Bir yıl önce MHP lideri Devlet Bahçeli’nin girişimiyle başlayan “Terörsüz Türkiye” sürecinde o kadar çok farklı şeyleri tartışıyoruz ki neredeyse esas hedefi unutacağız.
Aslında çok da karmaşık bir durum yok, 22 Ekim 2024’te Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrıda, “PKK kendini kendisini feshetsin, silahları bıraksın, ‘umut hakkı’ yasasını konuşalım” dediğinde sürecin şifrelerini de açıkça ortaya koymuştu.
O günden bu yana, Meclis komisyonunun toplantılarını ve İmralı’ya gidişini bir tarafa bırakırsak, henüz yasal anlamda atılmış somut bir adım yok. Düşünün ki İmralı heyeti bile utangaç bir şekilde gizlice Öcalan’a gidebildi…
Elbette kolay bir süreç değil, bütün dünya örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de de böylesine bir terör örgütünden kurtulmak için atılan adımların inişli-çıkışlı olması son derece doğal. Bu açıdan bakıldığında bütün bir halkın, terör belasından kurtulmak konusunda ittifak halinde olması çok büyük bir şans.
Ancak sürecin başarıyla sonuçlandırılabilmesi için, güçlü bir siyasi iradenin olması şart. MHP liderinin şu ana kadar dillendirdiği söylemler ve vaatleri ortada... Fakat iktidarın, gerçekten nasıl bir çözüm istediği konusunda henüz net bilgilere sahip değiliz.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hemen her konuşmasında, terörün bu topraklardan kazınacağı konusunda önemli mesajlar veriyor. Önceki günkü grup toplantısında yaptığı konuşmadaki şu ifadeleri çözüm konusundaki kararlılığını net bir şekilde ortaya koyuyor aslında. O ifadeler aynen şöyle: “2005 yılında Diyarbakır’da ‘Bu sorun benim de sorunumdur’ derken ortaya koyduğumuz cesaret neyse; 2013 yılında ‘Çözüm için baldıran zehri içmek gerekirse biz o baldıran zehrini de içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin, refah gelsin’ dediğimiz gündeki kararlılığımız neyse AK Parti olarak bugün de aynı iradeyi, aynı cesareti ve samimiyeti taşıyoruz. Allah’ın izniyle, aziz milletimizin de hayır duasıyla bu sefer başaracağız.”
Evet bu ifadeler önemli ama sürecin nasıl yürüyeceği konusunda hala belirsizlikler var. Buna İmralı’dan ve Kandil’den gelen açıklamaları da eklediğimizde, müthiş bir kafa karışıklığı ortaya çıkıyor.
Mesela, DEM Parti İmralı Heyeti, PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı son görüşmeye ilişkin yaptığı açıklamada, Öcalan iktidara açıkça şu çağrıyı yapıyor: “Özgün ve bütüncül hukuka dayalı bir barış yasasının hayata geçirilmesiyle, siyasi şiddet ve demokrasi dışı müdahale olgusu Türkiye gündeminden çıkacaktır.”
Aynı şekilde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat da Öcalan’a paralel bir açıklama yaparak “Af değil, demokratik siyaset ve özgürlük yasaları istiyoruz” diyor.
Bu süreç görünürde bir ‘pazarlık’ süreci değil elbette ama PKK’nın kendini feshedip, silahları bırakmasından ibaret de değil. Eğer İmralı ile birlikte bir süreç yürütüyorsanız, doğal olarak Öcalan’ın ve Kandil’in taleplerini de dikkate alacaksınız demektir.
Her ne kadar iktidar, meselenin taleplerle ilgili bölümünü dillendirmeye pek niyetli olmasa da gerek İmralı’nın gerekse Kandil’in talepleri son derece açık: Demokratik siyasetin önünü açacak ve Öcalan’ın durumunu iyileştirecek yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması… Ayrıca, Öcalan’a adada serbestlik sağlayacak formüller aranırken, sadece siyaseti savunan ve Kürt halkının gönlünde önemli bir yeri olan Selahattin Demirtaş’ın, AİHM’nin ‘hak ihlali’ kararına rağmen 9 yıldır cezaevinde tutulmasını hakkaniyetle izah etmek mümkün değil.
İşin özeti silahın ortadan kalkmasıyla birlikte, bazı demokratik adımların atılması ve yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Ama sürecin en dar koridoru da burası, zira iktidarın bazı endişeleri var. Özellikle atılacak yasal adımların nasıl toplumsal ve siyasal sonuçlar üreteceği konusunda önünü göremiyor. Bu yüzden de meseleyi zamana yayarak, muhtemel sonuçları görmeye çalışıyor.
Ama şu bir gerçek ki bu “Terörsüz Türkiye” girişiminden artık geriye dönüş yok. Ve giderek iktidarın seçenekleri azalıyor, dolayısıyla elini taşın altına koymadan, gizli-saklı adımlar atıyormuş gibi yaparak sürecin başarıya ulaşması asla mümkün değil.
Bu saatten sonra işi yokuşa sürmenin bir anlamı da yok ayrıca. İktidar bütün sorumluluğu üslenerek, terörden kurtulmanın kolay bir mesele olmadığını açıkça milletle paylaşmalıdır. Eğer çözüme gerçekten inanıyorsa millete dönüp, “Terör belasından kurtulmak için bazı yasal düzenlemeleri yapmak ve böylece barış ortamını temin etmek durumundayız” diyebilmelidir.
Aksi taktirde İmralı’ya gizlice gitme meselesinde olduğu gibi, bazı yasal adımları milletten habersizce atmaya çalışmak meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirir ki bu, tarihin önümüze getirdi en önemli fırsatı heba etmek olur…