edilmesinden rahatsız olacağını hiçbir şekilde düşünemeyiz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, kardeşliğimize işaret eden şu sözlerine kim itiraz edebilir ki: “Türkiye’nin en büyük ihtiyacı birlik ve kardeşlik siyasetidir. Birbirimize güvenerek, 86 milyon kalp kalbe vererek güzel yarınlara hep birlikte varacağız.”

Ama bir gerçek de var ki iç cephenin tahkimi, sadece sözle değil, bu ülkede yaşayan herkesin hakkını-hukukunu koruyan, adaletin tecellisini sağlayan bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle mümkün olur.

Bu yüzden MHP lideri Devlet Bahçeli’nin hukukçu kurmayı Fethi Yıldız’ın, siyaset mühendisliğinin yeni sürümü olan 19 Mart operasyonu sonrası sürece ilişkin uyarılarında bağımsız ve tarafsız mahkemelere işaret etmesi son derece önemli: “Suçsuzluk karinesinin esas alındığı, şüpheden sanığın faydalandığı, kimsenin kendini suçlamaya zorlanmadığı, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde doğal hakimlerin görev aldığı hukuk devletinde tatbikatın içindeki kişilerin hukuk bilgisi ve vicdanına emanetiz.”

Maalesef bir taraftan “iç cepheyi güçlendirme” söylemiyle toplumsal barışın önemi vurgulanırken, bir taraftan da ülkede hukukun kan kaybetmeye devam etmesi endişe verici.

Muhalif belediye başkanlarını hapse atarak, fikir özgürlüğü haklarını kullananları, gençleri tutuklayarak iç cephe nasıl güçlenecek, 86 milyonla kucaklaşmak nasıl mümkün olacak doğrusu anlamak mümkün değil.

Hangi düşünce dünyasına ya da hangi mahalleye mensup olursak olalım, etrafımızda savaş ateşinin yanmaya devam ettiği, ‘terörsüz Türkiye’ umutlarının yeşertilmeye çalışıldığı bir atmosferde 86 milyonun yüreğine dokunan ve de kardeşliğimizi temin edecek olan bu kardeşlik cephesini güçlendirmekten başka bir seçeneğimiz yok.

Ama bilelim ki halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını hapse atarak, ana muhalefet partisini şeytanlaştırarak iç cepheyi güçlendiremeyiz. Dahası, CHP’ye kriminal suçlu muamelesi yaparak ‘etkin pişmanlıktan faydalanma’ çağrısı yapmak kardeşlikle asla bağdaşmaz.

8 yıldır Edirne Cezaevinde tutuklu bulunan ve ısrarla meselelerin siyasi zeminde tartışılmasını savunan Selahattin DemirtaşBahçeli’nin başlattığı ‘terörsüz Türkiye’ adımına kayıtsız şartsız destek veriyor. Ama son dönemde yargı yoluyla yapılan tacizlere de itiraz ediyor: “İç cepheyi güçlendirme amacına da adalet duygusunun gelişmesine de hizmet etmediği açık olan siyasi görünümlü yargı tacizlerine kesinlikle son verilmelidir.”

Eğer gerçekten meselemiz kardeşliğimizi güçlendirip, kalplerimizdeki vatan sevgisinin bayrağını yükseklere taşımaksa, Demirtaş’ın şu sözlerine hiç tereddüt etmeden zihin dünyamızda bir yer açmak durumundayız: “Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir ve beraber olacağız, gerektiğinde Edirne’den Hakkari’ye kadar 85 milyonluk bir halk ordusuna dönüşeceğiz; ortak vatanımızı, canımız pahasına savunacağız.”

AK Parti iktidarı da çok iyi bilir ki Türkiye geçmişte yasaklardan, siyasetin üzerine çöken vesayetçi anlayışlar yüzünden çok zaman kaybetti. Ancak talihsizlik o ki bu iktidar da ‘vesayet’in yeni bir versiyonunu devreye sokarak hem millet iradesini değersizleştiriyor hem de hukuku telafisi imkansız maceralara sürüklüyor.

Eğer AK Parti gelecekte yasaklarla ve yeni ‘vesayet’ icat eden bir iktidar olarak anılmak istemiyorsa, acilen 86 milyonu kucaklayan politikalara dönmek zorundadır. Esas sorumluluk iktidarda olmakla birlikte, tüm siyasi partiler ve ülkede yaşayan tek tek bireyler olarak, adalete olan güvenin dip yaptığı Türkiye’yi ‘hukukun üstünlüğü’ ile yeniden ayağa kaldırmak boynumuzun borcu olmalıdır.