Yargı, siyaset ya da sıradan vakalarda bir yanlış karar, devamında telafi edilemez problemlere yol açıyor. O problemler taraftarlıklar ve karşıtlıklar oluşturuyor. Bu bölünme yeni bir gerilim ve bitmek tükenmek bilmeyen başka problemleri tetikliyor. Sonra o yanlışın ömrü tükenip telafisi gerektiğinde bu kez ilk adımı atmak yeniden tartışma başlatıyor. Haksızlığa uğrayanın çektiği eziyetle birlikte ülke, hiç hak etmediği eziyete mahkum oluyor.
Selahattin Demirtaş dosyası bunun bariz örneğidir. Tıpkı Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve aynı durumda hayatının en kıymetli yıllarını hapiste geçirenler gibi. Tıpkı, şu anda bir başka siyasi kararın mağduru olarak aylardır hapiste bulunan Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları gibi. Hepsi, toplumun inandırıcı bulmadığı iddialarla mahkum ya da tutuklu halde hak edilmemiş bir eziyet çekiyorlar. Dava dosyaları -ya da tutuklanma gerekçeleri- aklı mantığı isyan ettirecek senaryolarla dolu ve koskoca bir ülke onların başına gelenlere karşı çaresiz ve onuru kırılmış şekilde medet bekliyor.
Demirtaş’a o medet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden geldi. Geldi lakin, Demirtaş 9 yıl önce hapse gönderildiği dönemde AİHM’in iç hukuk üzerinde otoritesi varken, zaman içinde o otorite de eridi. Çünkü, böyle devasa yanlışları yapabilmenin yolu Anayasa Mahkemesi’ni de AİHM’i de dinlememekten geçiyor. Yıllar içinde Demirtaş, Kavala, Atalay ve Kahraman gibi isimler içeriden (AYM) ve dışarıdan (AİHM) kendileri hakkında verilen, ihlal ya da tahliye kararlarından yararlanamadılar. Çünkü mesele siyasiydi ve hukuki olanın önemi kalmamıştı.
Bugün Demirtaş’a tahliye yolunun açılması da AİHM’in kararından ziyade MHP Lideri Bahçeli’nin o kararı şerh edip, cesaretle tahliye tavsiyesinde bulunmasından kaynaklanıyor. Demirtaş’ın içeride olduğu ortamda çözüm sürecinden bahsetmek garip elbette. Yine de MHP Lideri’ni harekete geçiren şeyin çözüm süreci atmosferi veya başka bir gerekçe olması farketmez… Bahçeli o açıklamayı yapmamış olsa, bugün Ankara Kriterleri’ne uygun olarak, iktidar kanadından “AİHM bize ne karışır, bizim bağımsız yargımız var” sesleri yükselecekti. Esasen, hem Adalet Bakanı’nın hem de ardından Cumhurbaşkanı’nın topu yargıya atan sözleri de bir anlamda aynı çağrışımı yapıyor ama Demirtaş’ın tahliyesinde ok da yaydan çıktı artık. Bu saatten sonra hapiste tutulması kimseye izah edilemez.
Normal zamanlarda olsak ve mükemmel değil ama standart bir hukuk düzeni bile olsa AİHM kararından sonra Demirtaş’ın tahliyesi için ne bir yoruma ne de hamleye ihtiyaç duyulacaktı. Çünkü, böyle tartışmalar olmasın diye, anayasada uluslararası hukukun iç hukukun üzerinde olduğu açıkça yazılmıştır. Hem AYM’nin hem de AİHM’nin kararlarının yerel mahkemeler tarafından dahi tanınmaz hale gelmesi yüzünden, bu en basit hukuk probleminin çözümü bile ancak himmetle mümkün oluyor.
Çözülürse buna da şükür!.. Zira, geç gelen adalet bile adalet sayılıyor artık.
AİHM’in Demirtaş hakkında verdiği ve zaten uygulanması gereken karar, öyle ya da böyle uygulanırsa hukuk ve yargı sistemimiz hiç olmazsa uzun bir aradan sonra bir noktadan normale değmiş olacaktır. Bu tahliye tabiatı gereği diğer dosyalara da örnek olacak ve hapiste haksız yere yatanlara nefes aldıracaktır. Türkiye, hukuku kaybettiği için hukuksuzluğun ürettiği problemleri aşmak için uygun zemin bile bulamıyor. Tahliye olursa, birbirinden büyük problemleri olan, ekonomiden dış politikaya, eğitimden yargıya kadar sayısız krizlerle boğuşan ülkenin omuzundaki yüklerden hiç olmazsa birisi inmiş olacaktır. Bu bile az bir şey sayılmaz.