Gelecek nesiller bugünün dindarlarını nasıl hatırlayacak?

Mehmet Ocaktan

Özgür iradesiyle İslam’ı seçen herkes bilir ki bu dünya bir imtihan yeridir. Allah iyiyi, kötüyü tarif etmiş ve kendi irademizle seçeceğimiz eylemlerimizin sorumluluğunu bize yüklemiştir.

Dolayısıyla bu dünyada yapıp ettiklerimizin hesabı tamamen bize aittir. İyiyi tercih edersek iyi sonuçlar almayı, kötülüğü tercih edersek de kötü sonuçlar almayı hak edeceğiz demektir.

Ve Allah bütün insanlara en temel değer olarak ‘istikamet üzere’ olmayı, esasen fıtratımızda var olan, insan olmamızın özünü oluşturan ahlakı önermiştir.

İşin aslı şu ki yaşadığımız dünyada ilahi hitaba muhatap olan insanlar olarak hangi inanç grubuna, hangi ideolojiye ve de hangi kimlik aidiyetine mensup olursak olalım, dinin temel mesajı son derece açıktır. Ali Bardakoğlu Hoca’nın da ifade ettiği gibi, “Din açısından önemli olan adalettir, adaletin gerçekleşmesidir. Önemli olan haktır, hakikattir, doğrunun egemen olmasıdır, zulmün, haksızlığın olmamasıdır. Bunu kim sağlıyorsa İslam onu alkışlar, kim yapmıyorsa onun da karşısında olur.” (Yüzleşme, s.24)

 Peki dindarlar olarak nasıl bir dünya hayal ettik, şimdi nasıl bir sınavla karşı karşıyayız?

Yıllarca “İslam gelecek vahşet bitecek”“tek yol İslam” sloganları attık. Şimdi geriye dönüp bakınca kurduğumuz hayallerin, sadece bir ütopyadan ibaret olduğunu görüyoruz.

Dindarların iktidarı hakka-hukuka riayet eden, rüşvete, yolsuzluğa asla izin vermeyen, bireyin özgürlüğünü önemseyen, liyakati esas alan, kısacası adaletli bir yönetim olacaktı.

Hz. Ömer’in adaletiyle ilgili anlattığımız o masalları hatırlayan var mı acaba şimdi… Unutanlar için hatırlatalım: "Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer’den onu."

Bugün de aynı adalet masallarını coşkuyla anlatmaya, hakka-hukuka riayet etmemenin, kul hakkı yemenin büyük günahlardan olduğunu söylemeye devam ediyoruz ama artık hukuk ve adalet sizlere ömür…

Geçtiğimiz günlerde Sayıştay’ın kuruluş yıldönümünde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şu sözlerini bu çerçevede okumaya çalıştım: “Beytülmal’de tüyü bitmemiş yetimin, her bir kardeşimizin, 86 milyon vatandaşımızın tamamının hakkı ve payı vardır. Bizim inancımızda emanete sadakatsizlik, ihanetle eşdeğerdir. Bilhassa kamu malına el uzatmak, kul hakkına girmektir. Bu, büyük günahlardan biridir.”

Evet, gerçekten de bu sözleri her gün kendi kendimize tekrarlamaya ve bunları uygulamada hangi noktada olduğumuzu sorgulamaya çok ihtiyacımız var.

İtiraf edelim ki bugün itibariyle dindarlar olarak hiç iyi bir noktada değiliz ve son derece kötü bir sınav veriyoruz.

Çünkü, geçmiş dönemlerdeki hukuksuzlukları en sert şekilde eleştirip “hukukun üstünlüğü” hedefiyle yola çıkan dindarların iktidarı, yargının üzerine siyaset gölgesi düşürerek iyi-kötü işleyen mevcut hukuk sistemini bile zaafa uğratarak adalete olan güveni yerle bir etti.

Oysa dindarların iktidarı yine yola çıkarken demişti ki:

- Yargı gücünü kullananların görevlerini yasaların emrettiği doğrultuda tarafsız olarak kullanmaları kişi hak ve özgürlüklerinin en önemli teminatıdır.

- İnsanlığın ortak değeri olan temel hak ve özgürlükler, devlet idaresi altında onurlu bir hayat sürebilmenin ön şartıdır.

- Korkunun olmadığı bir barış toplumu haline getirmektir.

- Mevcut sistem yolsuzluğa açıktır ve siyaseti yozlaştırmaktadır.

Peki bugün ne durumdayız?

Maalesef hukuk sistemimiz iktidara engel olarak gördüğü muhalif siyasetçilere, belediye başkanlarına operasyon yapmayı bir gelenek haline getirmiş bulunuyor.

En temel hak ve özgürlüklerini kullanan gençleri, sivil toplum insanlarını gözaltına alıp tutukluyoruz, hapse atıyoruz.

İnsanların birbiriyle konuşurken bile endişeye kapıldığı bir korku toplumu olma yolunda hızla ilerliyoruz.

Yolsuzluklara ve yalana bile fetva üretir hale geldiğimiz için, ‘yolsuzluk algısı’nda dünya sıralamasında şampiyonluğa oynayan bir Türkiye’de yaşıyoruz…

Her ne kadar güç ve iktidar başımızı döndürdüğü için itiraf etmesi zor olsa da hakikat hükmünü mutlaka icra edecektir.

Bu yüzden korkarım, dindarların iktidar mevsimi sona erdiğinde, gelecek nesiller bugünleri hatırladığında bizi, bolca “Hz. Ömer adaleti” nutukları atıp hakka-hukuka riayet etmeyen, özgürlüklerin önüne barikatlar kuran, şeffaflığı, liyakati önemsemeyen, yolsuzluğu ve yalanı meşrulaştıran bir nesil olarak görecektir.