Allah’ın yaratıcı vasfını, Nübuvveti ve Ahiret’i inkâr edip zaman ve maddenin ezeli olduğunu iddia eden kimselere dehri denir. Bu düşüncede olanlara göre herşey biteviye süren tabiat yasalarından ibarettir. Bu akıma mensup olanlara Dehriyyûn denir. Ana hatları itibariyle materyalistler ve eğer evrenin ezeliliğine inanıyorlarsa deistler de bu kapsam içinde ele alınabilir. Bir deist yüce Allah’ı yaratıcı kabul etse bile, O’nun insanla konuştuğuna, yol göstermek üzere elçi (Resul-Nebi) gönderdiğine inanmaz, vahyi peygamberin söz ve düşünceleri sayarlar.
Gazali, dehrileri “filozoflar/ilahiyatçılar, tabiatçılar ve dehriler” olmak üzere üç gruba ayırmıştı. Dehriler, varlık aleminin yaratılmayıp ezeli olduğunu iddia ederler, dolayısıyla evreni bir Yöneten (el Müdebbir), her şeye gücü yeten (el Kadir) bir Yaratıcının (el Halık) varlığını inkâr ediyorlar. Belli özellikleri göz önüne alındığında ateistleri de tereddütsüz bu kapsama almak mümkün. Söz konusu tasnifte ve tasnifte yer alanlara dair verdiği hükümde Gazalinin, aşırıya gittiğini söyleyebiliriz, zira her ne kadar Aristo’nun etkisinde evrenin ezeli olduğuna ilişkin bir düşünceye sahip olmuşlarsa da, Allah’ın birliğine, Nübuvvete ve Ahiret Gününe inanmış olmaları ve bu inancı ikrar etmiş olmaları dolayısıyla, “evrenin kıdemi” meselesini yoruma (tevil) açık felsefi mutalaa konusu ele almak mümkün olduğundan, “te’vilde küfür yoktur” fehvasınca Meşşaileri tekfir etmek mümkün olmaz.
“Dediler ki: “(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızda (olup bitenden, vuku bulan olgulardan) başkası değildir, ölürüz ve yaşarız; bizi “kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helâke) uğratmıyor.” Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur, yalnızca zannediyorlar.” (45/Casiye, 24.)
Mekkeli müşrikler ölümden sonra dirilişe, ahiret hayatına inanmıyorlardı. Onların kanaatine göre her şey bu dünyada başlar ve bu dünyada biterdi. İnsanlar ölür ve yaşar, ölümden ötesi yoktur.
Ölümün hayattan önce zikredilmesinin sebebini çeşitli şekillerde açıklamak mümkün. Kimine göre insan babasının sulbünde ölü bir hücre idi, zigotun teşekkülü ile cenin oldu, annesinin doğurmasıyla da hayat buldu. Bütün mesele bundan ibarettir. Diğer bir görüşe göre müşrikler insanların bazılarının erken öldüğüne, bazılarının uzun yaşadıklarına bakarak bu sözü söylemişlerdir. Şu veya bu, onlara göre insanı helâk eden “dehr (sonsuz zaman)” denen şeydir ki buna asır, eyyam veya sonsuz-belirsiz zaman da denmiştir. Mekkelilerin kolektif hafızasında dehrin yıkıcı, baskıcı, yok edici, esrarengiz bir çağrışımı vardı. (6/En’am, 29.) Onlara eğer Allah müdahil ise sadece doğum ve ölümde dahli vardı. Doğum ile ölüm arasındaki hayatın ne olduğunu tam olarak kendilerinin de teşhis edemedikleri dehr’in elinde olduğunu düşünüyorlardı. “Felek, şans, talih, baht” gibi kelimeleri de bununla ilişkilendirirlerdi ki bu kelimeler popüler kültürde hala etkisini sürdürmektedir.
Yüce Allah dehr’le ilgili materyalistlerin, inançsız tabiat filozofları veya bilim insanlarının bu inanç ve kanaatlerin herhangi bir bilgi temeline dayanmadığına işaret ediyor. Konuyla ilgili sahip olunan bilgilerin tamamı zandan ibarettir, teorik kurgular, zihinsel spekülasyona dayanan tasarımlardır. İnsanlar, tabiatlarından kaynaklanan acizlikleri dolayısıyla anlamlandırmakta, açıklamakta güçlük çektikleri konularda birtakım yakıştırmalarda, tahmin ve akıl yürütmelerde bulunuyorlar. Kur’an’ın Allah’tan bir vahiy olduğuna inanan mü’minlere göre bize bu konuda doğru bilgi verecek kaynak vardır, bu da Kur’an-ı Kerim’dir. Hz. Peygamber (s.a.)’den rivayet edilen bir hadiste yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İnsan dehre (zamana) söverek beni üzer. Zamanı yaratan benim. Her şey benim elimdedir. Geceyi gündüzü ben idare ederim.” (Buhari, Tevhid, 35; Müslim, Elfaz, 1.) Halk kültüründe, bariz şeklide Arabesk müzikte bu terimler, suçlamalar, yakınmalar çokça kullanılmaktadır: Felek gözün kör olsun, kör talih, herkese güldün felek, bize gelince karpuz kelek, kambur felek vs.
Gerçek şu ki iyi veya kötü olay ve olguların cereyanında felek, talih, şans gibi bilinemez faktörlerin payları yoktur. Olup biten her olay ve olguda sebebi kendi içinde saklı bir hikmet mevcuttur, varlık aleminin bir hikmete mebni sebebi ve amacı olduğu gibi bizim içinde özne veya nesne sıfatıyla rol aldığımız olaylarda da bin hikmet ve sebep vardır, bizden istenen Sırat-ı müstakimden ayrılmadan hayatı yaşamak, başarıyla tamamlamaktadır.
İnsan doğar, yaşar ve ölür. Ölümden sonra diriliş vardır, ahiret hayatı başlayacaktır. Hz. Peygamber (s.a.) bu hakikati Mekkeli materyalistlere tebliğ ettiğinde, ondan ölmüş atalarının diriltilmesi talebinde bulunuyorlardı. Bu saçma bir taleptir, pek de kuvvetli bir hüccete dayanmaz, çünkü ölen ancak kıyametten sonra diriltilecektir (44/Duhan, 34-36). İnsanlar dirilecek, kıyamet günü bir araya getirilip toplanacak. Allah onları nasıl yaratmışsa öyle diriltecek, fakat insanların çoğu bunu bilmiyor. (2/Bakara, 28.)