Hapiste yedi ay sonra İmamoğlu…

Mustafa Karaalioğlu

Üzerindeki yargı gölgesi gittikçe uzasa da ve demokrasinin temel değerleri baskı altında inliyor olsa da siyasetin tabiatı işlemeye devam ediyor. Millet iradesi hala ayakta ve onun tercihleri siyasete yönelik bütünü girişimlerin üzerinde otoritesini koruyor. Siyasi hayat hiç bu kadar gergin ve kuralsız olmadı belki ama neticede iki tarafın üzerindeki bu toplumsal güç otoritesini sürdürüyor. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, sokağın kabul etmediği bir kararla hapiste olmasına rağmen hem o hem de partisi -anketlere göre- hâlâ yarışta önde gidiyor.

Bundan tam yedi ay önce, cumhurbaşkanı adayı ilan edileceği oylamaya dört gün kala diploması iptal edildi. O kararın sabahında sahur vaktinde gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Devamında hâlâ sürmekte olan tutuklama furyası geldi. Yedi ay böyle sert bir iklimde geçti ama nihai kararı verecek seçmen; daha ilk gün tutuklamaların siyasi olduğu kararını vermişti ve o karar değişmedi.

Ekrem İmamoğlu dün t24 sitesinden Murat Sabuncu’ya bir mülakat verdi. Söyledikleri önemli…

Özellikle, zor ve dışarıdan bakıldığında umutsuz sayılabilecek şartlarda siyasete kesintisiz devam eden bir liderin penceresinden olup bitenleri yorumlamak tabiatıyla daha da önem arzediyor.

Önce mehşur Nobel Barış Ödülü kutlaması hakkında yaptığı paylaşımdan sonra yaşanan tartışmalara ne dediğine baktım. Ödülü, Venezuela muhalefet lideri Machado almış ve ardından ödülü ABD Başkanı Trump’a ithaf etmişti. Gayet tabii bu ithaf bütün dünyada olduğu gibi bizde de suratları ekşitmişti. İmamoğlu da ödülden dolayı bir kutlama mesajı yayınladığı için eleştirilerden payını aldı. Mülakatta bu süreci anlatıyor:

“Nobel Barış Ödülü’yle ilgili paylaşımım, bir kişiyi değil bir ilkeyi, demokrasiyi, özgürlüğü ve halk iradesini selamlayan bir dayanış̧ma mesajıdır. Norveç Nobel Komitesi, “diktatörlüklerin gölgesinde bile demokrasiye inananlara” ithaf etti bu ödülü. Ben de bu açıklamaya, bu evrensel demokrasi çağrısına yanıt verdim. Ne yazık ki bu tebrik yapılırken ne kendisinin Filistin ile alakalı fikirlerinden ne de ödülü ABD Başkanı’na ithaf etmesinden haberdardım. Gördüğümde büyük bir hayal kırıklığına da uğradım. Niyetim çok açık olmakla birlikte bu konuda incittiğim, üzdüğüm bir kardeşimiz bile varsa, bundan büyük bir üzüntü duyduğumu bu vesileyle ifade etmek isterim.”

Bir liderin hatasından dönmesi, olayı geçiştirmemesi ve özür dilemesi siyasette pek rastladığımız davranış değil. İsabetli bir açıklama…

Bir başka tartışma konusu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis resepsiyonunda, bir dönem altılı masada bulunan partilerin liderleriyle bir araya geldiği fotoğraf. CHP lideri Özgür Özel, Gelecek, DEVA ve Saadet’e yönelik eleştirilere karşı durmuştu. Benzer bir tavrı İmamoğlu da gösteriyor:

“Bu fotoğrafın olması değil, bugüne kadar bu buluşmaların olmaması büyük talihsizliktir… Yıllardır ülkeyi geren, muhaliflere hakaret ve tehditlerle saldıran kişi bizi bu hale getirdi…. Bu fotoğraf, kendini yalnız ve güçsüz hisseden bir iktidarın bugüne kadar hiç değer vermediği, yok saydığı, düşmanlaştırdığı, en kötü hakaretleri sarf ettiği muhalif siyasi partiler üzerinden meşruiyet arayışına mecbur kalma halidir… Sayın Davutoğlu’nu genel başkanlık yaptığı partiden ihraç eden, Sayın Babacan’a parti kurdu diye “ümmeti bölüyor” gibi ne dinimize ne de siyasi ahlaka sığan ifadeler sarf eden, DEM Partilileri yıllardır terörle suçlayan kişi bugün meşruiyet arama yolunda böyle bir fotoğrafa ihtiyaç duyuyorsa bu ancak iktidardakilerin çaresizliklerinin ifadesidir.”

Bu noktadan hareketle muhalefetin iktidara karşı siyaset tarzını ve kendi içinde mutabakat yaklaşımını da anlatıyor İmamoğlu:

“Bizim bahsettiğimiz dayanışma hattı, Türkiye’nin geleceğini düşünen bütün demokratların ortak bir mücadele yürüterek ülkemizi koruması meselesidir. Genel Başkanımız mitinglerde demokratlara çağrılar yapıyor. Neden? Çünkü millet egemenliğinin kurtuluşu tüm demokratların kendi iradesine sahip çıkmasından geçiyor. Şüphesi olanlar cezaevinde yattığımız günleri saysınlar.”

Bu noktada Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın içeride olmasına da kesin itirazı var:

“Sayın Demirtaş̧ ve Sayın Yüksekdağ dün de içeride olmamalıydı, bugün de. Her ikisi de siyasi faaliyetlerinden, yaptıkları konuşmalardan dolayı cezaevine konuldu. 2013’te başlayan çözüm süreci bitmeseydi cezaevine de konulmayacaklardı, hepimiz biliyoruz. 2013-2015 arasında suç sayılmayan fiiller 2015’ten sonra yasa, kanun değişmediği halde iktidar ve yargı tarafından suç sayılmaya başladığı için içeri atıldı. Şimdi madem yeni bir süreç başlayacak, daha ne demeye sayın Demirtaş’la sayın Yüksekdağ içeride tutulur ki?”

Ve Gazze…

İmamoğlu ateşkes anlaşmasından memnun ama… ‘Ama’sı şu: “Gazze’de iki yıl süren yıkımın, on binlerce sivilin ölümünün ardından bir ateşkesin ve barış anlaşmasının imzalanması, kuşkusuz insanlık adına umut verici bir gelişme. Ancak bazı temel zafiyetler göze çarpıyor. Öncelikle, uygulama, denetim ve yaptırım mekanizmaları açık biçimde tanımlanmadığı için bu anlaşmanın sahada ihlal edilme riski yüksek. Ne bağımsız bir izleme organı öngörülmüş ne de yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda devreye girecek yaptırımlar belirlenmiş.”

İmamoğlu’nun bir itirazı da CHP’nin ülkede yaşanan hukuksuz uygulamaları dünyaya anlatmasına yönelik eleştirilere: “Bizim dış müdahalelerden medet umduğumuzu iddia edenler, önce kendilerinin yurt dış̧ından “meşruiyet” arayışlarını ve başka ülkelere kapı arkasından verdikleri tavizleri açıklasınlar.”