"...Kürt olunca neden sorun oluyor?"

Çelik birçok konuda tabiri yerindeyse 'taşı gediğine koyan' türden değerlendirmeler yaparken Türkiye'nin bölgenin ağabeylik iddiasına rağmen Kürtlere farklı yaklaşımını eleştirdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) kurucularından eski Milli Eğitim ve Kültür, Turizm Bakanı Hüseyin Çelik, Rûdaw'a konuştu.

Ankara'daki ofisinde Rawîn Sterk'in sorularını cevaplayan Çelik; çözüm süreci, Kürtlere yönelik ayrımcılık, inkar, asimilasyon, Suriye, İran, Türkiye'deki siyaset tarzı, parti içi muhalefet, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin son süreçte takındığı tavır, PKK'nin silah bırakıp kendini feshetmesi ile DEM Parti'nin siyaset tarzına ilişkin birçok konuda ilginç açıklamalar yaptı.

Çelik'e göre Ortadoğu'da ciddi bir demokrasi ve insan hakları sorunu var. Liderler güçsüz olduklarında etraflarında ehliyet ve liyakat sahibi insanlara yer veriyorlar. Ancak güçlendiklerinde ehliyet ve liyakat sahibi herkesi uzaklaştırıyorlar. Bunların yerini ise liyakatsiz, inisiyatifsiz ve biat kültürü ile hareket eden kişiler alıyor.

Çelik birçok konuda tabiri yerindeyse 'taşı gediğine koyan' türden değerlendirmeler yaparken Türkiye'nin bölgenin ağabeylik iddiasına rağmen Kürtlere farklı yaklaşımını eleştirdi.

Eski bakan ve deneyimli siyasetçi, "Gürcü bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Ermenistan, Ermeniler bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Rus bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Kıbrıs Rumları olmuyor. Yunanistan bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Bulgaristan olunca bizim problem olmuyor. Kardeşim Kürt'ün bizim komşumuz olması niçin problem teşkil etsin?" diye sordu.

Önceki çözüm sürecinin başarıya ulaşmamasının nedenlerini anlatan Çelik, PKK'nin fesih kararını olumlu bulurken Kürt meselesinin örgütle özdeş tutulmasını ise eleştirdi. Çelik, "PKK meselesi eşittir, Kürt meselesi değildir. Bakın ben Kürdüm ama ben hiçbir zaman PKK'lı olmadım. DEM Partili de değilim. Abdullah Öcalan da benim liderim değil. Ama Kürt meselesinin bir tarafında bunlar var mı, var" diye konuştu.

AK Parti'nin fabrika ayarlarına geri gelmesi gerektiğini söyleyen Çelik, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ise etkisizleştirilmesine itiraz ediyor.

Prof. Dr. Hüseyin Çelik'e yöneltilen sorular ve verdiği cevaplar şöyle:

“Etkisiz ve yetkisiz mecliste etkisiz eleman olmak istemiyorum”

Siyasetçiler ya da bürokratlar genelde siyaset bittiğinde ya da bürokrasideki görevleri bittiğinde Ankara'dan memleketlerine dönerler. Siz Ankara'da yaşayan siyasetçilerdensiniz. Siyaseti tamamen bıraktınız mı yoksa yeniden bir şeyler olabilir mi?

Ben siyasete tövbekâr biri değilim. Ama ille de aktif siyaset yapmak için de can atmıyorum, kendimi paralamıyorum. Bu manada bir gayretim de yok açıkçası. Ama şartlar, yarın şartlar değişirse, bu olabilir. Kendimi bağlayacak bir söz söylemek istemiyorum. Dolayısıyla dediğim gibi ben zaten yazdıklarımla, söylediklerimle, konuştuklarımla, faaliyetlerimle siyasetin içindeyim. Ama eğer fiili, milletvekilliği vs. diye sorarsanız, mesela geçen dönem, neredeyse şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki (TBMM) partilerin büyük bir kısmından ısrarlı teklifler gelmesine rağmen, o zaman ben burada kesin bir dille reddettim. Sebebi şuydu, dedim ki ben bu etkisiz ve yetkisiz mecliste etkisiz bir eleman olmak istemiyorum. Maalesef TBMM tarihinin en etkisiz dönemini yaşıyor. Dolayısıyla ben de o mekanizmanın bir parçası şu anda olmak istemiyorum.

Meclis zayıflığı demokrasi sorunudur

Türkiye'deki demokrasi, özgürlükler, insan hakları vs. konusunda bahsettiğiniz TBMM'nin zayıflığı nelere yol açıyor?

Meclisin zayıflığı, millet iradesinin bu meseleleri ele almaması sonucunu doğruyor. Şimdi biliyorsunuz yürütme, yasama ve yargı demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Eğer yasama ve yargı yürütmenin elindeyse, onun tek elindeyse veya onun mutlak kontrolü altındaysa orada aslında gerçek bir demokrasiden falan söz etmek mümkün değil. Güçler ayrılığı prensibi demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Güçler ayrılığı prensibi yoksa adınız demokrasi olur, bu aptal bir adamın adının zeki olması gibidir, ona hiçbir şey katmaz.

Aktif siyasetteyken, AK Parti'deyken de aynı fikirde miydiniz? Bu fikirleri dile getiriyor muydunuz?

Her zaman aynı fikirdeydim. Bazılarının şöyle bence hesaba katmadığı bir şey var. Diyorlar ki, siz görevdeyken bugün söylediklerinizi niye söylemediniz? Ben görevdeyken söylediklerimi Bakanlar Kurulu'nda söylüyordum. MYK'da ve MKYK'da söylüyordum, ilgili bütün kurullarda ve ilgili muhataplarımla olan münasebetlerde bunu söylüyordum.

"Fabrika ayarları’na dönüş şartı”

Böyle bir çağrı, bu eleştirel tavrınıza rağmen gelir mi? Böyle bir teklifi siz kabul edip gider misiniz?

Altını çiziyorum söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı ile bir görüşmemde, 'eğer parti fabrika ayarlarına dönerse, elim değil kolum değil, gövdemi taşın altına koyarım' dedim. O da bana dedi ki, 'ne demek, hepiniz fabrika ayarlarından söz ediyorsunuz'. Dedim ki, 'fabrika ayarları AK Parti'nin programıdır. O programı yazan 10 kişiden biriyim ben. Onu ezbere bilen birisiyim. İddia ediyorum dünyanın en demokratik ve çoğulcu programlarından birisidir. O programdaki AK Parti olduğu zaman ben her zaman zevkle şevkle orada siyaset yaparım. Ama dediğim gibi programda çok güzel şeyler yazar. Ama siz tamamen farklı bir dünyada iseniz o zaman işin şekli değişir.

Liderler zayıfken etraflarında liyakat ve ehliyet sahibi insanlar olur”

Ne oldu da o en demokratik tüzükten buraya gelindi?

Zamanla her şey değişiyor. Ben daha önce çeşitli programlarda da söyledim. Türkiye'de liderlerin şöyle bir problemi var. Liderler zayıfken veya yeteri kadar güçlü değilken etraflarını liyakat ve ehliyet esasına göre güçlü insanlardan oluştururlar. Fakat ayakları yer tutup ipleri iyice ellerine aldıkları zaman, o güçlü insanların birer birer kafasını koparırlar, onun o liyakat ve ehliyet prensibi yerine mutlak sadakat ve biat prensibi gelir. Etraflarına daha fazla biat eden, kayıtsız şartsız dediklerini kabul eden, tarihimize de baktığımız zaman Sultan Abdülhamid'e bakıyorsun, geldiğinde çok güçlü adamlar onu iş başına getirmiş.

Fakat sonra bir bakıyorsunuz ki o güçlü adamların hepsinin kafası koparılmış, onların yerine çanak yalayıcı adamlar geliyor. Mustafa Kemal'e bakın, cumhuriyetin kuruluşundan önce, milli mücadele esnasında Rauf Orbay'dan Kazım Karabekir'e, Ali Fuat Cebesoy'dan Rafet Bele'ye, Ali Saip Sabit Paşa'dan Çerkez Ethem'e, Halide Edip Adıvar'dan Adnan Adıvar'a yüz tane adam sayın, hepsi halledilmiştir. Bizde de aşağı yukarı öyle bir süreç yaşandığı için dediğim gibi bu maalesef bizim coğrafyamızın sıkıntılarından birisidir. Bu AK Parti'ye mahsus da değil ayrıca.

"Güllerin deve dikeniyle yer değiştirmesi insanı üzer"

Biraz kırgın, küskün müsünüz? Ya da duygunuzu nasıl tarif edersiniz?

Şimdi siz bir bahçe inşa edersiniz. Orada güller vardır ama birileri gelir o gülleri deve dikenleriyle yer değiştirdiği zaman üzülürsünüz.

Dönelim biraz sizin Kürtlük hikayenize. Devlet kademelerinde bakanlığa gelmiş, üst mevkilerde yer almış bir insan olarak. Sizin Kürtlüğünüz bugüne kadar sizin başınıza neler getirdi?

Şimdi şöyle bakın, onun altını çizeyim. Ben bütün hayatı yatılı okullarda geçmiş birisiyim. İlkokuldu, ortaokuldu, öğretmen okuluydu. Ben yatılı okulda okudum. Sonra üniversite hayatı başladı. Üniversite yurtlarında kaldım. Sonra akademik çalışmalarım için sonraki yıllarda yurt dışına İngiltere'ye gittim. Evden kesin ayrıldığım zaman evden 7 yaşında diyelim ki ayrıldım. Eve döndüğüm zaman 33 yaşındaydım. Ben tabii annemden benim ilk öğrendiğim dil Kürtçedir. Ben 7 yaşında ilkokula başladığım zaman Türkçe bilmiyordum. Tek kelime Türkçe bilmiyordum. Ve sıfırdan başladım. Mesela diyelim ki benim arkadaşlarım matematik öğrenmeye çalışırken, çarpım tablosunu öğrenmeye çalışırken ben Türkçe öğrenmek zorundaydım. Ama ben hala annemle mesela Kürtçe konuşuyorum. Yani benim annem, mesele şudur, annemin en iyi anladığı dil odur. Annem rüyalarını hala Kürtçe görüyor. Annem namaza niyet ederken de Kürtçe niyet getiriyor. Dolayısıyla onunla, annem Türkçe biliyor mu? Biliyor. Ama benim annemin öğrendiği Türkçe, benim bildiğim Kürtçe kadardır. Dolayısıyla annemin meramını çok daha rahat ifade edebilmesi için, benim onunla Kürtçe konuşmamın daha insani olacağını düşündüğüm için, Kürtçe konuşuyorum. Zaman zaman hep derler. Efendim ne olmuş? Kardeşim işte Kürt milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı da oluyor. Bu klasik bir ifadedir ama Kürt, bir tek Kürt olamıyor.

“Hazreti Ali, ‘herkesin sevdiği adam münafıktır’ diyor”

Bütün bu hayatınız boyunca siyasetteyken, öncesinde, bakanlar kurulunda Kürt olduğunuzdan dolayı incindiğiniz ya da ötelendiğinizi hissettiğiniz oldu mu?

Yok. Ben ilk Doğru Yol Partisi'nde milletvekili oldum. Doğru Yol Partisi içerisinde çok farklı özelliklere sahip olan insanlar vardı. Parti içinde ülkücü kökenli Türkçü olanlar da liberal olanlar da vardı. Ama o çok seslilik, o çoğulculuk o merkez partilerinde zaten vardır. Dolayısıyla ben orada böyle herhangi bir muamele ile karşılaşmadım. Böyle bir incinmişliği de hatırlamıyorum. AK Parti içerisinde zaten böyle bir şey söz konusu değildi. Ben Kültür ve Turizm Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı iken özellikle Kemalist, ırkçı veya ırkçı çevrelerden benimle ilgili yazılanları toplarsanız 25 tane dosya çıkar. Yani bu manada beni eleştiren insanların da birçoğu olduğunu biliyorum. Ama benim altını çizmek istediğim şey şudur, yeryüzünde herkesin sevdiği bir adam yoktur. Hazreti Ali diyor ki, herkesin sevdiği adam münafıktır.

“Her dil Allah’ın bir ayetidir”

Bahsettiğiniz yatılı okul dönemleri aslında tam da asimilasyonun başladığı yaşlar, zamanlardan sonra Milli Eğitim Bakanı oldunuz. İçinizden ana dilde eğitimle ilgili ya da bu asimilasyon meselesinin durdurulmasıyla ilgili neler geçti, neler hissettiniz?

İçimden sadece geçmedi, biz bunu harekete de geçirdik. Şimdi bakın, bazı şeyleri adım adım, İngilizcede "step by step" diye bir şey var, bunu yaparsanız. Ben Milli Eğitim Bakanı olduğum zaman da Kültür Bakanı olduğum zaman da bir kere bu Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesiyle ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken maalesef temeller ırkçı bir bakış açısıyla atılmış. Tarih tezimiz de ırkçılık üzerine bina edilmiş, dil tezimiz de ırkçılık üzerine bina edilmiş. Ve dönemin yönetimi Şeyh Said isyanını bahane ederek ve Takrir-i Sükûn Kanunu'yla birlikte bütün itirazları yok etmiş. Demir yumruk da ülkeyi idare etmiş. Ciddi manada bir kültürel asimilasyon da başlamış. Yani asırlar boyunca birlikte kardeşçe yaşadığınız, aynı birçok savaşı, birçok felaketi birlikte atlattığınız, beraber gülüp beraber ağladığınız insanlarla ve sonra yine tercihinizi o bütünlük içerisinde kuruyorsun. Kürtler, milli mücadele esnasında da Türk kardeşleriyle birlikte mücadele etmeyi tercih eder. Birinci Dünya Savaşı'nda birlikte mücadele etmeyi tercih eder. Mesela Şerif Paşa gidip de Ermenilerle beraber Kürtler için bazı isteklerde bulununca Kürt kanaat önderlerinin büyük bir kısmı, 'hayır biz Türk kardeşlerimizle bin yıldan beri beraber yaşıyoruz, biz aynı dinin mensuplarıyız, kıblemiz aynıdır, biz beraber olacağız' dediler. Ama 1925'ten sonra, Takrir-i Sükûn Kanunu'ndan sonra, Şeyh Said isyanı bahane edilerek maalesef Kürtlerin varlığı inkar edildi. Sonra ciddi bir asimilasyon politikası başladı. İtiraz edenlere de karşı ciddi bir imha faaliyetine girişildi. Yani inkar, asimilasyon ve imha maalesef beraber gitti ve daha sonraki zamanları zaten hep beraber yaşadık. Bu açıdan bizde bu oldum olası Kürt meselesi Türkiye'nin kanayan yaralarından birisidir. Dün de böyleydi, bugün de bu devam ediyor ve bunun mutlak surette bir çözüme kavuşturulması lazım. Dediniz ya ana dil meselesi falan. Bununla ilgili kanunların çıkarılmasında, kursların başlamasında, seçmeli ana dilde seçmeli derslerin başlatılmasında. Bunlar, durup dururken yapılmıyor. Ben buradan kendim için bir kahramanlık hikayesi çıkarmıyorum. Ama bilenler bunun bizim nasıl bir çaba içerisinde olduğumuzu biliyor. Ben sadece Kürtlerle ilgili bu çaba içerisinde olmadım. Her dil Allah'ın bir ayetidir. Eğer onu inkar ederseniz, onu yok etmeye çalışırsanız siz Allah'ın bir ayetini yok etmiş olursunuz.

“Birinci çözüm sürecini, iki provokatör tavır engelledi”

Yeni çözüm sürecine geçmeden önce bir önceki çözüm süreci sizce neden bitti?

Hayırlı bir işin çok zararlı manileri olur. Şimdi devlet tarafında da PKK tarafında da bu işin olmaması için ciddi gayret gösterenler oldu. Ben size açık söyleyeyim. Orada birinci çözüm sürecinde iki şey vardı. Bir, parmaklar tetikten çekilecek. İki, Türkiye'deki bütün silahlı PKK'lı unsurlar Türkiye'yi terk edecekti. Doğru mu? Arkasından kanaat önderleriyle ve aklı eren insanlarla, etkili ve yetkili insanlarla oturulacaktı. Bu işin yasal boyutu varsa, yasal boyutu, anayasal boyutu varsa, anayasal boyutu, kültürel ayağı varsa, kültürel ayağı bunlar oturulup konuşularak hallolacaktı. Fakat parmaklar tetikten çekildi. Fakat PKK propaganda çadırları kurdu Doğu'nun her tarafına. Vergi daireleri kurdu. İnsanlardan daha fazla maalesef haraç toplamaya başladı. Yol kesmeye başladı, yol tutmaya başladı. Ondan sonra bazı ilçelere gidip yığınaklar yaptılar. Yani bu silahlı, PKK'lı unsurları Türkiye'nin dışına çıkarmak yerine gidip Sur'a yerleştirdiler. Cizre'ye yerleştirdiler. Silopi'ye, Şırnak'a ve Silvan'a yerleştirdiler. Devlet içerisinde de bugün olduğu gibi o gün de bu işin olmamasını isteyenler de vardı. Bu iki istek birleşince, bu iki provokatör tavır bir araya gelince o iş olmadı.

Mevcut çözüm sürecine olası engeller

Bugün de istemeyenler var mı?

Elbette var. Ben size önce PKK tarafından söyleyeyim. Ben açıkçası Abdullah Öcalan'ı kan dilden de bu manada çok daha istekli ve önde görüyorum. Dışarıdaki, Avrupa'daki, sürgündeki bazı insanlardan çok daha iyi bir noktada görüyorum. İsimlerini vermek istemiyorum ama mesela diyorum ki Brüksel'de oturan bu konudaki bir arkadaş 'bu bir tuzaktır' dedi. Kandil'dekiler 'önder aldatılıyor' dediler. Peki kardeşim bu kadar rahat aldanıyor ve aldatılıyorsa bu nasıl sizin önderiniz oluyor? Bu son derece komik bir şey. Dolayısıyla bugün de bunu sabote etmeye çalışan insanlar var. Bunlara mühim o pirim vermemek lazım. Bu süreci zehirleyecek bir dilden kaçınmak lazım. Şimdi Türkiye'de çocuğunu bu mücadele esnasında kaybetmiş şehit anneleri var. Gaziler var, gazi aileleri var. Şimdi onları incitmeyeceksiniz. Diğer taraftan çocuğu PKK'lı olup dağda öldürülen anneler, babalar var, kardeşler var, halalar, amcalar, teyzeler var. Eğer duygular aklın önüne çıkmazsa, akıl duygularının önüne çıkarsa Türkiye bu meseleyi halleder. Bu sefer halleder. Dolayısıyla bireysel farklılıklarımız kavga sebebi olmadığı gibi kitlesel farklılıklarımız da kavga sebebi olmamalıdır. Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şu günlerde diye adamlar herkese şunu diyorlar: Sen gel benim gibi ol. Tek tipleş.

Devlet Bahçeli'nin rolü ve değişim

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bunun iflasını mı gördü?

Devlet Bahçeli de bunu gördü. Herkes gördü. Böyle bir şey olamaz. Demokrasiler, 'veya'cı değildir. Ha bu düellocu bir mantık. Sen veya ben yaşayabiliriz. Sen ve ben. Sen ve ben veya şu kadar iki harften oluşan bir kelime. Hem sen hem ben diyelim. Ya sen ya ben demeyelim. Şimdi onun için bakın tekrar söylüyorum: Biz bin yıldan beri bir arada yaşıyoruz. Kardeşiz diyoruz değil mi? Kardeşiz demek lafla olmaz. Kardeşlik hukuku gerektirir. Kardeşlik hukuku yoksa kardeşiz demekle olmaz. Biz kardeşiz ama Habil'le Kabil gibi mi kardeş olacağız? Yusuf'la Bünyamin gibi mi kardeş olacağız? Musa ile Harun gibi mi kardeş olacağız? Bu önemli bir şeydir. Eğer biz kardeşsek kardeşlik hukukunun gereği şudur: Eşit anayasal vatandaşlık olacak.

Bu nedir? Anayasada milliyet tanımı mesela değişmeli mi?

Bunun bin tane şekli bulunabilir. Kimseye, bakın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşı olmak başka bir şeydir. Mesela "British" diye bir kavram var değil mi? İngiltere'de. Peki İskoçlar? İngiliz diyor mu? Demez. Peki Galleriler biz İngiliz diyor mu? Hiç demezler. İrlandalılar diyor mu? Ama hepsi "British"'tir. İradeniz varsa bunu yaparsınız. Ben bu süreçle ilgili olarak açık şunu söyleyeyim: Ben öyle romantik iyimserlerden değilim. Ben ihtiyatlı hatta bir parça kaygılı iyimserlerden değilim. Hayırlı bir işin çok dediğim gibi mânileri var. Bunu sabote etmek isteyen bizim devletimizin içerisinde de derinde güçler var. Devleti milimetrik ve hücrelerine kadar tanıyan birisi olarak bunu söylüyorum. Buranın en büyük şansı şu, çatışan taraflar PKK ve MHP çözümün tarafı olmak istiyorsa çok gönüllü ve hararetle ben orada ümit var oluyorum. Eğer hayallerimizi hatıralarımızın önüne geçiremezsek biz hiçbir başarıyı, hiçbir çözümü gerçekleştiremeyiz. Hatıralarımıza sığınırsak hepimizin çok acı hatıraları var. Şehit annelerin çok acı hatıraları var, gazilerin çok acı hatıraları var, silahlı kuvvetler mensuplarının, polis teşkilatının çok kötü hatıraları var. Ve PKK safında bulunanların da var. O zaman biz bunu, biz hayallerimizi konuşturalım. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulacak komisyonda da şöyle bir prensip en azından prensip konuşulmuş. Ona da sevindim. Geçmişi değil, geleceği konuşacağız demişler. Bu önemlidir bence.

Yüzleşme tartışması ve çözüm yaklaşımı

Yüzleşme olmadan da barışmanın eksik kalacağı diye bir tez var.

Siz eğer olumsuzluklarla başlarsanız adım atamazsınız. Şimdi eğer biz iyi bir iklim oluşturursak, onları da mesela 'Hakikatleri Araştırma Komisyonu' diyorlar, 'Yüzleşme Komisyonu' diyorlar, yakılan köylerle ilgili hesap diyorlar, bilmem ne diyorlar. Bunlara girerseniz ileriye bakamazsınız. İkinci bir şey daha söyleyeyim: PKK meselesi eşittir, Kürt meselesi değildir. Bakın ben Kürdüm ama ben hiçbir zaman PKK'lı olmadım. DEM Partili de değilim. Abdullah Öcalan da benim liderim değil. Ama Kürt meselesinin bir tarafında bunlar var mı? Elbette. Türkiye'de şimdi size soruyorum bir gazeteci olarak ne kadar Kürt var Türkiye'de?

30 milyon.

Peki 30 milyon varsa 20 milyon seçmen var demek.

Doğru

20 milyon seçmenin 4 milyon 800 bini DEM Parti'ye oy veriyorsa 5 milyon diyorsanız 15 milyon vermiyor demek. Nerede onlar? O zaman tekrar altını çiziyorum. Kürt meselesi eşittir. DEM Parti değildir. DEM Parti bu işin bir parçasıdır. İşin bir siyasi ayağıdır. Ha işin bir şu tarafını da ifade etmek isterim. Şimdi devletle bence devletle şu anda PKK ve DEM Parti'nin anlaşmadıkları konulardan birisi de Rojava meselesidir. Evet. Şimdi eğer Suriye meselesini bu işin nirengi noktası haline getirirsek, olmazsa olmazı haline getirirsek burada yol alamayız. Önce biz kendi evimizin içini temizleyelim. Türkiye'nin bu arada Rojava'ya karşı tavrının da doğru olmadığını söylüyorum ben her zaman. Siz eğer Ahmed eş-Şara ile yani Suriye Merkezi Yönetimi ile eğer Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında veya Rojava arasında veya oradaki bölgesel Kürt yönetimi arasında Türkiye eğer bir ağabeylik rolü üstlenecekse, bir hakem rolü üstlenecekse birine karşı aleni düşmanlığını ilan ederek, birine karşı aşkını ilan ederek o masada hakem olamaz. O açıdan şimdi orada Türkiye'nin rahatsız olduğu şeyler var mı? Var. Haklı olduğu noktalar var mı? Elbette var. Ama topyekûn bir düşmanlık doğru değil.

“Kürt kardeşler ve Türkiye'nin sorumluluğu…”

Ben şunu çok önemsiyorum. Eğer biz bin yıldan beri bu topraklarda kardeşçe yaşıyorsak, eğer Selahattin Eyyubi ile onlar da biz de övünüyorsak, şey diyelim ki Türklerle Kürtler birlikte övünüyorlarsa, iftihar ediyorsak, eğer İstanbul'u birlikte yaşayıp paylaşıyorsak, eğer Konya'yı birlikte yaşayıp, Antalya'yı birlikte orada yaşayıp paylaşıyorsak, Türk milletine ve Türk devletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine düşen bence tarihi bir görev vardır. O da Kürt kardeşlerini Amerika'nın ve İsrail'in merhametine terk etmemesidir. Şimdi Amerika Kürtlere el atıyor, doğru mu? Özellikle Rojava Kürtlerine? Evet. Peki İsrail el atıyor mu? Evet. Şimdi bakın eğer siz insanları çaresiz bırakırsanız, insanlar farklı çıkış noktaları arar. Mesela şeye de ben çok üzüldüm. Ha, İran'ın rejimi iğrenç bir rejimdir. İran'ın Kürtlere yaptığı zulmün haddi hesabı yoktur, bunu biliyorum. Ama İran'daki bazı Kürtlerin İsrail lehine açıklamalar yapıp, İran, Tahran bombalanırken bu açıklamaları yapmalarını da onlara yakıştırmadım. Ama İran Azerilere de asırlar boyunca zulmetmiştir, Kürtlere de asırlar boyunca zulmetmiştir. O da kültürel asimilasyon yapmıştır ve yapmaya devam ediyor. İran'ın tavrını kesinlikle doğru bulmuyorum. Şimdi bakın Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bölgesel Kürt yönetimi, Kuzey Irak'taki, Kuzey Irak Kürdistan'ın kurulmasında da Türkiye karşı çıkıyordu. Bir düşmanlık vardı ve hatta orada böyle bir yapının oluşmasını birçok bizim devlet etkili ve yetkili kişisi savaş sebebi olarak kabul ediyordu. Ne oldu kardeşim? Bak şimdi kuruldu. Şu anda Türkiye Irak'a yaptığı ihracatın yüzde 70 küsurunu Kuzey Irak üzerinden yapıyor. Erbil ile Türkiye'nin neredeyse hiçbir problemi yok. Kuzey Irak orada bizim müttefikimiz.

“Gürcü, Rus, Ermeni komşumuz olduğunda sorun olmuyor da niye Kürt olunca sorun oluyor?”

Gürcü bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Ermenistan, Ermeniler bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Rus bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Kıbrıs Rumları olmuyor. Yunanistan bizim komşumuz olunca problem olmuyor. Bulgaristan olunca bizim problem olmuyor. Kardeşim Kürt'ün bizim komşumuz olması niçin problem teşkil etsin? Rojava meselesinde biraz böyle bakmamız lazım. Bak sen şunun altını çizeyim. Bugün Suriye'deki Kürtlerin ve o kimliksiz olan Kürtlerin büyük bir kısmı cumhuriyet dönemindeki buradaki. Burada yediği dayaktan oraya kaçan insanlar. Kimse kendini aldatmasın. Dolayısıyla ordalar burada. Bakıyorsun şimdi Akçakale'ye gidiyorsun. Köyü ikiye bölmüşler. Bizim haritalarımız cetvelle çizildi. Hayata geçmedi ama sınırlarımız fiilen neredeyse ona göre çizildi. Bu açıdan biz eğer Kuzey Irak'taki özür dilerim Kuzey Suriye'deki Kürtlere de dost eli uzatırsak onlara şefkat gösterirsek onların içerisindeki arızalı adamları muhatap almayıp daha makulleriyle muhatap olursak ve bu Kuzey Irak'taki kardeşliği Kuzey Irak'taki iş birliğini orada da tesis edebiliriz. Dolayısıyla tekrar altını çiziyorum. Türk milletine bakın Türk milletine, asırlarca İslam dinine bayraktarlık yapmış olan Türk milletine ve Türk devletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve bugünkü hükümete yakışan kendi Kürt kardeşlerini Amerika'nın ve İsrail'in merhametine terk etmemesidir. Bir hamilik yapılacaksa, bir abilik yapılacaksa, bir korumacılık söz konusuysa bunu Türkiye'nin yapması lazım.

Bütün bu çözüm süreciyle birlikte bahsettiğimiz bu tablonun gerçekleşebilmesi çok ciddi bir toplumsal dönüşümü, değişimi, müesses nizamın tamamının sosyolojik, siyasal, kültürel tarafıyla yeniden inşa edilmesi anlamına da geliyor. Bugün bunun şartları mevcut mudur bunu başlatmak için?

Ülkedeki hukuk ve demokrasi eğer oksijenini çoğaltırsanız, spesifik olarak şunun da ya Çerkez'in de hakkı, Kürt'ün de hakkı, filanın da hakkı filanın hakkı da demenize gerek olmaz o zaman. Yani şimdi diyelim ki anayasa bir sözleşmedir değil mi? Etnik kökeni mesele yapmadığımız zaman, insanların mezhebini bir mesele yapmadığımız zaman, dinini mesele yapmadığımız zaman, hukuk zemininde bir vatandaşlık anlayışı getirdiğimiz zaman problem kalır mı sizce? Hepsi hokus pokus giderilmez. Toplum buna alışıncaya kadar bir süre geçer.

“Cumhurbaşkanı ve AK Parti meseleye ihtiyatlı yaklaşıyor”

Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu süreçteki dahli ve tavrını nasıl görüyorsunuz?

Açıkçası ben zaten başlangıçta Sayın Cumhurbaşkanı'nın böyle bir inisiyatif almayıp da Sayın Bahçeli'nin almasını yadırgadım. Bunu bazı televizyon programlarında eleştirdim. Ancak tekrar en fazla itiraz edenin açıklamasının bazı avantajları olabileceğini de hesaba katmamız lazım. Biraz önce söylediğimden dolayı. Sayın Cumhurbaşkanı daha ihtiyatlı yaklaşıyor meseleye. AK Parti MHP'den daha ihtiyatlı yaklaşıyor meseleye. Ama AK Parti'nin de günün sonunda bu meselenin çözümünde üzerine düşen katkıyı sunacağına inanıyorum.

Kürtlerin, özellikle Kürt seçmenin AK Parti'den biraz uzaklaştığı bir dönem var, bir süredir. Bunun MHP ile olan ittifakla ilgisi nedir acaba?

Çok ilgisi var. Sadece ilgisi de çok ilgisi var. Sadece bununla da ilgili değil. Ben daha önce de bunu defalarca programlarda da söyledim. AK Parti kurarken, AK Parti millet adına, devlet nezdinde siyaset yapmak üzere kurulan bir partiydi. Yani bunu ben bizzat kendi elimle programa yazdığım için. Millet adına, devlet nezdinde siyaset yapacaktı. AK Parti, milletin partisi olarak kuruldu. Ama partili cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte AK Parti devletleşti, devlet de AK Partileşti. Partinin devletleşmesi ve devletin partileşmesi korkunçtur ve sizi bitirir. Hangi parti devletin partisi olmuşsa günün sonunda kaybetmiştir. Onun için ben AK Parti'nin fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor derken milletin partisi olan AK Parti ve arızaları giderilmiş olan bir parlamenter sisteme dönen bir AK Parti, partili cumhurbaşkanı olmayan bir sistemi olması lazım.

“Hukuk ve demokrasinin olduğu yerde her etnik ve mezhep mensubu yaşar”

Yeni bir anayasanın da hazırlanacağı tartışılıyor. Sizce Kürtlerin yeni anayasada yer alması gereken başat hakları neler?

Anayasada da yasalarda da. Teker mesela diyorlar ki, kardeşim siz bunu söylerseniz Boşnaklar da devre girer, Arnavutlar da devre girer, şunlar da devre girer. Bir problem yok. İkisi arasındaki temel fark nedir biliyor musunuz? Zaman zaman bana şunu diyorlar. Kardeşim, Arnavutlar geldiler, bu toplumla entegre oldular. Boşnaklar geldiler, oldular. Gürcüler geldiler, oldular. Şunlar geldiler, Çerkez'in 12 tane kolu var. Onlar hepsi geldi. Abazlar'dan, Adige'den, İnguş'tan, Oset'ten, Ubyk'tan hepsi Türk toplumuna entegre oldu. Kürt'ten niye olmuyor diye itiraz ediyorlar. Kardeşim bakın. Bütün bu dediklerimiz mülteciydi. Ya 1828'deki Osmanlı-Rus savaşı ile geldi, ya Kırım savaşı ile geldi, ya 1877-1878'deki Osmanlı-Rus savaşı ile geldi, ya Birinci Dünya Savaşı ile geldi, ya mübadele ile geldi. Bunların hepsi Türkiye'ye gelirken, hatta Türkler Orta Asya'dan gelirken, Kürtler burada yerleşikti. Yani Kürtler bir başka yerden buraya gelmedi. Kürtler buradaki asli unsurlardan biriydi. Dolayısıyla asimile olmak zorunda değil. Gönüllü asimile değil, zoraki asimile de yapamıyorsun. Bunu gördünüz zaman içerisinde. Onun için eğer birisi asimile olmak istemiyorsa sen niye onu zorla asimile etmeye çalışıyorsun? Bakın biz gayrimüslimleri öteki ilan etmişiz. Kürtleri öteki ilan etmişiz. Alevileri öteki ilan etmişiz. Ve mütedeyyin insanlara öteki muamelesi yapmışız. Şimdi Alevilerle ilgili bizim çok yapmamız gereken şey var. Alevi vatandaşlar kendilerini öteki hissetmemesi lazım. Kürtlerle ilgili birçok adım atıldı. AK Parti hükümetine de haksızlık yapmamak lazım. Birçok adım atıldı. Ama daha atılması gereken birçok adım var. Dolayısıyla topyekûn bir demokratikleşme, tekrar söylüyorum hukuk devleti ve demokrasi. Aksi takdirde, ya biz cumhuriyetçiyiz falan kardeşim sevsinler sizin cumhuriyetinizi. Eğer cumhuriyetiniz demokratik bir cumhuriyet değilse, teokratik bir cumhuriyetse, totaliter otoriter bir cumhuriyetse, bürokratik bir cumhuriyetse veya sosyalist bir cumhuriyetse, kusura bakmayın adı cumhuriyet olmuş hiçbir şey ifade etmiyor. İster monarşi ister cumhuriyet. Eğer hukuk varsa, demokrasi varsa orada yaşanır.

“Aklımızı duygularımızın önüne geçirirsek her sorunu çözeriz”

Halihazırda ciddi de bir kamplaşma da var, özellikle CHP ile iktidar arasında. Hem bu sürtüşme hem bir seçim olasılığı, olasılıksızlığı, neler biter belli değil. Erken seçim olur mu? Bütün bunlar çözüm sürecini nasıl etkiler?

Bütün bunlar bahsettiğimiz bu çözüm sürecinin aleyhindedir. Şöyle tabii mesela şimdi anayasaya gelin yapalım dedikleri zaman ana muhalefet bu işe katılmadığı zaman biraz zordur bunu herkes biliyor. Onlar da diyorlar ki kardeşim mevcut anayasaya uyamıyorsunuz. Hangi anayasayı yapacağız sizinle diyorlar. Burada bir güven lazım. İşte bu tansiyon düşmeden, diyalog kapıları açılmadan, birbirimizi anlamaya çalışmadan, aklımızı duygularımızın önüne geçirmeden biz bize yakışan bir anayasa yapamayız. Bizim derdimiz anayasada ne yazıldığı değil. Biraz burası. Biraz kafaların değişmesi lazım. Tekrar söylüyorum duygular aklının önüne geçmemesi lazım. Akıl duygularının önüne geçmesi lazım. Bakın İttihatçıların en büyük problemi buydu biliyor musunuz? İttihatçılar vatan haini falan değildi. İttihatçılar duygularını, aklının önüne geçirdikleri için koca imparatorluğu batırdılar.

“DEM Parti’nin de kendini sorgulaması lazım”

Özellikle yeni başlayan çözüm süreciyle Kürt siyasal hareketi olarak kendini tanımlayan DEM Parti'nin politikasını ve siyasal tavrını ve duruşunu nasıl görüyorsunuz?

DEM Partili arkadaşları açıkçası gayretli görüyorum. Kendi çaplarında bir şeyler yapıyorlar. Ama böyle mi olması lazım? Tekrar biraz önce ben DEM Parti'ye Kürt partisi diyenleri çok onaylamıyorum. Siz mesela MHP'ye Türk partisi diyor musunuz? Demiyorsunuz. Niye? Türkçülük üzerine siyaset yapıyor. Kardeşim her parti, DEM Parti de MHP de Türkiye partisi olmak durumundadır. Ben o açıdan mesela Selahattin Demirtaş'ı daha çok takdir ettim. Selahattin Demirtaş zamanında yüzde 13'ün üzerine çıkan bir oy potansiyeline ulaştı. Son seçimde DEM Parti'nin aldığı oy yüzde 5'tir. Bu şu demektir, o zaman DEM Parti de kendini bir gözden geçirmesi gerekiyor. Yani AK Parti'ye daha önce oy veren Kürtler, Yeniden Refah Partisi'ne şuraya buraya CHP'ye kaçtılar. Tamam bu AK Parti'nin zaafı ve yanlışından kaynaklandı. Ama DEM Parti'nin de kendini sorgulaması lazım. Biz nerede yanlış yaptık demesi lazım. Herkes bu öz eleştiriyi yaparsa bence daha bir doğru zemin üzerinde yürür.

“Benim yolum DEM Parti’den geçmez”

Bu siyasal dönüşüm bir sonuca doğru gittiğinde herkes bir değişime tabi olacak gibi görünüyor. Bu durum gerçekleştiğinde örneğin DEM Parti'de siyaset yapmanın yolu sizin için açılır mı?

Ben tabii dediğim gibi her zaman demokratik sağda olan bir insanım. DEM Parti'nin tek problemi şu veya bu değil. DEM Parti'de de diğerlerinde de hakim olan anlayış PKK ve onun türevleri, siyasal uzantıları da Marksist, Leninist yani en hafifinden sosyalist bir yapı var. Bunlar bana terstir. Benim yolum oradan geçmez.

Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar.

rudaw

RÖPORTAJ Haberleri

"Bugün Müslümanlar İçin Ahlak Bir Bekâ Meselesidir."
“12 Gün Savaşı”nın Jeopolitik, Toplumsal, Askerî ve Diplomatik Etkisi
Zapsu: Ümitvarım, başarılırsa Türkiye durdurulamaz
"Askerî vesayetin kaldırılmasından sonra Türkiye’nin anayasal düzeninde denge denetim olamadı"
“Terörsüz Türkiye”: Barışın ve Gerçeğin İzinde – 2