Zeyd’ten boşandıktan sonra, Hz. Peygamber (s.a.)’in Zeynep’le evlenmesiyle ilgili çoğu tefsircilerin akıllara ziyan aktardıkları rivayetler kurgulanmış hikâyelerden ibarettir; hiçbirinin aslı esası yoktur.
Eğer Efendimiz (s.a.) –iddia edildiği üzere– Zeyneb’e âşık olsaydı, Zeyd’le evlendirmez, tereddütsüz onu kendisi nikâhlardı; Zeyd’i de bir başka soylu kadınla evlendirirdi. Bir ihtimal, Zeyneb’in boşanmasından sonra Efendimiz’in ona kalbî bir yakınlık, ilgi duymuş olması ihtimal dışı değildir; ama nikâh altında olan bir kadına ilgi duymak, değil bir peygambere, takva sahibi herhangi bir erkeğe bile yakışmaz. Bu olay, Hz. Yusuf’un ona kendisini teklif eden Züleyha’ya “bir an için arzu duyması”yla da aynı değildir.
Hz. Yusuf böylesine alımlı bir kadına “bir erkek” olarak bir an için arzu duydu; ama hemen sonra bu ilişkinin yasak olduğunu hatırlayıp ondan kaçıp kurtulmak istedi (12/Yusuf, 24). Hz. Peygamber için bu durum söz konusu değildi; onun için söz konusu olan, başlatılacak yeni bir teamül, bu teamülün kendisine bildirilmesi ve bunun sıkıntısını nefsinde yaşamasıdır.
Ama bana göre Hz. Peygamber’i sıkıntıya sokan başka bir amil vardı ve belki de olayın ana teması burada yatmaktadır.
Şöyle ki: Araplar, evlatlığı öz çocukları gibi bildiklerinden, onlarla veya onların boşadığı eşlerle katiyen evlenmezlerdi. Halbuki Münzel Şeriat açısından bunun bir hükmü yoktu ve artık değişmesi/değiştirilmesi gerekirdi. Bugün hâlâ buna yakın bir telakki Balkan Müslümanları arasında görülmektedir. Yakın akraba evliliğini sakıncalı, ayıp, hatta neredeyse kesin yasak sayarlar; tabiatıyla bunun da bir hükmü yoktur. Kur’an-ı Kerim, kimlerle evlenilmeyeceğini sarahaten saymış bulunmaktadır; bunların içinde evlat veya yakın akraba bulunmamaktadır.
Ahzab 40. âyet indiğinde Hz. Peygamber (s.a.), bundan sonra ne olacağını kestirmiş ve bu yerleşik âdet ve telakkiyi değiştirmeyi murat eden Yüce Allah’ın bu olayda kendisini ve evlatlığı Zeyd’ten boşanan Zeynep’i vasıta olarak kullanacağını anlamıştı. İçini bir sıkıntı basmış, bunu çevresine ve hasımları olan müşrik ve münafıklara nasıl izah edeceği üzerinde düşünmüştü. Yüce Allah şöyle buyuruyordu:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir” (33/Ahzab, 40).
Boşanmasından sonra kendisine vahiy ile Zeynep’le evleneceğinin haber verilmesi, Efendimiz’i psikolojik yönden sıkıntıya sokmuş olması doğaldır; çünkü bunun çeşitli dedikodulara sebebiyet vereceğini düşünüyordu.
Zeynep’le evlendirilmek istenmesinin sebebi, evlat edinilmiş kimsenin bir baba veya annenin asla öz çocuğu olmayacağı hükmünün vaz’edilmesinin murat edilmesidir. Bunun da somut bir örnek ve evlilik üzerinde gösterilmesi icap ederdi. Muhtemelen kimse böyle bir evliliği yapmaya yanaşamazdı; ama dini tebliğ etmekle yükümlü Peygamber bunu yapabilirdi, hatta yapmalıydı da. Bu sayede Araplar yanlış bir telakkiden kurtulur, öz çocuklarla evlatlık edinilmişler arasında gerekli ayrımı yapabilirdi.
Hayli sıkıntılı olsa da Hz. Peygamber emredildiği gibi yaptı, gelen vahyi açıkladı. Nitekim bu zor olayı teyiden, kıskançlığıyla meşhur Hz. Âişe, “Eğer Allah’ın elçisi Kur’an’dan bir şey gizleyecek olsaydı, bunu gizlerdi; öyle yapmadı” (Buhârî, Tevhid, 22; Tirmizî, Tefsir, 33/9-16) demek suretiyle Efendimiz’in ne kadar zor durumda olduğunu belirtmiştir. Bu da gösteriyor ki, Kur’an bir vahiydir; Hz. Peygamber’in vahyin teşekkülünde en ufak bir müdahalesi söz konusu değildir; kendisi âyetleri yazmış veya yazdırmış değildir.
Böylece Zeyd’in eşini boşamasından sonra Efendimiz’in Zeynep’le evlenmesi, evlatlık çocuklarla –erkek olsun kadın olsun– evlenmelerinde herhangi bir engel olmadığı hükmünü koymuş oluyordu. Bu hükmü Hz. Peygamber, Müslümanların babası olmadığı gibi Zeyd’in de babası değildir. Bu konuda artık güçlük (engel) kalmamıştı.
İnsanlar kendi akıllarınca birtakım engeller koymakta, hayatlarını zorlaştırmaktadırlar. Yüce Allah ise öteden beri insanlara genişlik bağışlamıştır. Onun koyduğu sünnetlere, kurallara riayet etmek gerekir. Peygamberler bu uygulamada bulunuyorlarsa, bunu kendi heva ve heveslerine göre yapmazlar; ilahî hükümleri tebliğ ederler. Onlar sadece içleri titreyerek korkar, O’ndan başka hiç kimseden ve hiçbir varlıktan çekinmezler. (Bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, V, 466-470.)
Kur’an vahyini Arap toplumunun örf ve hayat tarzı ile 7. asrın ilk yarısındaki olaylarla sınırlı tutan tarihselcilerin bakış açısını kritik etmeye çalıştığımızda ortaya çıkan durum şudur: Diğer konularda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim, “tarihsel bir olayı” araçsallaştırarak “evrensel bir ilke/hüküm” vaz’etmektedir.
1. Yürümeyen bir evliliği sürdürmenin manası yoktur (doku uyuşmazlığı, sevgisizlik vs.).
2. Kişi, evlatlığının boşadığı eşiyle evlenebilir; bu Arapların telakkisine göre asla hoş karşılanmıyordu.
3. Koca bir peygamber, azatlı kölesinin boşadığı eşini nikâhlıyordu; toplumsal sınıfların birbirlerine ilişkin geleneksel (cahili) algıları açısından yadırganacak bir fiildi.
4. Evlilikte denklik (küfüv) önemli bir amildir; belirleyici değilse bile etkileyici rol oynayabilir. Evliliklerde bu faktörü miktarınca kaale almak lazım.
5. Bir erkeğin eşinden boşanmış veya kocası ölmüş bir kadına kalbî yakınlık duyup onunla evlenmeyi içinden geçirmesi fıtrî, tabidir. Önemli olan, usule ve kurallara göre bu evliliği gerçekleştirmesidir.
6. Bu olay bize gösteriyor ki, Kur’an, indiği toplumun âdet ve geleneklerinin körü körüne bir teyidi veya cahiliyenin bir tekrarı değil; aksine insan teki, bireyi ve toplumsal ilişkileri köklü bir reforma uğratmakta, cahiliye hayat tarzına esaslı bir müdahalede bulunmaktadır.