Her şeyi bilen büyüklerimizin Suriye hakkındaki öngörüleri doğru çıktı.
1012 Eylül’ünde Emeviye Camii’nde namaz kılmak için paçalarımızı sıvamıştık. O zaman müyesser olmadı.
Aradan 12 sene geçti.
Suriye perişan oldu. Bir milyona yakın Suriyeli katledildi. Üç-dört milyon Suriyeli hudutlarımızdan içeri girdi. Biz de sınırımızın yakınında bir terör hattı teşekkül etmesin diye Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatlarını yaptık, terör hattını iki yerden böldük.
Derken bir gün HTŞ kuvvetleri harekete geçti. Kasım ayının sonunda başladılar, 12-13 gün içinde Şam’ı kontrol altına aldılar. (8 Aralık 2024)
Hafta geçmeden MİT Başkanımız İbrahim Kalın Şam’a gitti, hem HTŞ’nin lideri Ahmet el-Şara ile görüştü hem de Emeviye Camii’ndeki daha evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından nezredilen namazı kılmış oldu.
Böyle durumlarda öngörümüzün doğru çıktığını söyleyebiliyor muyuz?
Normal şartlarda söylemiyoruz.
Ama yeterince iyi terbiye edilmiş zihinler hadiseleri anlarken ya da anlatırken aradan geçen 13 yıllık süreyi ayıklayabilir. Memleketimiz böyle iyi terbiye edilmiş zihinlerle dolu. Bu yüzden ileride ‘biz dedik, oldu’ diyecekler çıkabilir.
Nezrin sakıt olması için sahibi tarafından bizzat ifa edilmesi gerekiyor.
Fakat Suriye henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret etmesine müsait hale gelmedi.
İsrail, Suriye hudutlarını kevgire çevirdi.
Golan’a iyice yerleşti. Ara sıra Şam’a bomba atıyor, Şam’da adam öldürüyor.
Süveyda’daki Dürzilerle yakından ilgileniyor.
Lazkiye taraflarındaki Nusayrilere de alaka gösteriyor.
Bir de kuzeyde, bizim hudutlarımızın yakınından başlayarak güneye doğru genişçe bir bölgeyi kontrolü altında tutan SDG var.
SDG iç savaş sırasında ABD tarafından muhatap kabul edilmiş bir örgüt. İsrail’in de SDG’ye sempatisi var.
İsrail tek parçalı bir Suriye istemiyor. Mümkün olduğu kadar yamalı olsun.
Bunu sağlamanın yolu SDG’yi müstakil bir kuvvet olarak muhafaza etmek.
SDG de İsrail’in sempatisine karşılık veriyor.
Suriye’nin geleceğinin tartışıldığı toplantılarda ‘adem-i merkeziyet’ tabirini ısrarla kullanıyor.
SDG’nin silah bırakmaktaki ya da Suriye’ye entegre olmaktaki isteksizliği bizi de yakından ilgilendiriyor.
Devlet büyüklerimiz sınırımızın yakınında özerk bir SDG varlığı istemediklerini söylüyorlar.
SDG’yi tedip için kuvvet mi kullanacağız?
Türkiye’de bunu ima eden cümleler zaman zaman kuruluyor.
Eğer böyle yaparsak İsrail’le veya ABD’yle karşı karşıya gelir miyiz?
İpin iyice inceldiği yerler buralar.
İsrail’e kızıyoruz. Haklıyız da. Soykırımcı, katil, zalim, bütün kelimeleri kullanıyoruz.
Kullanırken İsrail’in arkasındaki himayeci kuvvete, ABD’ye laf dokundurmamaya özen gösteriyoruz.
Biden hakkında konuşurken nispeten serbest hissediyorduk.
Trump’ı kolluyoruz, bir şey demiyoruz.
Her nedense Trump’ın ‘bizden’ olduğunu düşünüyoruz.
Trump’ın lafının üstüne laf koymamanın gayreti içindeyiz.
Trump’ın bazen çok rahatsız edici olabilen ani çıkışlarına maruz kalmamak için daha dikkatli davranıyor olabiliriz.
Önümüzdeki günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’la görüşecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Biden döneminde Beyaz Saray’a hiç gitmemişti. Perşembe günü 6 yıl aradan sonra ilk Beyaz Saray ziyaretini yapacak.
Trump buluşmanın içeriği konusunda bazı ipuçları verdi.
ABD’den yüklü miktarda Boeing uçakları alacağız. F 16’lar konusunda yürümekte olan bir alışverişimiz var, onları görüşeceğiz. Rafa kaldırılan F 35 anlaşmamızı hayata döndürüp döndüremeyeceğimizi anlamaya çalışacağız.
Trump böyle ticari işleri seviyor.
Peki hep Trump’ın sevdiği konuları mı konuşacağız?
Gazze’den, İsrail’in yaptığı soykırımdan hiç bahsetmeyecek miyiz?
ABD’nin İsrail’e desteğini hiç açmayacak mıyız?
Trump, Suriye devriminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında sitayişkar sözler söylemişti. “Erdoğan’ın Suriye’ye adamlarını göndererek iktidara el koydu” demişti.
Lafı oradan açıp cevabını merak ettiğimiz soruyu, SDG’yi Türkiye’nin istediği çizgiye zorlayıp zorlayamayacağımızı sorabilir miyiz?
Bunları öğrenmek için fazla beklememize gerek yok. Allah izin verirse perşembe günü geç vakitlerde belli olur.
İki şeyden biri olabilir.
Ya Trump yüklü bir ticari anlaşma yapar, ardından heyetimizi yolcu eder.
Ya da biz Ortadoğu’nun hayati meselelerini, Suriye’yi, Gazze’yi masaya koyar tartışır ve netice alırız.
Yapabilir miyiz bunu?
Eğer gerçekten oyun kurucu ülkeysek yaparız.