Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş ile ilgili aldığı son karar hakkında ne düşündüğüne dair kendisine yöneltilen soruya, “Burası bir yargı ülkesidir, yargı ne derse o olur” cevabını vermişti.
Günlerdir o cevap birkaç yönden tartışılıyor.
‘Hukuk devleti’ değil ‘yargı ülkesi’ demesi…
O cümlesini “Demirtaş bu kararla yargı tarafından salınacaktır” cümlesinin izlememesi…
Nitekim, aradan günler geçmesine rağmen Selahattin Demirtaş hala cezaevinde…
İktidarın küçük ortağının lideri Devlet Bahçeli de kürsüden Demirtaş’ın tahliye edilmesinin _‘hayırlı olacağı’_nı söylediği halde…
[İktidar ortakları arasındaki rahatsızlık ne zaman gündeme getirilse, MHP lideri bunu yazan ve söyleyenlere ağır ithamlarda bulunuyor; oysa hemen her yeni çıkışı AK Parti ve lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından suskunlukla geçiştiriliyor.]
Bu alanda yeni bir gelişme daha yaşandı. Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği ‘hak ihlali’ kararı, o karara uygun davranarak kendisini tahliye etmesi beklenen Ağır Ceza Mahkemesi’nce kaale alınmadı.
Mahkeme, ‘yetki gaspı’ yaptığını ileri sürdüğü AYM’nin kararını uygulamayacağını açıkladı.
Daha önce de, aynı yerel mahkeme, milletvekili seçilmiş Gezi davasından tutuklu Can Atalay’ın tahliye edilmesi yolunda verilmiş AYM kararına da uymamış, üstelik kararda imzaları bulunanlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Anayasasında ‘hukuk devleti’ olduğu vurgusu bulunan ülkemizde olması gereken nedir, buna anayasaya göz atarak bakalım mı?
Madde 153: “Anayasa Mahkemesi'nin kararları kesindir.” “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Yani?
Eğer AYM bir konuda karar vermişse, diğer yargı organları karara uymak zorunda olduğu için, Tayfun Kahraman’ın ve Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesi, yürütmeye ait kurumların tahliye işlemlerini yerine getirmesi ve yasama organı TBMM’nin de Can Atalay’ın bir an önce milletvekili görevine başlamasını sağlaması gerekir.
Peki ya, AİHM’nden Selahattin Demirtaş’la ilgili çıkan kararla ilgili durum?
Bunun için de Türkiye’nin uluslararası kurumlarla ilişkisini düzenleyen anayasanın 90. maddesine bakmak gerekiyor:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” diyor o madde.
Anayasanın bu maddesine pekiştirme amaçlı bir de ek cümle getirilmiş: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. (7/5/2004-5170/7 md.)”
Peki nasıl oluyor da, Selahattin Demirtaş hakkında AİHM’nin, Tayfun Kahraman ve Can Atalay ile ilgili AYM’nin aldığı kararlar bugüne kadar yerine getirilmedi?
İşte bu sorunun cevabı şimdiye kadar bilinmiyordu, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği “Burası bir yargı ülkesidir, yargı ne derse o olur” cevabı konuya bir açıklama getirmiş oldu.
‘Yargı ülkesi’, yani yerel mahkemelerin üstte ve kararlarının geçerli olduğu bir ülke burası…
Başka metinlerde aksine ne yazarsa yazsın…
Eğer metinlerde ülke yerel mahkemeleri üstünde başka mahkemelerin varlığı söz konusu edilmişse, bunu yanlış sayan bir düşünce tarzı bu.
Son zamanlarda karşılaşılan sorun hukuk ve yargı alanında; biz de ‘hukuk devleti’ ile ‘yargı ülkesi’ kavramları arasındaki farkı böyle yorumlayabiliyoruz.
Başka türlü yorumlamak mümkün olmadığı için…
Ancak, başka alanlarda karşı karşıya kalınan sorunlara da aynı anlayışla yaklaşıldığını görebiliriz.
Yerellikle evrensellik arasında kalındığında hemen her konuda yerellik evrenselliğe tercih ediliyor.
Ekonomi alanına bakalım isterseniz.
Ülkenin bu alandaki ihtiyacının yabancı sermaye olduğunu ileri sürenler her zaman oldu, şimdi de var. Mehmet Şimşek ülkemize yatırım yapmalarını istemeye dünyayı dolaşıyor, öyle değil mi?
Yabancı sermaye ise ülkemizden uzak duruyor.
Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakereleri birkaç başlıkta kilitlenmişti, onlara aşılabilinecekleri gözüyle bakılıyordu. AB’den yine söz edildiği oluyor ama, hepimiz bunun gerçekleşmeyebileceğinin farkındayız.
‘Hukuk devleti’ ile ‘yargı ülkesi’ ikilemi arasında kalmamız ve günün sonunda ikinciyi birinciye tercih etmemiz, galiba yabancıların hoşuna gitmiyor.
[Bu yazıyı yazdığım saatlerde bir yandan da gözüm haberlerdeydi; serbest bırakılırlar ve değerlendirmem yanlış çıkabilir diye… Ne kadar iyi niyetliyim, anlayın.]