Filistin’i dışarıda bırakan BM Genel Kurulu

Ahmet Varol

ABD’nin Filistin Yönetimi’ni temsil edecek kişilerin vizelerini iptal etmesi sebebiyle, bu yılın en öncelikli gündem maddesinde, doğrudan mağdur edilen ve haksızlığa uğratılan Filistin tarafının temsil edilmesine imkan verilmeyen 80. BM Genel Kurulu resmi olarak başladı.

Bu şartlarda Filistin konusunda BM’nin kuruluş amaçlarına uygun bir tavır sergilemesinin imkanı olmadığını, zaten bu konuda siyonist işgal rejiminin tarafında duran ve ona tam destek veren ABD’nin talimatlarının geçerli olmasının BM’nin bağımsız ve tarafsız olamayacağını ortaya koyduğunu daha önce de dile getirmiştik.

Ancak Genel Kurul’un faaliyetlerinin resmen başlaması münasebetiyle bu konuyu farklı boyutlarıyla yeniden ele almakta yarar görüyoruz.  

Birleşmiş Milletler (BM), II. Dünya Savaşı’nın ardından uluslararası alanda barış ve güvenliği tesis etmek, uluslararası adaleti sağlamak ve halkların kendi kaderini tayin hakkını güvence altına almak amacıyla kurulduğu iddia edilen en kapsamlı bir uluslararası kurum olarak bilinmektedir. 

Ancak söz konusu kurumun kuruluşundan bu yana, Filistin meselesi, belirtilen ilkelerin pratiğe geçirilmesindeki en derin çelişkilerden birini ortaya koymaktadır. Bunun da en önemli sebebi bu kurumun milletlerin yani toplumların maslahatlarını değil hakim güçlerin çıkar hesaplarını önceleyen bir kurum olarak kurulmasına rağmen insanlığa farklı bir kimlikle sunulmasıdır. 

Özellikle Gazze’de süregelen yıkım ve uluslararası hukuk çevrelerince “soykırım” nitelemesiyle anılan saldırılar karşısında, Filistin’in BM Genel Kurulu’nda temsil edilmemesi, adaletin uygulanabilirliğini ciddi biçimde tartışmaya açmaktadır.

Filistin’in BM’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünde olması, Genel Kurul’da söz hakkı tanısa da karar alma süreçlerinde tam katılımını engellemektedir. Bu durum, Filistin halkının doğrudan maruz kaldığı saldırılar hakkında karar verilirken bile haklarını savunma hakkından mahrum bırakılmasına yol açmaktadır. Bir halkın iradesi olmadan alınan kararlar ise meşruiyetini kaybeder ve uluslararası toplumun vicdanındaki adalet beklentisi karşılanamaz.

Gazze’deki yıkımın boyutları, BM’nin kendi sözleşmelerinde yer alan “soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması” yükümlülüklerini gündeme getirmiştir. Ne var ki, Filistin’in temsil edilmediği bir Genel Kurul’da alınan kararlar, mağdur halkın hukuki ve siyasi taleplerini tam anlamıyla yansıtamaz. Bu durum, uluslararası hukukun temel prensiplerinden olan mağdurun adalete erişim hakkıyla da çelişmektedir.

Genel Kurul, teoride “uluslararası toplumun kolektif vicdanı” olarak tanımlansa da, Filistin’in yokluğu kararların gerçek temsiliyetini tartışmalı kılmaktadır. Bir yandan soykırım iddiaları güçlü şekilde gündeme taşınırken, öte yandan veto hakkına sahip Güvenlik Konseyi üyelerinin baskısı, Genel Kurul’un kararlarını sembolik düzeyde bırakmaktadır.

Bu bağlamda, Filistin’in temsil edilmediği bir Genel Kurul’un adalet uygulama kapasitesi, yalnızca siyasi dengelerle değil, aynı zamanda yapısal eşitsizliklerle sınırlıdır.

Adaletin sağlanmadığı bir uluslararası düzen, sadece Filistinliler için değil, küresel sistemin bütün halkları için tehlike teşkil eder. Filistin’in BM’de tam anlamıyla temsil edilmemesi, uluslararası hukukun seçici uygulanmasına örnek teşkil ederek küresel düzeyde adaletin güvenilirliğini zayıflatmaktadır. Bu zayıflık, yeni çatışmaların ve uluslararası düzen karşıtı eğilimlerin de zeminini güçlendirmektedir.

Filistin’in temsil edilmediği bir BM Genel Kurulu’nun Filistin’deki soykırım karşısında adalet uygulayabilmesi mümkün değildir; çünkü adaletin en temel şartı, mağdurun söz hakkına sahip olmasıdır. Uluslararası toplumun gerçek bir barış ve adalet düzeni inşa edebilmesi, Filistin’in BM’de tam üye olarak kabul edilmesine, karar alma süreçlerine etkin şekilde katılmasına ve kendi geleceğini tayin etmesine bağlıdır. Aksi takdirde BM, kendi kuruluş amaçlarının gölgesinde sembolik kararlar üreten bir kurum olmaya devam edecektir.