Bütün tuşlara basınca…

Ahmet Taşgetiren

Şöyle bir soruyla girelim:

-Acaba Ak Parti liderliği, 2019’da 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun 13 bin oy farkıyla kazandığı seçimi iptal ettirip, ülke yeniden seçime götürülünce sonucun değişeceğine gerçekten inandı mı?

İkinci bir soru da şu:

-Acaba Binali Yıldırım’ın kampanyasına canıyla – başıyla katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Haziran’dan hemen üç – beş gün önce, (18 Haziran’da) “Bizim lügatimizde boş konuşmanın, hele hele yalan ve iftiranın asla yeri yoktur, olmayacaktır” dedikten sonra “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz Binali Yıldırım mı diyeceğiz?” deyince insanların buna hemen inanacağını, dolayısıyla 31 Mart’ta Binali Yıldırım’a oy vermeyenlerin bu defa vereceklerini mi düşünmüştür?

Sisi malum o seçimde sayın Cumhurbaşkanı ve Ak Parti liderinin Ekrem İmamoğlu için yakıştırdığı sıfattı.
Yine malum, olmadı. 23 Haziran’da yenilenen seçimi, bu defa 806 bin oy farkıyla kaybetti Erdoğan’ın adayı Binali Yıldırım.

 Galiba o günlerde iktidar iradesi, seçim iptalini de, rakip adayı “İslam dünyasının en kötüsü”ne benzetmenin de kendisine seçim kazandıracağını hesaplamıştı. Olmadı. Sonra sonra, malum, “İslam dünyasının en kötüsü”, el sıkışılabilir, hatta kucaklanabilir, ülkede misafir edilebilir oldu.

İktidar cenahının bu “Ekrem İmamoğlu işi” devam ediyor. Adam, Cumhurbaşkanlığında da favori görülünce, Sisi’ye benzetilmeye rahmet okutacak bir muamelenin içine sürüklenmiş durumda. Acaba bugün İmamoğlu’nu Mursi’ye benzetmek daha doğru olmaz mı?

Yolsuzluk, rüşvet, irtikab, suç örgütü liderliği falan geçildi, artık casusluktan yargılanıyor. Hakkında bilmem kaç yüz yıllık hapis cezası isteniyor.

Acaba ne oluyor? Niye yolsuzluk, suç örgütü liderliği vs yetmiyor da buna bir de casusluk ekleniyor?
Acaba mesela bu suçlamanın dava dosyasına gireceğinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberi olmuş mudur? Bu suçlamanın davaya inandırıcılığı nasıl etkileyeceğine dair bir kanaat bildirimine ihtiyaç duyulmuş mudur? Ya da ne bileyim ben, oradan “Yahu siz çıldırdınız mı, böyle bir iddia ile diğer tüm suçlamaların da çöp sepetine atılacağı hiç aklınıza gelmiyor mu?” diye bir uyarıda bulunma ihtiyacı doğmamış mıdır?

Ama olan oldu ve casusluk suçlaması da dosyaya girdi. İngiliz casusu diye nitelenen Hüseyin Gün isimli şahıs da “İmamoğlu Suç Örgütü”nün paydaşı haline getirildi.

Ak Parti’nin siyasi iletişimde yararlandığı kişiler var. Onlara sorulmuş mudur mesela bu davanın sayın Cumhurbaşkanına ne kazandırdığı ya da neyi kaybettirdiği sorusu?

Bir başka iletişimci, İmamoğlu’na hem 2019’da hem 2024’te seçim kazandıran kampanyaların iletişimcisi, şimdilerde, önce İmamoğlu suç örgütü paydaşı suçlaması ile tutuklanan, ardından da casusluk dosyasına eklenen isim, Necati Özkan, değerlendirmiş olan biteni. Özellikle de “casusluk” olayını…

“Bu temelsiz iddiada bulunanlar bilsinler ki yaptıklarıyla Ekrem İmamoğlu ve İBB davalarına ilişkin algıyı zannedilenin tersine çürüttüler ve bence tarihin akışını hızlandıracak bir etki yarattılar. Aynen 2019 seçimlerinin iptal edilme sürecinde olduğu gibi, iktidar bileşenleri bir kez daha, tüm tuşlara aynı anda basarak, kendi hatalarından asla ders almadıklarını ortaya koydu. Yaşayarak göreceğiz, bu büyük millet eninde sonunda gerçeği görecek ve tüm bu mağduriyetleri demokratik siyasetle çözecek.”

Necati Özkan, aslında cezaevinden bir iletişimci olarak uyarıda bulunuyor iktidar cenahına, “Hatalarınızı tekrar ediyorsunuz yapmayın, milleti yanlış okumayın” diyor bir bakıma.

Necati Özkan buna benzer çok sayıda değerlendirme yapmış, t24’ten Cansu Çamlıbel’in sorularına yazılı cevap verirken… 25 asrı bulan cezaları “patron çıldırdı” özdeyişine benzetiyor, bütün tuşlara basmayı “Artık hakikatin hiçbir önemi yoktur” anlayışına gelindiğinin tavrı olarak niteliyor. Casusluk iddiası bir “yedekleme” ona göre… Birinden tutturulamazsa diğerinden içerde tutulsun. Taa ki, mesela 2028 seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun aday olma ihtimali devreden çıksın…

Necati Özkan, olan biteni bir “Devlet krizi” olarak tanımlıyor. “Bu ülke, diyor, uzun yıllardır adil seçimlerin görülmediği bir ülkeydi. Artık serbest seçimlerin de olmadığı bir ülkeye dönüşüyor. Yargı mekanizması da bu yolda bir kar küreme aracı gibi mıntıka temizliği yapıyor. Bu süreç sancılı olduğu kadar uzun da bir süreç olacak maalesef.”

Şöyle bir soru geliyor akla:

Acaba Ekrem İmamoğlu sadece yolsuzluk vs suçlaması ile bir takibata uğrasaydı, inandırıcı olur muydu?

Türkiye’de yolsuzluk gündemi her zaman inandırıcılık zemini bulur. Peş peşe bir dünya operasyon yapılıyor, bunların iktidarın gözetimi altında varlık edindiği de açık. Ayrıca belediyelerde Ak Parti dönemine ilişkin de yığınla yolsuzluk iddiası var olagelmiştir. Yine siyasetin finansmanı konusunda Ak Parti yürüyüşünün belediyelerden yoğun katkı aldığı da bilinir. “Kişi kendinden bilir işi” sözü bu yüzden söylenegeliyor.

Hoş, buna rağmen, bu operasyonların Ekrem İmamoğlu’nun önünü kesme hedefine yönelik olduğu kanaati değişmezdi.

İmamoğlu’nu gömmek için bunca çaba göstermesi halk nezdinde iktidara puan mı kazandırdı?

İşte “İletişimci” Nezati Özkan iktidarın burada yanıldığını söylüyor. Diyor ki bir bakıma, “Yapmayın, ters tepiyor, 2019’u, 2024’ü İmamoğlu’lu – İmamoğlu’suz bir kere daha yaşarsınız.”

Uyarı etkili olur mu? Bilmem ki sizce olur mu? Bence girildi bir yola ve onun bedeli ödenecek.