Enformasyon savaşını basite almamalıyız

Ahmet Varol

En başta, Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh şehrinde sürdürülen görüşmelerde sağlanan ateşkes anlaşmasının tüm Filistin halkı için hayırlı olmasını Yüce Allah’tan diliyorum. Bu anlaşma, Filistin direnişinin sahadaki kararlı duruşunu siyasi ve diplomatik alanda da sürdürmesi neticesinde sağlanmıştır ve kesinlikle bir teslimiyet değildir. Küresel emperyalizmin tam desteğine rağmen direniş engelini aşamayan işgalci katiller karşısında bir yönüyle zaferdir

Ancak biz, bu haftaki yazılarımızda Aksa Tufanı’nın yıldönümü münasebetiyle bu konudaki tespit ve değerlendirmelerimizi aktarmaya devam etmek istediğimizden ateşkes anlaşmasının muhtevasıyla ilgili değerlendirmelerimize inşallah gelecek haftaki yazılarımızda yer vermeyi planlıyoruz. 

Bu arada Özel FM’de, bir aksaklık olmazsa bugün (Cuma) 16.30’da yayınlanacak Dünya Döndükçe programında inşallah ateşkesle ilgili bazı tespit ve değerlendirmelerimiz olacak. Arzu edenler buradan dinleyebilir. 

Aynı zamanda her hafta Cuma günü aynı saatte yayınlanan bu programımızda bazı konuları biraz daha kapsamlı ele alma imkanımız olduğundan, radyo dinlemeye vakti ve ilgisi olanların bu programımızı takip etmelerini öneririz. 

Bu notlardan sonra Aksa Tufanı’yla ilgili değerlendirmelerimize devam edelim.

Ne yazık ki Aksa Tufanı’yla birlikte başlayan süreçte, Müslüman toplumlar da dahil olmak üzere dünya genelinde kitleler ve sivil toplum kuruluşları, siyonist işgal rejiminin özellikle olayların başlangıç döneminde yürüttüğü yoğun ve etkili enformasyon savaşının büyük ölçüde etkisinde kaldı. Bu etki aynı zamanda siyonist işgal rejiminin ve onun arkasında duran küresel emperyalizmin, bütün insani, ahlaki ve hukuki değerleri ayaklar altına alarak korkunç bir katliam yapabilmek için önünü açık görmesine fırsat verdi. 

Bunun sebebi, hadiseler hakkında ve ilişkili yorumlarda Filistin direnişinin değil işgalci siyonistlerin anlatısının esas alınmasıydı. Filistin direnişine yöneltilen eleştirilerde de hep bu anlatıdan yola çıkıldı. Ne yazık ki işgalci katillerin anlatısını peşin doğru kabul eden yaklaşımlar ve eleştiriler de onların saldırgan ve katı tutumlarında kendilerini rahat hissetmeleri konusunda bir dayanak oluşturdu. Sonrasında sivil toplumun bu yanılgıdan dönmesi ise durumun düzeltilmesi ve siyonistleri saldırgan tutumlarından vazgeçmeye zorlamak için yeterli bir güç ortaya koyamadı. 

Bu itibarla, Aksa Tufanı’yla ilgili olarak Filistin direnişini eleştiren ya da mahkum edenlerin önce kendilerini sorgulamaları gerekir. Eleştiri ve suçlamalarında kimin söylemini ve iddiasını esas aldığına bakmalı; enformasyon savaşında atılan mermilere hedef olmanın sebep olduğu “zihinsel yaralanmalar”ın ne gibi olumsuz sonuçlar doğurduğunu artık görmeli ve hadiseler hakkında doğru söylemlere yönelme konusunda kendini düzeltmenin gerekliliğini farketmelidir.

Filistin gerçeği konusunda Filistin halkının ve direnişinin söylemi siyonist işgalcilerin söyleminden birçok yönden daha güçlü ve güvenilirdir. 

Birinci olarak, Filistin halkı ezilen ve mağdur edilen taraf olduğu için doğrular zaten bu halkın tutum ve söylemini destekliyor. Dolayısıyla bu konuda doğruların bilinmesi ve yaygınlaşması onun işini görüyor; yalana ihtiyacı yok. Ama işgalci siyonistlerin durumu tam tersi olduğundan onların yalana ihtiyacı var. Bu, olayın reel boyutunu oluşturmaktadır.

İkinci olarak, Filistin halkının ve direnişinin insani ve ahlakî konularda, işgalci siyonistlerle kıyaslanamayacak derecede daha duyarlı ve dikkatli olduğu çok açık ve kesindir. Bu itibarla Filistin direnişinin kitleleri yanıltmaktan çekinmesi beklenebilir. Ama siyonist katillerden bunu beklemek boşunadır. Bu da olayın ahlâkî boyutunu oluşturmaktadır. 

Üçüncü olarak, şimdiye kadar siyonist işgalcilerin enformasyon savaşında piyasaya sürdüğü bilgilerin çoğunun asılsız veya çarpık çıkması onların söylem ve iddialarının esas alınmasının ne kadar yanıltıcı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu da, olayın tecrübi boyutunu oluşturur.