Bugünlerde Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden birinin Libya Genelkurmay Başkanı ile ekibinin ölümüne neden olan uçak kazası olduğu biliniyor. Türkiye’nin Libya’yla ilişkilerini geliştirmesinden rahatsız olan birçok ülkenin bulunması ve olayın son dönemde siyonist işgal rejimi, Kıbrıs’taki Rum yönetimi ve Yunanistan arasında ilişkilerin güçlendirilmesi için gerçekleştirilen buluşmaların hemen ardından vuku bulması, “sabotaj” ihtimaliyle ilgili yorumların da gündeme getirilmesinin arka planını oluşturuyor.
Olay hakkında kesin bilgi ve delillere ulaşmadan kesin hüküm verme imkanımız olmasa da bazı gelişmelerin “şüphenin” gerekçesi olarak değerlendirilmesi bu tür olaylarla ilgili yorumlar açısından tabii bir durum sayılmaktadır. Biz olayla ilgili kesin hüküm verme işini resmi makamlara bırakarak yakın geçmişte bazı şüpheli uçak kazalarıyla ilgili değerlendirmelere temas ederek, stratejik amaçlı “sabotaj” olması ihtimalinden şüphelenilen uçak düşmesi olayları hakkında biraz fikir vermekle yetineceğiz
Son yıllarda yaşanan bazı büyük uçak kazalarının ardından, olayların teknik boyutu henüz netleşmeden çok hızlı şekilde “terör”, “misilleme” veya “sabotaj” gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılması dikkat çekti.
Bu durumun ilk çarpıcı örneklerinden biri, Afganistan’da “dağa çarptı” denilerek geçiştirilen olaydı. Kısa süre sonra Malezya Havayolları’na ait bir yolcu uçağının gizemli biçimde kaybolmasıyla derinleşti. Uçağın akıbeti hâlâ kesin biçimde aydınlatılamamışken, kısa süre sonra aynı şirketin bir başka uçağı Ukrayna hava sahasında düştü. Bu kazada, Rusya destekli işgal güçlerinin attığı bir füzenin rolü olduğu iddiaları zamanla güçlendi. Ancak olay, ilk günden itibaren “kaza mı, saldırı mı?” ikilemiyle tartışıldı ve somut bulgulara henüz ulaşılmış değil.
Benzer bir hadise 30 Ekim 2015’te Mısır’ın Şarmüşşeyh kentinden kalkan Rus Metrojet uçağının Sina Yarımadası üzerinde 31 bin feet irtifada radar ekranlarından kaybolup yere çakılmasıyla vuku buldu. Uçağın dakikada yaklaşık 6 bin feet gibi olağan dışı bir hızla alçaldığı, 224 kişinin hayatını kaybettiği bu olayın hemen ardından, Sina’daki bir örgüt uçağı düşürdüğünü iddia etti. Ancak gerilla gruplarının elindeki silahların bu irtifadaki bir yolcu uçağını vurabilecek kapasiteye sahip olmadığı biliniyor. Bu yüksekliği vurabilecek füzelerin, Mısır’ın askerî radar ve hava savunma sistemleri tarafından tespit edilmemesi ise teknik olarak neredeyse imkânsız. Buna rağmen dosya hızla “IŞİD saldırısı” başlığı altına kapatıldı; böylece hem Mısır cuntasının güvenlik zafiyeti, hem Rusya’nın Suriye’deki askerî faaliyetleri, hem de uçak üreticilerinin ve şirketlerin olası ihmalleri tartışma dışı bırakıldı.
2016’da Paris–Kahire seferini yapan EgyptAir uçağının Yunanistan’ın Kerpe Adası yakınlarında ani ve keskin manevralar yaptıktan sonra Akdeniz’e düşmesi üzerinde de “terör saldırısı” ihtimali yoğun bir şekilde işlendi ama bu, bir yandan da hadisenin stratejik boyutuyla ilgili şüphelerin gölgede kalmasına yol açtı.
Bütün bu olayların birer sabotaj veya terör saldırısı olması ihtimaliyle ilgili yorumlar genellikle yüzeysel tartışmalarla kapatıldı.
Geçmişte Rus, Malezya ve Mısır uçaklarında görüldüğü üzere, “terör” kavramı giderek her kazayı açıklayan sihirli bir anahtar olarak kullanıldı. Bu sayede emperyalist güçlerin, yerel rejimlerin ve küresel havacılık sektörünün sorumlulukları perde arkasına itilirken, kamuoyu da gerçek nedenlere değil, sunulan hazır şablonlara odaklanmaktadır.
Türkiye’deki Libya askeri heyeti faciasının da sağlıklı biçimde anlaşılabilmesi için, önceki kazalarda yapılan hatalardan ders çıkarılması gerekmektedir. Sabotaj olması ihtimaliyle ilgili tartışmaların da asıl sorumluları gizleyerek dikkatlerin farklı hedeflere yöneltilmesinin yöntemi olarak kullanılmasına fırsat verilmemesi gerekir. O yüzden olay hakkında nihai kararı vermek için olayın yeterince aydınlatılmasına fırsat tanımak iyi olacaktır.